Dünyayı sarsan, ezilen halkların özgürlük ve eşitlik ideallerini hedefleyerek gerçekleşen 17 Ekim Sovyet Devrimi 100. yılında. 100 yıllık devrimin ortaya çıktığı koşullar, deneyimleri ve sonuçları hala birçok yönü ile tartışılıyor. PKK’nin kurucularından ve PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Ekim Devrimi’nin 100. yıl dönümünü değerlendirdi. Ekim Devrimi’nin ruhu, ilkeleri, iradesi bütün ezilenlere, emekçilere, gençlere, kadınlara yol göstermeye, ilham olmaya devam ediyor, coşku ve heyecanı 100 yıl öncesi gibi yaşanıyor diyen Duran Kalkan, güncellenmiş bir Ekim Devrimi’nin üçüncü dünya savaşının yaşandığı Ortadoğu’da gerçekleşeceğine dikkat çekti.
*Ekim Devrimi’nin 100. yıl dönümüne giriyoruz. Aradan geçen bu kadar süreye rağmen Ekim Devrimi tüm canlılığı ile gündemdeki yerini koruyor ve tartışılıyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
100. yıl dönümünde Ekim Devrimi’nin ortaya çıkardığı sonuçların en azından bir bölümünün hala etkinliğini koruduğunu görüyoruz. 100 yıla yayılmış bir devrim olma özelliğini bir bakıma taşıyor. Bu bakımdan öğretici dersleri hala canlı ve geçerlidir. Geçen 100 yıllık süre içerisinde Ekim Devrimi’ni yapan idealler uğruna on milyonlarca insan mücadele yürüttü, yüzbinlerce, milyonlarca bu uğurda şehit edildi. Özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik, paylaşım, demokrasi, sosyalizm şehitlerini bu 100. yıl dönümü vesilesiyle saygı ile anıyorum. Devrimi yapan, devrimci ruhu, iradeyi, girişkenliği selamlıyorum.
Bu ruh ve iradenin günümüzde de başta Kürdistan Özgürlük Mücadelesi olmak üzere Türkiye’de, Ortadoğu’da ve dünyanın birçok alanında canlı, kendisini günün gereklerine göre yenilemiş daha da geliştirmiş olarak yaşadığını görüyoruz. Bu, bize büyük bir kıvanç ve güç veriyor. Devrimci karakterde, değişimci ve dönüşümcü olmada Ekim Devrimi’nin temel iddiaları olan özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik, paylaşım, dayanışma gibi sosyalist ilkelere bağlı olma ve bu amaçlar doğrultusunda mücadele etmede büyük güç veriyor. Bu tarzda bir mücadelenin başarı kazanacağını, doğru taktik ve tarz olunduğunda dünyanın her tarafında sonuç alınabileceğini ortaya koyuyor. Bu temel değerler çerçevesinde biz bu 100. yıl dönümünü karşılıyor ve yaşıyoruz. Ekim Devrimi’nin ruhu, ilkeleri, iradesi bütün ezilenlere, emekçilere, gençlere, kadınlara yol göstermeye, ilham olmaya devam ediyor, coşku ve heyecanı 100 yıl öncesi gibi yaşıyoruz.
Ekim Devrimi’nin hala tartışılıyor olması onun karakteriyle ilgilidir. Devrim sürecinde geçen on günü John Reed “Dünyayı Sarsan On Gün” diye kitaplaştırmıştı. Gerçekten de o on gün içerisinde Rusya’da Petersburg ve Moskova’da yaşananları özetlemişti. Heyecan verici öğretici bir analizdi. Rusya’nın kullandığı eski Jülyen takvimine gere 1917 yılı 25 Ekim, Miladi takvime göre ise 7 Kasım’a kadar yaşanan on günlük olayları hem anlatmış hem de değerlendirmişti ve bunların dünya ölçeğinde sarsıcı olaylar olduğunu, dünyadaki sistemi kökünden sarstığını ifade etmişti. Neden? Çünkü Ekim Devrimi biliniyor. Ekim Devrimi, 1. Dünya Savaşı içerisinde savaşın 4. yılına girerken gerçekleşti. Savaş koşullarıyla da bağlantılıydı. Fakat sadece savaş ile bağlantılı kılmak, onun çelişki ve çatışmasına bağlamak da doğru değildir. Savaşa yol açan etkenler de vardı. Kapitalist sistemin yaşadığı derin iç çelişkiler vardı. Sistem içi hegemonya mücadelesinin özellikleri vardı. Kapitalizm küresel bir hegemonya kurmak istiyordu. Bütün iktidarcı devletçi sistemler fetih güçleridirler, yayılmacıdırlar. Güçlenip egemen olunca yayılmak ve bütün uygarlık alanlarını ele geçirerek egemen ve hegemonik olmak isterler.
İktidarcı devletçi sistemin son modernitesi olan, kapitalist modernite sistemi de aynı karakteri daha derin daha kapsamlı olarak taşıyordu. Dolayısıyla Avrupa’da gelişip güçlenen egemen olan bir tekelci diktatörlük olmayı başaran sistem azami kar gereği hem daha çok yayılmak hem de kendi içerisinde daha fazla merkezileşmek ve egemen olmak istiyordu. Bu temelde gelişen farklı sermaye grupları, tekel güçleri arasında hem dünyayı ele geçirme de hem de kapitalizmin sistemin egemeni olmada büyük bir çelişki ve çatışması ortaya çıkmıştı. Biliyoruz, 1. Dünya Savaşı tamamen bu çelişki ve çatışmanın bir gereği ve sonucu olarak ortaya çıktı. Söz konusu çelişkiyi çözmeyi öngördü ki, bunlar daraltılırsa İngiliz ve Alman sermayesi arasındaki çatışmaydı, dünyaya kimin egemen olacağı ve kapitalizmin nasıl bir hegemonya oluşturacağı çatışmasıydı. Her iki blok aslında kendi hegemonik sisteminin nasıl olacağını planlamış ve tasarlamıştı. Kendi müttefiklerini oluşturmuştu.
İngiltere, Ruslar ve Fransızlarla ittifak yaparken; Almanya, Macaristan-Avusturya ve Osmanlı İmparatorluğu ile ittifak yapmıştı. Her ikisinin de nasıl bir dünya sistemi oluşturacaklarına dair projeleri hazırdı. Sadece aralarındaki fark, farklı sermaye grupları olmasıydı. Yapmak istedikleri benzerdi. 1. Dünya Savaşı, kapitalizmin küresel düzeyde hegemonya kurması ve hegemonyada da kimin egemen olacağının belirlenmesi savaşıydı. Bu savaş süreci söz konusu çelişki ve çatışmayı daha da keskinleştirerek derinleştirdi. Ele geçirilmeye çalışılan alanın başında Ortadoğu geliyordu. İktidarcı devletçi sistemin merkezi olan alan, merkezi kim ele geçirirse sistemin öncüsü egemeni o olacaktı. Dolayısıyla kavga esas olarak Ortadoğu’da oldu ve 1. Dünya Savaşı, kapitalizmin küresel düzeyde hegemonik olması için hedeflediği alanları ele geçirmeyi sağlattı.
Ekim Devrimi, böyle bir ortamda kapitalizmin küresel hegemonya olmak için bu kadar azgın bedeli ağır savaş yürüttüğü süreçte bu hegemonyanın önünü kesen, Ortadoğu ele geçirilirken Rusya’da kapitalizme karşı alternatif sosyalist bir sistem oluşturmak için hamle yapan bir devrim oldu. En azından o dönemde kapitalizmin küresel hegemonya oluşturma amacını önledi, kırdı ve engelledi. Dünyanın bir bölümünü kapitalist sistemden kopararak kapitalist sisteme alternatif bir sistem oluşturmayı öngördü. İddiası ve hedefi buydu. Ayrıca, ekonomik sistem olma itibariyle başlangıçla birlikte böyle bir alternatif olmayı hedefledi. Bu özellikleri ve karakteri var. Bir anlamda kapitalizme küresel hegemonik güç olma imkanı vermedi. Ekim Devrimi ilkeleriyle, devrimci hamlesi ile bunu gerçekleştirdi. Daha sonra ‘yeterince alternatif olabildi ya da olamadı’ o ayrı bir konu oluyor, ama çıkışı alternatif olmaydı. İddiası öyleydi, amaçları bir yönüyle bu çerçevedeydi. Dolayısıyla da hem kapitalizmin küresel hegemonik olma amacını kırdı hem de bu uğurda yürütülen savaşı durdurdu.
1. Dünya Savaşını Ekim Devrimi sona erdirdi
1. Dünya Savaşının sonuçlanmasının Ekim Devrimi ile bağlantısı çoktur. Bir yönüyle savaşı sona Ekim Devrimi erdirdi. Yeni bir savaş ortaya çıkardı. Küresel düzeyde tekelleşen sermaye grupları arasındaki çatışmaya sermaye sistemiyle ezilenler-emekçiler, özgürlük-eşitlik, demokrasi isteyen güçler arasındaki savaşı ekledi. Savaşın ve mücadelenin seyrini değiştirdi. Kuşkusuz tekel grupları arasındaki savaşı sona erdirmedi, ama Ekim Devrimi’ne kadar belirleyici olan bu çelişki ve çatışmaydı. Ekim Devrimi’yle birlikte dünyada yeni bir temel mücadele ortaya çıktı ve temel çelişki oluştu. Farklı iki yaşam sistemi ortaya çıktı. Ona göre askeri, siyasi, ekonomik yapılanma oluştu.
