– Tufan Pir Keleş
12 Eylül’ün geliştiği dönemin tahlilleri, politik durum değerlendirmeleri gelmekte olanın faşist bir saldırı, Türkiye’nin emperyalist kuşatma ile yeni bir eksene, hem ekonomik hem de siyasal yönüyle bir alt üst olma süreci yaşanacağı gerçekliğinden hiç kimsenin kuşkusu yok idi. Bu değerlendirmeler ışığında devrimcilerin gelmekte olana karşı durma anlamında cesaret problemi yoktu. İdam sehpalarını tekmeleyen en genç devrimcilerden Nejdet Adalı, Erdal Eren ve aylarca süren işkencelerde direniş destanları yazan binlerce devrimci bu cesaretin ve darbeye karşı nasıl direnildiğinin en somut örnekleridir.
DEV-YOL’dan KURTULUŞ’a, TİKKO’ya, DEV-SOL’a; TÖB-DER’den DİSK’e dönemin bir çok kitlesel örgütü en geniş halk gösterilerinin içinde, örgütleyicisi ve yöneticisi konumundaydı. İşçi direnişlerinden gençlik direnişlerine özgürlük sokakta, sol taşralardan kent merkezlerine her yerde idi.
Darbenin ayak sesleri duyulurken solda yaşanan bir akıl tutulması değildi. Eğer bu bir akıl tutulması olsa idi, darbeye karşı mücadele geliştirmek için Beka’ya giden devrimciler, Karadeniz dağlarına çıkan devrimciler olmazdı. Öyle ki bu durum darbenin askeri-faşist zor yönüne karşı tek direniş seçeneğinde bir devrimci zor gücü ile direniş sergilenmenin gerekliliği ve darbenin geriletilmesinin, yenilmesinin arayışı idi. 71 direnişçileri bu yolu Türkiye devrimci hareketine göstermişti.
Türkiye Devrimci Hareketinin tüm varlığına rağmen 80 darbesini geriletmek ve yenilgiye uğratmak için geliştiremediği mücadele perspektifi birleşik devrimdir. Sol, yüzbinlerce kişilik gövdesi ile darbenin karşısında darbeyi zor gücüyle yenecek, yerine halkların iktidarını kuracak bir örgütlülük geliştirememiştir. Bu süreçten solun bir kısmı darbe ile yüzleşip ona karşı varlığını sürdürmeye çalışırken, bir kısmı tasfiye olurken, bir kısmı da geri çekilerek ülkenin normale dönmesini beklemiştir. Burada Kürt Özgürlük Hareketi’nin darbenin karşısında geliştirdiği yöntem ise bugün kendisini 38 yıllık bir Kürt halk mücadelesi olarak ifade etmektedir.
Türkiye Devrimci Hareketinin savrulma ve yeniden toparlanma arayışlarının üzerinden geçen bu 38 yıl artık bir dur noktasına, yeni olanın da yapılması gerekenin de netliğine TDH’yi itmiştir. Gelinen nokta mevcut düzen içi sol kavrayışından bir kopuşu dayatmıştır. Bu kopuşu gerçekleştirenler bir hattan Türkiye devriminin öncü partiliğine aday olurken, kopuşu sağlayamayan dar grupçu sol örgütler ise faşizmin kuşatmasında kendi varlık-yokluk derdine düşmüşlerdir.
İki yönelim içinde, devrim mücadelesinin çok yönlülüğüyle ortak bir fay hattında, faşizme en büyük sarsıntıyı yaratacak bir depremi örgütlemek bugün için birincil görevdir.
Ortak fay hattı bugün kendini halkların birleşik devrim mücadelesinde, kurulacak en büyük anti-faşist cephede yaratabilir. Erdoğan liderliğindeki AKP-MHP faşizminin işçi sınıfı ve ezilen halklara yönelik cenk cephesi Türkiye’dir. Burada Amed ve İzmir arasında fark yoktur. Dersim dağlarında faşizmin kuşatmasını yarmaya çalışan gerillalar ile kent meydanlarında, sokaklarda faşizmin kuşatmasına direnenler arasında fark yoktur.
Faşizme karşı çok yönlü bir mücadeleyi zorunlu kılan bu siyasal süreç hem fiili meşru-militan mücadeleyi hem de askeri-politik mücadeleyi ortaklaştırmaktadır. Faşizmin cephesinde kazanılacak her mevzi bu şekliyle değerlendirilip, faşizmin tüm merkezlerine yönelen bir birleşik mücadele hattı, birleşik devrim perspektifi ile örgütlenmelidir.
80 darbesinden bugünün farkı, Türkiye halklarının ve devrimcilerinin 80 darbesini yaşamış olmaları, ülkeyi ve devrimci mücadeleyi ne kadar geriye götürmüş olduğunu kavramalarıdır. Bu kavrama içerisinde bugün cesaret sorunu değil, birleşik devrimde ısrar sorunu vardır. Bugün AKP-MHP faşizmini yenmenin formülü İstanbul’dan Hakkari’ye, Kürdistan dağlarından Türkiye dağlarına, fabrikalarına örgütlenecek birleşik devrim mücadelesi ve kurulacak en geniş anti-faşist cephededir.
AKP-MHP faşizminin kuşatması ancak bu hat ile yarılacak, geriletilecek ve yenilecektir. Türkiye devrim mücadelesi ancak böyle bir birliktelikle zafere koşacaktır.