70 yıl boyunca bütün dünyadaki gelişmeleri belirleyen yön veren bir çelişki, çatışma ve mücadele oldu. “İki Kutuplu Dünya” deniliyor. 20. yüzyıl dünyası dediğimiz dünya tanımlanıyor. Askeri, ekonomik, siyasi olarak da dünya iki kutuba bölündü. Bir tarafta İngiltere ve Amerika’nın başını çektiği küresel kapitalist sistem. Diğer yanda ise Sovyetler Birliğinin başını çektiği reel sosyalist sistem var oldu ve 90 yılı başında reel sosyalist sistem çözülene kadar bu çelişki ve çatışma dünyadaki gelişmelere yön verdi.
Şimdi 100 yıla yayılan devrim olma, mücadele olma özelliği var. Ondan dolayı günümüzde de tartışılan bir durum oluyor. 20. yüzyıl gibi büyük gelişmelerin, olayların yaşandığı insan ve toplum yaşamının çok hızlandığı bir yüzyıla damgasını vuran bir devrim olması nedeniyle bugün de tartışılıyor. Gerçekten de kapitalizm küresel düzeyde hegemon olurken bu hegemonyayı kırarak buna karşı toplumculuk temelinde, politik ahlaki toplumu işletme; özgürlüğü, eşitliği, demokrasiyi sağlama temelinde bir alternatif olma iddiasıyla ortaya çıkması nedeniyle bu gün tartışılıyor.
Şunu söylemek gerekiyor: Evet, Ekim Rus Devriminin ortaya çıkardığı siyasi sistem çöktü. Ordusu, siyasi gücü ve yapılanmasıyla iktidar ve devlet gücü yıkıldı. Fakat böyle bir siyasi askeri sistem ile yaratılacağı iddia edilen amaçlar ve ilkeler ortadan kalkmadı, onlar hala canlı olarak duruyor. Ekim Devrimi’nin ortaya çıkardığı Sovyetler Birliği ve reel sosyalizm deneyiminin içerdiği zengin dersleri çıkartarak kendisini yenilemiş olarak duruyor. Küresel kapitalizmin günümüzde ulaştığı tekelleşme çelişki ve çatışma kaos durumu nedeniyle insanlığı neredeyse kanserleştiren yapısıyla yok olmaya götürdüğü bir ortamda söz konusu ilke ve amaçların ideallerin insanlık için daha fazla gerekli, daha büyük bir ihtiyaç olması nedeniyle duruyor. Bu bakımdan belki Rusya’da o ideallerden, amaçlardan uzaklaşmış bir iktidar ve devlet sistemi var. Ama toplumun bir kesimi bu idealleri hala devam ettiriyor, mücadele ediyor. Her şeyi iktidar ve devletle bağlamak doğru değildir. Ekim Devrimi’ni sadece bir iktidar ve devlet olayı olarak ele almak ve değerlendirmek doğru değildir. Evet, yeni bir iktidar ve devlet sistemi yarattı, sonunda devrime hakim oldu. Sovyetler Birliği olarak hegemonik bir devlet sistemi ortaya çıktı. Bunlar doğru, ama devrimin tümü bu değildi.
Devrim insanlık için yeni bir yaşam öngördü
Devrimin amacı büyük insanlık için yeni bir yaşam öngörmesi, kapitalist sistemin küresel hegemonya kurarak kendini bu düzeyde egemen kılıp daha çok tekelleştirerek azami kar yasası çerçevesinde baskı ve sömürüyü daha fazla artırmasına karşı, sömürürüz, baskısız, üretenin yönettiği bir yeni alternatif toplum ve yaşam sistemi kurmayı hedeflemesi vardı. Devrimin esası buydu, bu anlamda bir iktidar ve devlet sistemi kurmayı hedefleyen bir devrim değil, özgürlüğü, farklılıklara dayalı eşitliği, paylaşımı, dayanışmayı, komünalizmi getirmek isteyen, baskısız sömürüsüz üretenin yönettiği bir sistemi kurmayı hedefleyen; herkesin gücüne göre, yeteneğine göre çalıştığı ve herkesin ihtiyacına göre tükettiği bir demokratik komünal toplum yaşamını ortaya çıkartmayı hedeflediği tartışma götürmeyen bir gerçekliktir. Bu ilkeler, idealler 100 yıl önce Avrupa’da, Rusya’da yaşanan çelişkiler nedeniyle insanlar bilincine ulaşmıştı. Böyle bir bilinçlenme, örgütlenme ve eylem ortaya çıkmıştı. Rus devrimcileri bunu doğru bir tarz ve taktikle yürüterek örgüte ve eyleme dönüştürdüler. Sonuçta Ekim Devrimi’ni başardılar, devrimci hamle yaptılar, zafer kazandılar.
Ekim Devrimi’nin ilkeleri dünyayı sarmış durumda
Bu gün ele aldığımızda Ekim Devrimi’ni doğuran temel ilkeler ve idealler ortadan kalmış değildir. Tersine küresel kapitalist hegemonyanın içinde bulunduğu derin kriz ve kaos ortamında 100 yıl öncesinden çok daha önemli, çok daha acil, çok daha gerçekleşmesi gereken ilkeler ve idealler konumundadır. İkincisi, bu sadece Avrupa ve Rusya ile sınırlı da değil, o zaman dünyanın belli bir alanıyla sınırlıydı. Şimdi bu ilke ve idealler bütün dünyaya yayılmış durumdadır, tüm insanlığı kapsamış durumdadır. Her yerde küresel kapitalizmin derin kaosunun ve krizinin ortaya çıkardığı baskı ve sömürü var. Dolayısıyla bütün alanlarda insanlar bundan kurtulmak istiyorlar. Gençler, kadınlar, işçi ve emekçiler, ezilenler, küresel kapitalizmin ezdiği herkes bundan kurtulmak istiyor. Bu temelde her yerde bir arayış var. Özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik, demokrasi, komünal yaşam doğrultusunda bir arayış ve mücadele var. Dolayısıyla Ekim Devrimi’ni doğuran idealler bu gün hem dünyaya yayılmış hem de çok daha acil ihtiyaç haline gelmiş durumdadır. Ekim Devrimi’nin esas bu gün de yaşıyor ve tartışılıyor olmasının temel nedeni budur. Böyle bir yaygınlaşmada kuşkusuz Ekim Devrimi’ni doğuran Rus devrimciliğinin ruhu, iradesi, inisiyatifi, girişkenliği önemli rol oynadı. Bunu da bu vesileyle ifade etmemiz gereklidir. Kapitalizm nasıl ki küreselleşmeye çalıştıysa aynı zamanda Ekim Devrimi’yle ortaya çıkan alternatif sistem, sosyalizm en azından ilke ve idealler olarak evrenselleşti yani küreselleşti, bütün dünyaya yayıldı. Sadece bazı ülkelerdeki işçi sınıfının, emekçilerin bilincinde eyleminde yaşayan idealler, ilkeler olmaktan çıkarak tüm dünyanın dört bir yanındaki ezilenlerin kurtuluş ideolojisi uğrunda mücadele ettiği hedefler haline geldi. Dolayısıyla bu gün Ekim Devrimi’nin daha çok tartışılıyor olması buradan kaynaklanıyor.
Sonuç olarak daha çok tartışılması da gerekiyor. Tartışılmasından da kaçmamak lazım. Ciddi ve sorumlu tartışmak lazım. Ama derinliğine analiz yapmakta gereklidir. Eleştirel-özeleştirel bir yaklaşımla ele alıp tartışmak gereklidir. Böyle bir tartışma geçen 100 yılın zengin derslerini de çıkartma temelinde Ekim Devrimi’nin ilkelerini ve ideallerini bu gün başarıya götürülmesini sağlar. Daha doğru bir anlayış, daha gerçekçi ve çözümleyici bir felsefe, daha kapsamlı ve doğru bir analiz gücü teorik yaklaşım, daha gerçekçi bir ideolojik-politik çizgi, daha sonuç verici bir mücadele taktiğinin ve tarzının ortaya çıkartılmasını sağlar ki, işte o zaman bu idealler uğruna yürütülen mücadele başarıya gider. Bir, bu anlamda tartışmaktan çekinmemek ve korkmamak gerekli, eleştirel-özeleştirel olmak gerekiyor. İki, ciddi olmak gerekiyor. Bazıları ‘sen-ben’ kavgasına girebiliyor ya da ciddiyeti zayıflatan yaklaşımlarda oluyor. Yüzeysel, dar yaklaşımlar var. Böyle olunca da bu tartışma ortamına dogmatizm ve kalıpçılık egemen oluyor. Böyle olmaması lazım.
*Ekim Devrimi’nin 72 yılına girdiği devrimin gerçekleştiği topraklarda reel sosyalizm çözüldü. Günümüzde ise kapitalizm bu topraklarda kapitalizm en vahşi şekilde kendisini bir sistem haline getirmiş durumdadır. Dünyada bir hegemonya oluşturmak için bir mücadele içerisinde. Bunu nasıl açıklamalıyız? Bir yanda 100 yıllık bir devrim gerçekliği var, ama bu 100 yılık devrimin gerçekleştiği topraklarda günümüzde kapitalizm en vahşi şekilde kendisini yeniden bir sistem haline getirerek dünya halklarına karşı bir pozisyonda yer alıyor. Bunu nasıl değerlendirebilirsiniz?
Ekim Devrimi öncesiz ve sonrasız bir mutlak değildir. Öyle bir yaklaşım kesinlikle doğru değildir. Bunu bilmek gerekiyor. İnsanlar özgürlük arayışını, eşitlik arayışını, komünal yaşam arayışını Ekim Devrimi ile başlatmadılar. Bunun bilincine Ekim Devrimi ile ulaşmadılar. İradesine de Ekim Devrimi ile ulaşmadılar. Zaten insanlık başta böyleydi. Belki yaşamı dardı, ilkeldi, sınırlıydı ama toplumsaldı. Özgürlük, eşitlik, paylaşım, demokrasi ölçülerine uygundu. İnsan soyunun toplum olarak var oluşunun temel karakteri böyleydi. İktidar ve devlet gerçeği yani baskı ve sömürü olayı, siyaset ve askerlik denen olay bunun içerisinde, böylesi bir tarihsel gelişme sürecinde bu gerçekliğe ters bir sapma olarak ortaya çıktı. Başat ve esas olan iktidar ve devlet gerçeği değildir. Dolayısıyla baskı ve sömürü gerçeği değildir. Tam tersine baskısız, sömürüsüz, dayanışmacı, ortak çalışan ve tüketen bir toplumsal gerçekliğin var olmasıdır. Klan, kabile, aşiret toplumsallığı kesinlikle bunu ifade ediyor. Halklaşan bu temelde uluslaşan gelişmeler de bu çerçevededir. Toplumun var oluşunun temel karakteri komünaldir, paylaşımcıdır, demokratiktir. Özel mülkiyetçi zihniyet ile arayış bunu gerçekleştirmeyi öngören sistem, saldırı, savaş, baskı, iktidar, devlet daha sonra bu toplumsal gelişmenin belli bir sürecinde ortaya çıktı. Bunun çeşitli nedenleri değerlendiriliyor ve tartışılıyor. Üretkenlik, geleceğe mal aktarabilme, mülk edinebilme imkanı, bilinçte sapma, silahlı askeri gücün ortaya çıkması vb hususlar zor ve hileyle deniliyor genel tanım olarak. Üretilene el koyan bir anlayış, sömürü türü ortaya çıktı. Aslında iktidar ve devlet budur. Kapitalizm ise bunun en ahlaksızca hiç bir insani değer ölçü tanımaksızın yaşandığı sistem oluyor.
İktidar ve devlet tarihsel sürecin çok yakın bir zamanında 4-5 bin yıllık bir tarihsel sürecinde ortaya çıkıyor. Böyle bir zor ve hileyle ortaya çıkan baskı ve sömürü gerçeğine karşı ise toplumsallık, özgür eşit yaşam, komünalizm direniyor, mücadele yürütüyor. 5 bin yıllık bir tarih kesiti olarak bunu ele alırsak bu 5 bin yıllık tarihsel kesitin hepsi tek yanlı değildir. Sadece iktidar ve devlet gücü burada yoktur. Bu süreç sadece baskı ve sömürü ile tanımlanmıyor. Bir de buna karşı daha önceki süreçten gelen doğal toplumsal gerçekliğin komünal özgürlükçü yaşamın bu iktidar ve devlet sisteminin baskı ve sömürüsüne karşı sürekli bir direnişi var. Bir de demokratik toplum var, özgür yaşamak isteyen toplum var. Köleleştirilse bile hep özgürlüğünü arayan, özgürlük için mücadele yürüten toplum var. Politik ahlaki toplum yapısı baskı ve sömürüye, iktidarlaşma ve devletleşmeye karşı direniyor. Bu temelde tarih boyunca bu iktidar ve devlet güçlerinin saldırısına karşı da özgürlüğünü korumak için, özgür yaşamak için kaybettiği özgürlüğü ele geçirmek için, özgürlük düşünceleri ortaya çıkarılıyor. İdeolojik-politik sistemler geliştiriliyor. Zihniyet düzeyinde felsefik olarak, ideolojik-politik çizgi olarak, örgüt ve eylem olarak bu doğrultuda hep devrimci hamleler yapılıyor. İrili ufaklı sürekli bir özgürlük, eşitlik ve demokrasi mücadelesi var, devrimci hamleler var. Özgür ve demokratik toplum gerçeği var. İktidar ve devlet karşısında bir de demokratik toplum gerçekliği var. Bunlar günümüze kadar mücadele halindedirler. Bunun önemli durakları var. Örneğin devrimci hamleler var. Dinler önemli bir devrimci sıçramayı ifade ediyor. İbrahim’den başlayıp Hz. Muhammed’e kadar İslam Devrimine kadar gelen hamleler var. Felsefik hamleler bunları ifade ediyor. Arkasından Fransız Devrimine kadar gelen süreç var.
Ekim Devrimi 20. yüzyılda insanlığın zafer kazanma sürecidir
Ekim Devrimi; özgürlük, eşitlik, demokrasi için yürütülen mücadelenin önemli duraklarından birisi, 20. yüzyılın ilk çeyreğindeki en büyük hamlesi oluyor. Bu defa öncekini bu tarihsel süreçten kesinlikle kopuk ele almamak lazım. Öyle bir yaklaşım doğru olmaz, gerçekliği ifade etmez. Ekim Devrimi’ni doğru anlamayı ortadan kaldırır. Böyle bir yanılgıya düşmemek gereklidir. Ekim Devrimi’ni özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik, demokrasi, paylaşım ve komünalizm için insanlığın yürüttüğü mücadelenin 20. yüzyılın ilk çeyreğindeki büyük hamlesi yeni bir durağı, zafer kazanan bir süreci olarak tanımlamak ve ele almak daha doğrudur.
Bir de sonrası var, o kadar mutlak değildir. Durağan değildir, sürekli bir gelişmeyi ifade ediyor. Gelişen duruma göre kendisini yenilemekle mükellef olan bir gerçekliktir. Aslında felsefesinde ideolojik-politik çizgisinde bunlar vardır. Fakat pratikte bu değişim dönüşüme kapalılık yaşanıyor. Katı dogmatik ve kalıpçılık bir şeyleri ele geçirince ona mutlak olarak sahip olma, bu değişim dönüşümden kopmayı ve devrimciliği kaybetmeyi getiriyor. Devrimcilikten uzaklaştırılıyor, tutucu, katı var olanı esas alan, korumayı öngören bir zihniyet ve siyasete yol açıyor. Dolayısıyla sanki sonrası yokmuş gibi Ekim Devrimi’ni olduğu gibi ele alma oluyor. Halbuki sürekli yenilenen, değişen, gelişen toplumsal gerçekliğe göre sürekli kendisini değişime dönüşüme uğratması gereken bir zihniyet ve siyaset olması gerekiyor. Böyle bir yaklaşımın olması gerekiyor.
İkincisi, Ekim Devrimi ile ortaya çıkan büyük kazanımlar var. Bunları görmek gerekiyor. Onları temel başlıklar halinde belirtmek ve her zaman tarih olmuş, kalıcılaşmış gerçekler olarak görüp değerlendirmek gereklidir. Evet, reel sosyalizm çözüldü ama Ekim Devrimi’nin ortaya çıkardığı kazanımlar yok olmadı, ortadan kalkmadı, tarihten silinmedi. Varlığını sürdürüyor hatta büyük bölümü etkinliğini koruyor. Buradan uzaklaşmış değildir. Her şeyden önce özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik, demokrasi, demokratik komünalizm zihniyetini, düşüncesini yeniden bir sentez yaptı. Yeni bir zihniyet ortaya çıkardı, yeni bir insan bilinci oluşturdu. Daha önce dinler biçiminde, felsefe biçiminde, bilimsellik biçiminde ortaya çıkan bu düşünce düzeylerini şimdi sosyalist düşünce ve ideoloji olarak yeniden bir senteze kavuşturdu, yeni bir insan bilinçlenmesi ortaya çıkardı. Kapitalist moderniteye karşı özgürlük, eşitlik, demokrasi mücadelesi haline getirdi. Daha önceki iktidarcı devletçi sisteme karşı yürütülmüş özgürlük mücadelelerini kapitalist modernite sistemine karşı yürütülen özgürlük mücadeleleri haline dönüştürdü. Bunun zihniyetini ortaya çıkardı, ideolojik-politik çizgisini oluşturdu. Bir deneyim olarak Ekim Devrimi eylemini geliştirdi. Büyük bir devrimsel tecrübe yaşandı. Devrimin teori ve taktiğine büyük katkı sundu. Kısaca böyle de tanımlanabilir.
Birincisi; teori anlamında zihniyet, felsefe ve düşünce oluşumunda özgürlükçü sosyalist düşüncenin oluşumuna katkı yaptı. Taktik olarak örgüt ve eylem çizgisi geliştirdi. Stratejik planlamalar, mücadele tarzları, örgüt biçimleri yarattı. Ekim Devrimi ciddi, cüretli bir girişimdi, örgütlü bir eylemdi. Devrimin teori ve taktiğine doğrularıyla, eksiklikleriyle, yanlışlarıyla önemli katkılar sundu. Bunların hepsi önemli bir deneyimdir. Bu günün devrimciliği için etkisini hiç eksiltmeden sürdüren değerlerdir. Bu dersler bu güne de ışık tutuyor.
İkincisi; işçi ve emekçilerin mücadele yürütüp belli kazanımlar sağlamasına yol açtı. Sömürüyü sınırlandırdı ve daralttı. İşçileri ve emekçileri bilinçlenen, örgütlenen hale getirdi. Öncü partide örgütlendikleri gibi derneklerde ve sendikalarda örgütlendiler. Sermaye düzenine karşı kendi haklarını ekonomik, demokratik haklarını savunan bunun için örgütlenen, mücadele eden bir düzey ortaya çıkardı. Mesela Avrupa’daki sisteme “Avrupa demokrasisi” deniliyor, ama mevcut Avrupa demokrasisini yaratan kesinlikle sosyalist ideolojinin çeşitli versiyonları temelinde işçi ve emekçilerin yürüttüğü özgürlük ve demokrasi mücadelesi oldu.
Ezilen, sömürülen işçi ve emekçi kesimlerin kendilerini geliştirme de korumada, sömürüyü ve baskıyı sınırlandırmada belli bir düzey kazanmalarına, gelişme sağlamalarına yol açtı. Bu da önemli bir kazanımdır, günümüzde etkisi hala devam ediyor. Hiç kimse onu yok sayamaz. Böyle bir mücadele olmasaydı, kapitalist zihniyet ve siyaset bu biçimde olmayacaktı. Çok daha vahşi, barbar ve yok edici olacaktı. İlk çağın kölelik sisteminden çok daha ağır olanı yaratacaktı. Kapitalizmin saldırıları karşısında şimdi biraz insanlık ve bazı değerler varsa, topum biraz var olabiliyorsa sosyalizmin öncülüğünde yürütülen mücadelenin yarattığı kazanımdır. Aynı durum sömürgeleştirilen, yarı sömürgeleştirilen, işgal edilen, baskı altına alınan ezilen halklar açısından daha fazla geçerlidir. Bu halklar bilinçlendiler tarihin en büyük ulusal kurtuluş mücadelelerini yürüttüler ve beş kıtanın her tarafında zafer kazandılar. Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da, Amerika’da, Ortadoğu’da dünyanın dört bir yanında küresel kapitalist hegemonyaya karşı savaş yürüttüler, Ulusal Kurtuluş Hareketlerini örgütleyerek devrimler yaptılar ve büyük zaferler kazandılar. Asya’da Küba’nın zaferi; Afrika’da Angola, Mozambik gibi siyah derililerin zaferi; Asya’da Vietnam’ın kazandığı zafer, 20. yüzyılın üçüncü çeyreğine damgasını vuran tarihsel gelişme süreçleri oldu. Öyle ki, sosyalist bilinci, iradeyi, eylemi güçlendirdi. İşçi ve emekçilerin ideolojisi olarak tanımlanan sosyalizm, özellikle de ulusal kurtuluş hareketleri çerçevesinde tüm halkların, tüm ezilenlerin, tüm insanlığın ideoloji haline geldi. Bu temelde ortaya çıkmış gelişmeler ve kazanımlar var. Bunlar yok edilememiştir.
Evet, Ekim Devrimi’nin yarattığı siyasi-askeri sistem Sovyetler Birliği çözüldü, ama 70 yıllık mücadele ile Ekim Devrimi’ne dayalı olarak yürütülen mücadeleyle ortaya çıkartılan bu kazanımları yok edemediler, varlıklarını sürdürüyorlar. Bir de bu gerçekliği görmek lazım. Üçüncü olarak da, reel sosyalizmin çözülüş nedenlerini iyi sorgulamak gereklidir. Sorunuz daha çok bu çerçevedeydi, ama çözülüş nedenlerini daha iyi değerlendirebilmek, bilince çıkartabilmek ve daha gerçekçi anlaşılır olabilmek için belirtiğim bu iki yanına parmak basmak gerekiyor. Ekim Devrimi tarihsel olarak neyi ifade ediyor? Ekim Devrimi hangi kalıcı kazanımlar ortaya çakardı? Bunlara bakmamız gerekiyordu. Ben onları ifade etmek istedim.
İnsanlık Ekim Devrimi’nin ideallerine bugün daha fazla ihtiyaç duyuyor
Ekim Devrimi’nin ilke ve idealleri gerçekleşmedi. Özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik, demokrasi, paylaşım, dayanışma, demokratik komünalizm ortadan kalkmadı, yani sosyalizm yok olmadı. Sosyalizm toplumculuk demektir. Toplumun baskısız ve sömürürüz var oluşunu ifade ediyor. Bir toplum gerçeğidir. Toplum var oldukça sosyalizm yok olamaz. Özgür, eşit, demokratik yaşam ve bunun için mücadele yok olamaz, ortadan kalkamaz. Kesinlikle böyledir. Bu bakımdan başta da belirtim, çözülen reel sosyalizmin ilke ve idealleri değildir. Tersine bu ilke ve idealler bu gün 100 yıl öncesinden çok daha fazla yaygındır ve tüm dünyaya yayılmıştır. İnsanlık, gerçekleştirilmesine 100 yıl öncesinden daha fazla ihtiyaç duyuyor. Bunun tespitini tam yapmamız gereklidir, bu çok önemlidir. O halde çözülen nedir? Bizce çözülen esas olarak bir defa bu devrimin ideallerinin gerçekleştiricisi olarak kendisini tanımlayan siyasi-askeri sistem oldu. İkinci olarak çözülen de toplumsal gelişmeye göre kendisini geliştiremeyen, yenileyemeyen düşünce sistemi oldu. Yani dogmatik, kalıpçı, katılaşmış düşünce sistemi çözüldü. Çözülüşü böyle iki boyutlu ele alabiliriz. Bir düşünce boyutunda yaşanan çözülüş var. Bir de pratik boyutta yaşanan çözülüş var. Siyasi ve askeri boyutta gerçekleşmiş olan çözülüş var. Düşünsel boyuttaki çözülüşü Önder Apo kapsamlı değerlendirdi. Bir entelektüel krizden söz etti ve yeni bir entelektüel devrim ihtiyacını belirtti, çünkü gerçekten de demokratik sosyalizm geçmişten ders çıkartarak yeni devrimci hamleler yapacaksa her şeyden önce entelektüel devrim olarak yapması lazım, düşünsel devrim yapmalı ki, politik-askeri alanda da pratikte de devrimci gelişmeye yol açabilsin.
Önder Apo, entelektüel krizin temelindeki felsefik yaklaşımı gördü
Önde Apo, entelektüel krizin temelinde felsefik yaklaşımı gördü. Mevcut Sovyetlerde var olan diyalektiğin dar ve dogmatik kaldığını, giderek toplumsal gerçekliği tanımlayamadığını ortaya koydu. Matematiğe dayalı, aritmetik hesaba dayalı diyalektik anlayış yerine kuantomik harekete dayalı diyalektik anlayışı tanımladı. Bu çok önemlidir. Sonsuzluk matematikte de var, fakat kuantomik hareketteki sonsuzluk, sonsuz alternatifliktir. Bu çok daha farklıdır. Bu da yaşama bakışta, yaşamı ele alıp çözümleme yönteminde mevcut düalisttik çelişkiyle her şeyi çözme, ikili bir alternatif arama yaklaşımlarının giderek kalıpçılığa dogmatizme yol açtığını ortaya koydu ve insan düşüncesinin sonsuz alternatif içermesi gerektiğini söyledi. Çünkü yaşamın sonsuz renklerle gelişmelerin olayların sonsuz alternatifle dolu olduğunu ifade etti. Bunları belki burada geniş izah edemeyiz, ama felsefik olarak dogmatik diyalektiği aşmak gerekiyor. Kuantomik bir bakış açısı, sonsuz olasılıklı bir bakış açısını düşüncede çok yönlülüğü ve yaratıcılığı görmek lazım. Önder Apo, zihniyet ve düşünce devrimini esas olarak buraya dayandırmak istedi. Bakış açısında darlık ve kalıpçılık var, yaşamı ele alış yönteminde darlık var. Çoğulculuk ve sonsuzluk yoktur, dar olasılıkla hareket etme var. Bunu önemsemeliyiz.
Diğer yandan teorik olarak mesela işte tarih tezlerini değerlendirdi ve eleştirdi. Tarihsel materyalizmi eleştirdi. Yani felsefik olarak kaba materyalizmi, aşırı maddiyatçı yaklaşan, maneviyatı görmeyen yaklaşımları eleştirdi. Tarihsel materyalizmi tarihi sadece üretim – tüketim olarak gören yaklaşımı eleştirdi ve böylece düz ilerlemeci çizgiyi, mantığı eleştirdi. Yani öyle ki çok ezberci, din ayeti gibi ilkel toplum – köleci toplum – feodal toplum – kapitalist toplum arkadan sosyalizme geliyor.
Ne yapsan dahi sosyalizme gideceksin. Tabi bu adeta kaderci, doğal ilerleyici mantığı getirdi. Mücadelesizliği ve çok yönlü mücadele etmeyi ortadan kaldırdı. Objektiviteyi ve her şeyi hakim kıldı. Böyle olunca tabi bazıları özne bazıları nesne diye bir ayrıştırmayı getirdi. Düşünsel olarak eleştirilmesi gereken yanları var. Çünkü reel sosyalizm ve Sovyetler sistemi biliniyor. Giderek çok aşırı ezbere kaldı. Devrim sürecinde yapılan değerlendirmeleri ezberleyen, ondan sonraki gelişmeleri doğru çözemeyen bir tutum ve yaklaşım oldu. Öyle ki ‘artık geri dönüşü yok komünizme de geçtik sonuca ulaştık’ dediler çözülüş oldu. Adeta dev gibiydiler, ama böyle bir ortamda çözülüş oldu. Demek ki mevcut gerçeklikten uzak olan bir yapı vardı. Esas düşünsel temelini önemsemek lazım. Orada ki katılaşma, donukluk, gelişmeyi, değişimi ve dönüşümü anlamayan, göremeyen, çözümleyemeyen dolayısıyla kendisini de yenilemeyen zihniyet esasta bunun temelini oluşturdu.
Diğer yandan aslında askeri-siyasi sistem çöktü. Siyasi-askeri sistemin eleştirisi daha kolaydır. Yani sosyalizm Marks’tan itibaren bir tanım getirdi. Mesela askerlik için düzenli orduyu reddediyordu. -Ki Marks’ın kendisi ‘düzenli ordu yerine silahlı halkı geçirmek’ gerektiğini söylüyor. Sovyetler Birliği bunu yapmayarak Kızıl Orduyu kordu. Kızıl Ordu da silahlı halk değildi, tarihin katı ve en düzenli ordusuydu. Halktan kopuk olan bir askeri gücü oldu. Marks, siyasi sistem için “devlet olmayan devlet” dedi. Tanım bulamadı yine devlet kavramını kullandı. Bu açıdan Sovyetler Birliği tarihin en büyük en katı devleti oldu.
Lenin’in değerlendirmeleri vardı. Lenin, “Her devlet bir diktatörlüktür. Diktatörlüğün olduğu bir yerde de demokrasi olmaz. Demokrasi ayrı devlet ayrıdır. Burjuva demokrasisi diye bir şey yok, var olanların hepsi diktatörlüğü ifade ediyor” diyordu. Bu çok yerinde ve güzel bir tespit. ‘Devlet toplumun içinden çıkmış olsa da toplumun üzerinde yer alan baskı ve sömürü uygulayan bir çete topluluğudur’ dedi. Çok güzel bir tanımlamaydı. Ama buna karşı mücadele bunu yok edecek bunu aşacak bir yol ve yöntem olarak yine devlet öngörüldü. Burjuva diktatörlüğünü, Proleterya diktatörlüğü ile yıkacağız denildi. İki diktatörlük arasındaki mücadeleye indirgedi. Bu da çivi çiviyi söker anlamına geldi. Yani bu mantık her zaman her yerde geçerli olmayan, biraz düz bir mantıktır. Böylece özürlük, eşitlik, paylaşım ve dayanışma gibi ilke ve idealleri baskı ve sömürü aracı olan devlet ve ordu ile gerçekleştirmek istedi. Reel sosyalizmin felsefik, teorik hatalarını bulmak ve eleştirmek önemlidir, ama en önemli ve en somut çelişkisi amaç ve araç arasındaki çelişkidir. Lenin’in ‘demokrasinin devlet olamayacağı’ tanımı doğruydu ve bunları birbirinden ayırması doğru oldu. Ama sosyalizmin de devlet ile olmayacağı gerçeğini görmesi gerekiyordu. Demokrasiden daha fazla sosyalizm, devlet ile olamazdı. Çünkü, devleti bir baskı ve sömürü aracı, toplumun üzerinde egemenlik oluşturan bir çete olarak tanımlayıp aynı devlet ile bu sefer özgürlük, eşitlik, paylaşım, komünalizm getireceğini söylemesi doğru ve gerçekçi değildi.
Bu şöyle oldu: Onun devleti kötü benim ki iyi olur. Öyle olmaz, bu yanlıştır. Devlet devlettir. Sen de devlet kurarsan, belki Lenin’in yönettiği zaman iyi olur, ama her zaman Lenin yönetmez. Bir başkası gelir o zaman aracın karakteri ne ise o işler. Nitekim o işledi, gerçekten de bir alternatifti.
Ekim Devrimi kapitalist moderniteye karşı alternatif bir çıkıştı
Ekim Devrimi, kapitalist modernitenin küresel hegemonik bir sistem haline gelmesine karşı onu kıran, sosyalizmi onun karşısında geliştirerek küresel bir güç haline getirmeyi öngören bir alternatif çıkıştı. İlkeleri böyleydi. İnsanlar bu uğurda mücadele etti, devrim bu amaçla yapıldı. Ama daha sonra ki tanımlamalar, teori ile pratiğin uyumunu sağlayamama amaçtan kopardı. İlkeler ve amaçlar bir yanda kaldı, gerçekleşen bir yanda kaldı. İşte onun devleti kötü benim ki iyidir, ben devletimi de yaparım. Düşman saldırıyor, halk direnemez ordu kurmak lazım. Orduyu kurarım. Pratik sorunluluklar giderek teori, amaç ve ilkelerin önüne geçti. Zorunluluklar kalıcı gerçekliğe dönüştü.
Evet, belki emperyalizme karşı devrimi savunmak bir askeri örgütlenme ve mücadele gerekliydi. Ama örneğin Kızıl Ordu gibi bir sisteme götürmek gerekiyor muydu? Nereye ne zamana kadar yapmak gerekiyordu? Ondan sonra toplumun savunmasını nasıl yapmak gerekiyordu? Öyle olmadı zorunluluk gerekçesi ile kurulan ordu, ondan sonra kalıcı dünyanın en büyük ordusunu ortaya çıkardı. Halbuki Marks’ın da, Lenin’in de tanımlamaları ile pratikte ortaya çıkan hegemonik Sovyetler Birliği devleti aynı şeyler değildir. Teori ile pratik bir birine uymuyordu. Bu bakımdan çözülen politik-askeri yapı oldu. Benzer biçimde çıkarılabilecek büyük dersler var, çünkü gerçekten çok görkemli ve zengin dersler içeren bir pratikti. Cüretliydi. Lenin, tarih boyunca ortaya çıkan en büyük topum bilim ve devrim dehasıdır. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde tüm insanlığa yön vermiştir. Gerçek bir deha, bunu böyle kabul etmek gerekiyor. Ama her zaman hepsini kendisi yönetemiyor, kendisi ile bir yere kadar geliyor. Ondan sonra devam ettirilip ettirilmeyeceği sorun oluyor. Bütün devrimlerin tarihine baktığımızda bunu görebiliriz. Aslında bu ciddi bir durumdur.
Özgürlük eylemini tanımlayan, fikrini ve felsefesini oluşturan ilk eylemini gerçekleştirenler işi başka yürütüyorlar, ancak daha sonra başka olabiliyor. Hz. İsa da özgürlük-eşitlik arayışıyla çıkıyor. Kendisinin karşıt bilip ve karşısında savaştığı güçler onun adına tarihin en büyük iktidar-devlet-sömürü aracını kuruyor. Dikkat edelim kapitalizm de yine İsa adına yaşanılan yerlerde ortaya çıktı. Bu kadar ahlaksızca bir sömürü düzeni, o kadar ahlaka önem veren bir kişinin adıyla yürütülüyor. Önderleri, onların felsefik, teorik, ideolojik, politik düşünce yapısını ve eylemini devam ettirmek zor oluyor, sapmalar yaşanıyor. Ekim Devrimi sonucunda da bu sapmalar oldu. Şimdi tartışarak ve gereken dersleri çıkararak kendini ona göre yenileyerek, ilke ve idealleri esas alan, bunları hayata geçirebilen, teorisini, taktiğini, tarzını, örgütlü eylem biçimini ortaya çıkaran bir yaratıcılığa ihtiyaç var.
*Sermaye güçleri arasında yine hegemonya savaşı var. Bu savaş tüm şiddeti ile devam ediyor ve bu savaş kendisini odaklaştırmış durumdadır. Buradan hareketle 100 Yıllık Devrimin yenilenmesi ya da güncellenmesi yeniden dünyayı sarsacak bir devrimin arifesinde olduğumuzu söyleyebilir miyiz ?
Evet, bu önemli bir konudur. Dikkatle mevcut verilerin analizini yapmak gerekiyor. Doğru, birçok bakımdan benzerlik kurulabilir. En önemlisi yeni bir dünya savaşı yaşanıyor. Bir anlamda şu doğrulandı. 1. Dünya Savaşını, Ekim Devrimi sona erdirdi. 2. Dünya Savaşını, Ekim Devrimi’nin ortaya çıkardığı değerler durdurdu. İnsanlığı faşizmden korudu ve kurtardı.
Sovyet devrimciliği buradan yola çıkarak şöyle bir tez geliştirmişti: Ekim Devrimi ve Sovyetlerin varlığı barışın güvencesidir. Barışı yaratan, savaşı sonlandıran güçtür. Gerçekten de bu tarihsel olarak doğrulandı. Sovyetler Birliğinin çözülmesi öyle oluşmuş bir devlet yapısının çöküşü olmadı. Dünyada da yeni savaşın başlangıcı oldu.
Körfez krizi, Körfez savaşı ve ardından günümüze kadar süren ve çeyrek aşırı aşan yeni bir savaş dönemi oluyor. Çoğunlukla sosyalist güçler buna “3. Dünya Savaşı” diyor. 3. Dünya Savaşı demeyenler de “Ortadoğu Savaşı” olarak adlandırıyor. Zaten 1. Dünya Savaşı da bir Ortadoğu savaşıydı. Adına ne dersek diyelim reel sosyalizmin çözülmesi, Sovyetlerin çökmesi ile birlikte dünyanın yeni bir savaş sürecine girdiği kesindir. Bunda hemen hemen herkes hem fikirdir. Çeyrek asırdır devam eden bu savaşın bir yapısı var. Bu anlamda önceki savaşlardan farklıdır. Öyle 4-5 yılda çözümlenemedi, uzun bir süreci alıyor ve halen de devam edecek gibi görünüyor.
Tabi bunun nedenleri var. Neden böyle oldu? Bir defa savaşa yol açan sistemin iç çelişkileri ile bağlantılı bir durumdur. Bir de geçen 100 yıllık süre içinde bu sistemin ortaya çıkardığı bazı sonuçlar ile bağlantılıdır. Bu sonuçlardan önemli noktalarına dikkat çekebilirim. Mesela silah gücü. 1. Dünya Savaşında savaşan taraflar hemen hemen her silahı ve cephaneyi birbirlerine karşı kullandı, ama şimdi kullanamıyorlar. Kapitalist sistem dünyayı onlarca kez yok edecek yer küreyi evrenden silecek kadar güçlü silahlar üretmiş durumdadır. İnsanlığın başında Demokles’in Kılıcı gibi sallandırılıyor. Her gün sadece insanlığı değil, onların üzerinde yaşadığı yer küreyi yok etmek ile tehdit ediyor. Bu çok ciddi bir durumdur. Dolayısıyla Kapitalizm insanlık için büyük bir tehlike ve tehdit oluşturuyor. İnsan aklı bir şeyler yarattı, ama bu aklın yarattığı bazı sonuçlar evreni tehdit edecek hale geldi. Dizginlenmesi ve doğru işletilmesi gerekiyor.
İkinci konu ise mevcut sistemin yaşadığı kriz ve kaos durumudur. Bu çok daha derindir. Böyle çözümü kolay olmayan niteliktedir. Önder Apo buna “kanserleşme” dedi. Gerçekten de o düzeydedir. Çok derin bir kaos ve kriz durumunu ifade ediyor. Sistem 100 yıl önce, 50 yıl önce kendisinin yarattığını ortadan kaldırmaya çalışıyor. Onlar kendisine ayak bağı olmuş durumdadır. Bu sistem Kapitalist sisteminin önünde engel oluşturuyor. Örneğin ulus-devlet yapılanması öyledir. Ulus-devlet sistemini, kapitalist sistem geliştirdi. Kapitalizmin kılıcı, yayıcısı ve her şeyiydi. Kapitalizmin icadıydı. Toplumlara böyle sunuldu ve benimsetildi. Tarihin hiçbir döneminde devlet, ulus-devletin kendisine benimsetildiği kadar benimsetilmedi. Böyle bir güç icat etti, ama şimdi o engel oluşturuyor. Aşmaya ve çözmeye çalışsa da çözemiyor ve aşamıyor.
Dikkat edelim Ortadoğu’daki sistem, oluşturulmuş ulus-devlet sistemi buna karşı direniyor. Hiç de öyle basit değildir. Belki ABD ve Rusya gibi büyük silahlara sahip değil, ama tarihsel ulus-devlet sisteminin mirasına sahiptir. Bir zihniyet olmuş kendisini şu veya bu düzeyde ayakta tutabiliyor. Birçok alanda Sovyetlerin çözülmesi ardından mevcut ulus-devlet sistemleri direnemediler. ABD’nin sınırlı yardımları yaklaşımları sonucu hepsi sistemin içine çekildiler. Balkanlar, Kafkaslar, Afrika ve Asya’da bunlar oldu, ama Ortadoğu öyle olmuyor. Ortadoğu öyle kolayca denetim altına alınacak bir alan değildir. Anlaşılıyor ki bütün dünyayı kapitalizm etkisi altına aldı, ama Ortadoğu’yu egemenlik altına alabilmek için 100 yıl boyunca ideolojik mücadele yürüttü. Yayılmacılık sağladı. Bunu da ancak 1. Dünya Savaşı gibi bir savaş ile yapabildi. Yani Ortadoğu’yu öyle kolay egemenlik altına da alamadı. Şimdi yarattığı sistemi de kolayca değiştiremiyor. Bu anlamda kriz ve kaos derindir. 1. ve 2. Dünya Savaşlarına yol açan çelişkiler düzeyinde değildir. 1. Dünya Savaşı, kapitalizm küresel hegemonyayı nasıl sağlayacak bunun egemeni kim olacak savaşıydı. Dar anlamda Alman-İngiliz savaşıydı. 2. Dünya Savaşı, faşizmin sosyalizmi yok ederek dünyaya egemen olma ve kapitalizmin liderliğini faşizm ile ele geçirme savaşıydı. Alman sermayesi, İngilizler karşısında kaybettiğini faşizm ile ele geçirmek istedi. Sosyalizmi yıkan güç olarak aslında İngiliz kapitalizm öncülüğünü yıkmak istedi. O da başarılı olmadı. ABD o süreçten sivrildi ve yararlandı. Kendi ekonomik, siyasi, askeri gücünü geliştirdi. Kapitalizmin öncüsü ve koruyucusu haline kendisini getirdi ve sistem de buna razı oldu. Şimdi böyle bir mücadele yoktur.
Dikkat edelim, 3. Dünya Savaşı küresel kapitalist hegemonyayı ele geçirmek isteyen güçler arasında değildir. Örneğin, ABD ve Avrupa arasındaki bir savaş değildir. Yine ABD ve Rusya arasındaki bir savaş değildir. Yani tam tersi 100 yıllık hegemonya içinde hatta daha öncesinden birkaç yüzyıl içinde kapitalist sistemin ortaya çıkardığı siyasi yapıları ile sürdürdüğü bir savaştır. Ulus-devlet ile savaş bunu ifade ediyor. Bu anlamda da farklıdır.
Şimdi buradan baktığımızda ve çeyrek asırlık süreci değerlendirdiğimizde şunu görüyoruz: Evet, bu savaşın geçmiş savaşlardan farkı var. Askeri boyutu çok fazla ön planda değildir. Daha önce de söyledim öyle kapitalizmin liderliğini ele geçirme savaşı değil. Savaşın aslında siyasi-ideolojik boyutu daha çok ön plandadır. Tümü ile sistemin kendi içindedir. Aslında sistem karşıtı güçleri engellemek üzere sistem kendi içini netleştirmek temizlemek istiyor. Yeni bir egemenlik düzeyine ulaşmak istiyor. Gelinen nokta da kapitalizmin temel yasası azami karı sermayenin sağlayacağı bir sömürü ortamı, düzeni ve işleyişi yaratmak istiyor. Bu bakımdan farklılıklar var. Bu hususlar önemlidir. Askeri boyutu önde olan savaşlar büyük askeri sonuçlar ortaya çıkardı. Birileri yenildi birileri zafer kazandı, ama sonuçta bir askeri-siyasi güç yenildi. Yeni bir askeri siyasi güç onun üstünde egemen hale geldi. Askeri ve siyasi egemenlik oldu. O mücadelenin askeri-siyasi boyutu öndeydi. Bir askeri-siyasal gücün yerine bir diğeri geçti. Aslında aynı felsefik, ideolojik güçtür, çünkü özü itibariyle değişen bir şey olmadı. Dolayısıyla bir değiştirici yanı yoktur. ‘A’ devletinin yerine ‘B’ devleti, ‘A’ ordusunun yerine ‘B’ ordusu geçti. Devlet devlettir, ordu ordudur yerinde duruyor. Toplumlar açısından bu durum hiçbir farklılık arz etmiyor. Bu nedenle o savaşların ideolojik, sosyolojik, siyasi, toplumsal boyutu zayıf askeri-siyasi boyutu yüksekti. Egemenlerin değişimine yol açtı.
Şimdi burada ulus üstü sermaye düzeninin azami kar yasasını daha fazla geliştirebilmek için ulus devlet sistemi ile yürüttüğü çatışmanın askeri boyutu düşük, ama ideolojik ve sosyal boyutu ön plandadır. Çünkü ulus-devlet ile çatışma halindedir. Ulus-devlet, toplumu karşısına çıkarıyor. Toplumun tümünü etkiliyor ve burada üçüncü bir etken ortaya çıkıyor. Bir yandan kendi içinde hesaplaşırken öte yandan çatışma ve çelişkiden yararlanarak yeni bir eşitlik, özgürlük devriminin gelişmesini engelliyor ve bundan korkuyor. İşte Ekim Devrimi’nin yarattığı deneyim var. Aslında Rus devrimcileri bir boşluk bulup yararlandılar. Ekim Devrimi aslında doğan boşluk ardından gerçekleşti. Ekim Devrimi’nin bu karakterini görmek gerekiyor. O süreçte sadece Rus burjuvazisi hazırlıksız değildi, dünyada da benzer durum vardı. Böyle bir devrimci çıkışı beklemiyorlardı. Ama şimdi Ekim Devrimi ardından 100 yıllık süre ve yaşanan pratiğin kapitalist, emperyalist güçlere de öğrettikleri var. Onlar da kendi içini temizlemek üzere yürüttüğü dünya savaşı içinde başka bir alternatifin çıkmasından korkuyorlar, onu engellemeye çalışıyorlar. Mevcut savaşın karakteri buna yol açıyor. Askeri boyutu düşük, ideolojik ve siyasi boyutu ön plandadır. Kısa süreli değil, uzunca bir sürece yayılıyor. Çünkü kısa sürede bu sorunlar çözülemez. Sistemin yarattığı değerler sistemin bir diğer tarafına karşı direniyor. Bundan alternatif bir devrim, yeni bir devrimin ortaya çıkma ihtimali çok fazladır. Dolayısıyla sistemin yaşadığı çatışma ve çelişki durumundan ezilenler yararlanarak durumu kendi lehine çevirebilir. Yeni bir özgürlük devrimi ortaya çıkarılabilir. Yeni Ekim Devrimi vakası ortaya çıkabilir diye korkuyorlar ve bu temelde de tedbirliler. Bu anlamda ihtiyatlılar. Bunu da görelim. Savaş birazda bu nedenle uzuyor. Şiddetlendirmiyorlar. Şiddetle birilerini yıkmıyorlar. Aslında mümkünse dönüştürmek istiyorlar. Dönüşemeyen katı yapıları kırmakla uğraşıyorlar. Ortadoğu’daki Saddam gibi bazı diktatörleri yıktılar. Böyle bir durum daha büyük ideolojik toplumsal devrim yapmak için zengin imkan fırsat sunuyor.
1. Dünya Savaşı ile kutuplaşan kapitalist yapıların sert askeri çatışmasının, Rusya’da yarattığı boşluktan yararlanarak devrimciler ve sosyalistler Ekim Devrimi’ni ortaya çıkardılar. Şimdi derin kriz ve kaos ortamında çözüm bulamayan devrimden de korkan sermaye güçleri ile ulus-devlet statükoculuğu arasındaki savaş ortamı, daha fazla ideolojik toplumsal derinliği önde olan yeni devrimler yapmak için önemli imkanlar sunuyor. Bu tespiti yapmamız lazım. Rusya tarihini okuyoruz. Ne kadar süre bu çelişkiler devrimciliği büyüttü. 1905’te bir ayaklanma oldu. Ondan sonra 1912’ye kadar ağır baskıdır. Sonra devrimciler yeniden toparlandılar. 1914’de savaş oldu. 1917’de devrim oldu. Beş yıllık gibi kısa sürede oldu. Boşluklardan yararlanarak yaptılar. Kısa sürede ortaya çıkan imkanları değerlendirdiler. Çeyrek asrı bulmuş bir savaş süreci var. Çelişki ve çatışmaları daha fazla derinleştirdi. Daha çok yaydı.
Koşullar devrim için her zamankinden daha fazla uygun
Başta Irak savaşı olarak başlayan, Körfez krizi olarak devam eden, Irak-Kuveyt savaşı giderek Ortadoğu’nun her tarafına yayıldı, dünyayı etkisi altına alıyor. Bir Ortadoğu savaşına dönüştü. Bütün toplumlar savaş içerisine girdiler. Böyle bir durum çelişki ve çatışmaları daha fazla derinleştirdi. Bu çelişki ve çatışmalardan daha fazla yararlanmayı artırdı. Devrimciler ve sosyalistler için bütün ezilenlerin kendilerini örgütleyerek eyleme geçmeleri için önemli bir fırsat ortaya çıktı. “Devrim kitlelerin eseridir” sözü doğrudur, bir yönüyle katılıyoruz. Devrim belli bir çelişki ve çatışma koşullarında oluşuyor. “Devrim çelişki ve çatışmaların sonucunda ortaya çıkıyor” sözü de doğrudur, ama şu da doğru, devrimi yapan da devrimcilerdir. İmkanlar fırsatlar çoktur diye oradan devrim çıkacak diye beklememek gerekir. Bu koşulları iyi değerlendirebilen, siyasi ve eylemsel gücünü gösterebilen o imkan ve koşulları devrime dönüştürebilir. Mevcut haliyle çeyrek asrını geride bırakmış 3. Dünya Savaşı’nın geldiği noktada tıpkı 1917’de olduğu gibi ondan çok daha fazla yeni, özgürlük, demokrasi, eşitlik devrimleri gerçekleştirmek için elverişli imkan ve fırsatlar var. Koşullar devrim için her zamankinden daha fazla uygundur. Mevcut çelişki ve çatışma durumu, kapitalist modernite sisteminin çözümsüzlüğü, devrimi daha fazla gerekli ve yakıcı kılıyor. Küresel sermaye çözümsüz ve bir çözüm üretemiyor. Ulus-devleti yıkmak istiyor, ama yerine yeni bir şey koyamıyor. Zaten bölgede direnen ulus-devlet statükoculuğunun kendini ayakta tutmaktan başka bir yeni bir projesi yoktur. Dolayısıyla bu çözümsüzlük çelişki ve çatışmaları daha çok artırıyor. Alternatif için imkan ve fırsatları daha fazla büyütüyor. Bu bakımdan 1917’de Rusya’da ortaya çıkan durumdan kat kat elverişli daha büyük imkan ve fırsatlar sunan bir devrim durumu var. Ortadoğu’da Rusya’dakinden elverişli bir devrim durumu var.
Ortadoğu’da bir devrimci durum yaşanıyor
Ortadoğu’da bir devrimci durum yaşanıyor. Hala da yaşanıyor. Bu durum doğru değerlendirilirse Ekim Devrimi’ni kat kat aşan, ideolojik toplumsal bakımından da aşan daha derin daha değiştirici ve dönüştürücü bir devrimin imkanları ve fırsatları var. Bu devrimin temel gücü Kürdistan Özgürlük Mücadelesi oluyor. Çünkü 1. Dünya savaşı’nın ortaya çıkardığı Ortadoğu ulus-devlet statükoculuğu, Kürtlerin yok sayılması, Kürdistan’ın bölünmesi, Kürtlere soykırımın dayatılması temelinde oluştu. Kürtler bunu ret ettiler. 20. yüzyılın yarısında da direndiler. İkinci yarısında da PKK ile birlikte bütün parçaları içine alan Ulusal Demokratik Devrimci bir öncülük altında mücadele ortaya çıkardılar. Yani 1. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardıklarını Kürdistan’da yıktılar. Kürdistan bir devrim kalesi haline getirilmiş durumdadır. Diğer yandan DAİŞ ve DAİŞ saldırılarına karşı Rojava ve Başure Kürdistan’daki direnişler, Kobane ve Şengal direnişleri bu çerçevede Irak ve Suriye’de DAİŞ’e karşı yürütülen mücadele yeni bir devrimci dinamiği ve ittifakı ortaya çıkardı. Kürt-Arap ittifakı, yine Kürtlerin Asuriler, Türkmenler ve Ermeniler ile yeni tür Demokratik Özerklik ve Demokratik Konfederalizm temelinde bir çözüm alternatifini oluşturmasını yeni bir devrimci ittifak ortaya çıkarmasını sağladı. Bu da çok önemli bir ittifak gücüdür. Bu temelde süren bir devrimci direniş var. Devrim ve en temel çözüm alternatifi 3. Dünya Savaşı içerisindedir.
Kürdistan Özgürlük Devrimi, Arap Demokratik Devrimi bunların birleşmesi ile öngörülen Demokratik Ortadoğu Devrimi en güncel olan en çok gerçekleşebilecek olan savaşı sona erdirebilmenin en temel devrimi olarak hayat buluyor. Güncel bir mücadeleyi ifade ediyor. Bu devrimin gerçekleşebileceğini ve başarı kazanabileceğini ifade ediyor. Fakat yeterli değildir. Mevcut imkan ve fırsatları yeterli düzeyde değerlendirerek hızla var edecek düzeyde değildir. Daha geniş bir ittifaka ve bütün geçmişin devrimci derslerini çıkarmaya ihtiyaç var. Bütün devrimci güçlerin, sosyalist güçlerin, anti faşist güçlerin bu gerçeği görerek yeni demokratik bir Ortadoğu’yu zihniyette var etmeleri, siyaset olarak kurgulamaları, bunun ittifakını ve ilişki düzenlemelerini oluşturmaları, bu temelde 3. Dünya Savaşını yürüten güçlere karşı ortak bir mücadele geliştirmeleri gerekiyor.
Burada öncülük gerçekten belirleyici ve hayati önemdedir. Önder Apo, bu gerçekliği ortaya koydu. Daha fazla geliştirilmesi, daha fazla Arabistan ve Türkiye’ye düşüncelerinin yayılması bu temelde bütün Ortadoğu halklarına kurtuluşun ellerinde olduğunu göstermeleri, bölgesel bir devrim yapabileceklerini, özgür, eşit bir yaşamı ortak bir şekilde Demokratik Ortadoğu’da yaratabileceklerini öğretmek, bilinçlendirip eğitmek, devrimci eyleme çekebilmek gerekiyor. Büyük bir devrimi yapan devrimcilere günümüz Ortadoğu’sunda ihtiyaç var. Ekim Devrimi’ni kat kat aşan, felsefik ve ideolojik derinliği daha fazla olan bir özgürlük ve insanlık devrimi Ortadoğu’da gerçekleşebilir. Bunun koşulları var. Yapanlar tarihin yeni yapıcıları olurlar.
Ortadoğu’da gerçekleştirilmesi beklenen devrim için HBDH’ye nasıl bir görev düşüyor?
Halkların Birleşik Devrimci Hareketini belirttiğimiz hususlar çerçevesinde ele alıyoruz. HBDH içinde yer alan hareketler benzer değerlendirmeler yapmışlardı. 2015 Kasım’ında PKK Merkez Komite toplantısında bu durumları yeniden değerlendirdik. Bu temelde bölgesel düzeyde imkan ve fırsatları değerlendirebilecek daha geniş bir ittifak ve eylemlerin geliştirilmesi gerektiğini Önder Apo’nun önümüze koyduğu ideolojik ve politik çerçeveyi örgüte ve eyleme dönüştürecek pratiğin bunu gerektirdiğini tespit ettik.
Bu temelde HBDH’nin geliştirilmesinden yana olduk. Hiçbir yerden hiçbir inisiyatif geldiği de belirtilemez. Herkes süreci aşağı yukarı aynı temelde değerlendiriyor. Böyle olunca ilkeli ve amaçları belli bir devrimci öncülüğü birlikte yaratmak üzere yeni bir ittifakı oluşturduk. Bu temelde varlığını sürdürüyor. Örgütlenmesini ve eylemliğini geliştirmeye çalışıyor. İlke ve anlayış birliğini oluşturma, örgütsel yapıyı birlikte şekillendirme fazla zaman almadı. Sorun sadece pratikleştirme sorunudur. Ciddi tarz ve taktik sorunlarımız var. Bunları çözebilirsek, yaratıcı tarz geliştirebilirsek, taktik planlamalar ortaya çıkarabilirsek, böyle bir yaratıcı tarz ve kazanımcı taktiği uygulayan devrimci örgütleri Kürdistan ve Türkiye’de örgütleyebilirsek, büyük gelişmeler olacaktır.
AKP ve MHP faşizminin gelişmesi, boşluklardan yararlanarak vahşi bir saldırganlık açığa çıktı. Biraz muhalif ve devrimci sol örgütlerin nasıl oluştuğunu biliyorlar. Bu saldırıları boşa çıkartacak bir yaratıcı tarza ihtiyaç var. Bu sorunları çözüp bu alanda yaratıcı olabilirsek, HBDH büyük bir devrim hareketi haline gelir. Kürdistan ve Türkiye devrimini birleşik olarak zafer çizgisinde geliştirebilir, buda Demokratik Ortadoğu Devrimi haline gelebilir. Bu konuda görüş birliğimiz tamdır. HBDH içinde yer alan tüm parti ve örgütler olarak ortak düşüncedeyiz. Böyle bir gelişmeyi sağlamada istek ve çaba önemli bir düzeydedir. Sadece üslup, tarz ve taktik sorunlarımız var. Mücadele öncü olarak Kürdistan’da gelişti. Bu 1. Dünya Savaşı içeresinde küresel kapitalist hegemonyanın iç mantığından kaynaklıydı. Bu küresel hegemonya Kürdü yok saydı. Kürdistan’a yüz yıla yayılmış bir soykırım dayattı. Dolayısıyla çelişkinin en yoğun olduğu yer Kürdistan’dı. Bunu ret eden Kürt gençleri, kadınları ve devrimciliği oldu. Kürdistan devrimciliği böyle bir ortamda çıktı. Bu sistemi çözecek ve aşacak bir zihniyeti ideolojik, politik çizgi, stratejik ve taktik anlayışı, özelliklede tarz, üslup ve tempoyu yarattı. PKK devrimciliği bunu oluşturuyor. Önder Apo’nun dehası bunu tanımlıyor. Kuzey Kürdistan’da bu gelişti. Diğer parçalara da yayılıyor. Diğer yandan 1. Dünya savaşı’nın ikinci sınıf toplum olarak saydığı Arap toplumuydu. Arabistan’ı 22 parçaya böldü. İslam Devrimine öncülük eden toplumu ikinci toplum düzeyine düşürdü. Arap toplumu bunu kabul etmedi, hep muhalefet etti ve karşı çıktı. 20. yüzyılın ortasında bunu Nasırcılık ve Baasçılık gibi akımlar yani Arap ulus-devlet milliyetçilikleri toplumun bu duruşunu karşılar bir görünüm verdiler ve toplumu peşlerine taktılar. Ama toplum, bunların kendini temsil edebilecek durumda olmadıklarını, aslında sistemden pay kapabilmek için bunu yaptıklarını gördü.
Mevcut haliyle Ortadoğu’da devrimin kalesi Kürdistan
Ulus devletçiliğin hilesine karşı 2012’den bu yana Arap direnişi var. Mücadele Suudi Arabistan’da gelişti. Mevcut haliyle de Ortadoğu’da devrimin kalesi Kürdistan, yayılma alanı ise Arabistan’dır. 3. Dünya Savaşı Arabistan’da sürüyor. DAİŞ’e karşı mücadelede bu iki dinamik birleşiyor. Bunlar Ortadoğu Devriminin motor gücüdür. 1. Dünya Savaşının yok saydığı halkın direnmesi doğaldır. İkinci topluma düşürülen Arapların direnmesi de doğaldır. Ortadoğu’da büyük dinamik güç ortaya çıkıyor. Dolayısıyla Demokratik Ortadoğu Devrimi öncüsüne ve motoruna kavuşmuş bulunuyor.
Kalıcı sonuç nerden gelecek diye sorulduğunda, gündeme İran ve Türkiye geliyor. İran İslam Devrimini 35-40 yıl önce gerçekleştirdi. Yeni bir dinamik güç var. Türkiye, İran’dan daha öncelikli bir durum arz ediyor.
Öncesinde 1970’lerin başından başlamış bir devrimcilik var. TİKKO ve devrimci hareketlerin öncülüğünde gelişmiş yaklaşık 50 yıl önce sorulmuş bir soru var: “Türkiye faşist bir diktatörlük mü olacak, yoksa özgür bir ülke mi olacak?” Bu mücadele günümüze kadar çeşitli düzeylerde gelmiştir. Özellikle PKK hareketiyle de günümüze kadar devam etmiştir. Bu anlamda İran’a göre devrimci hamle yapmada, değişimi gerçekleşmede daha fazla imkana sahiptir. Çelişki ve çatışmaları daha yoğun ve sistemin çözülüşü daha fazladır. Yalnız başına Türkiye ile olmaz. İran ile de devrimin gerçekleşmesi ve sistemin çözülüşü gerekli, ama kalıcı hamlenin yapılması için birinci planda zemin olarak Türkiye’yi görüyor.
Kürdistan devrimin kalesidir. Kürt-Arap ittifakı, Demokratik Ortadoğu Devriminin motorudur. Türkiye ise Demokratik Ortadoğu Devriminin kalıcılaşacağı en öncelikli zemin durumundadır. HBDH, Demokratik Ortadoğu Hamlesini kalıcılaştırmak üzere mücadele ediyor ve buna inanıyor. Türkiye’de yürüttüğü demokratik mücadelenin, gerçekleştirmek istediği demokratik devrimin sadece bir Türkiye devrimi olmayacağı aynı zamanda Demokratik Ortadoğu Devriminin olacağına inanıyor. Geçmişin darlıklarını aşarak bölgesel demokratik devrimi olarak ele alıyor, küresel boyutta görüyor. Böylece insanlığın özgürlük mücadelesine en büyük katkıyı sunacak yeni bir hamle yaptıracak bir devrimci çıkışı gerçekleştirmeye çalışıyor. Görevlerini başardığında bu sonuca ulaşacağını biliyor.
Kürdistan ve Türkiye’nin büyük devrimci mirası ve önderleri var. Mustafa Suphilerden, Deniz, Mahir ve İbrahimlerden, Kürdistan devrimciliğinden aldığı güçle ve PKK’nin bunu sürdüren gücüyle birleştirerek bu görevlerini başaracağına inanıyoruz. Biz inanıyoruz ki, HBDH başarılı olacaktır. Ortadoğu Devriminin kalıcı hamlesini Türkiye’de gerçekleştirecektir. Buda Demokratik Ortadoğu Devrimi olacaktır. Demokratik Ortadoğu, Özgür Kürdistan, Türkiye, İran, Arabistan’ın özgürleşmesini getirecektir. Burada yaşayan bütün halkların özerklik ve Demokratik Konfederalizm çizgisinde özgür ve kardeşçe bir yaşama kavuşmasını sağlayacaktır.
HBDH çalışmalarında başından beri yer alan Ulaş Adalı ve Gülnaz Egeli yoldaşlar, Şehit Nudem, Mercan arkadaş da katkılar sundu ve toplantılara katıldı. Kadın Birleşik Devrim Hareketi çalışmalarını örgütleyen Gülnaz Ege yoldaşlar bu anlayışı hakim kılmak için en önde savaştılar. HBDH savaşıyor gerillayı geliştiriyor ve Türkiye’ye yayıyor. Bu süreçte büyük bedeller verdiler. Şehitler mücadelemizi aydınlatıyor ve zafer kazanacağımızın somut kanıtları oluyor. Bütün HBDH şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum.