• FORUM
  • İLETİŞİM
18 Nisan 2021
  • Giriş
Halkların Birleşik Devrim Hareketi
  • Açıklamalar
  • Bileşenler
  • KBDH
  • Gençlik
  • Eylemler
  • Birleşik Devrim Dergisi
  • Şehitler
  • Forum
  • MATERYALLER
Sonuç yok
Tüm sonuçları göster
  • Açıklamalar
  • Bileşenler
  • KBDH
  • Gençlik
  • Eylemler
  • Birleşik Devrim Dergisi
  • Şehitler
  • Forum
  • MATERYALLER
Sonuç yok
Tüm sonuçları göster
Halkların Birleşik Devrim Hareketi
Sonuç yok
Tüm sonuçları göster

DKP temsilcisi Ulaş Adalı ile DKP ve Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) üzerine söyleşi

16/05/2016
Açıklamalar, Söyleşi
0
47
PAYLAŞIM
282
GÖRÜNTÜLEME
Twitter'da paylaşFacebook'da paylaşWhatsapp'da paylaş

HBDH’deki Devrimci Komünarlar Partisi (DKP) temsilcisi Ulaş Adalı ile DKP ve Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) üzerine aşağıdaki söyleşiyi gerçekleştirdik.

Ulaş

1- HBDH kuruldu ve tüm kamuoyunda önemli bir yankı yarattı. Devrimci ve sol çevrelerde ciddi bir beklenti ve merak uyandırdı. Sizinle HBDH üzerine tartışmak, HBDH’yi sizin bakış açınızla tanımak istiyoruz. Fakat önce Partiniz DKP (Devrimci Komünarlar Partisi) ile başlamak istiyoruz. Partinizde neredeyse HBDH ile eş zamanlı yani çok kısa süre önce kuruldu ve bir birlik hareketi, birlik Partisi olarak doğdu. Bize DKP’yi, oluşum sürecini ve mevcut sınıflar mücadelesinde diğer devrimci partilerden farklı olarak kendine biçtiği rolü anlatabilir misiniz?

 

Öncelikle içinde bulunduğumuz zor koşullara rağmen böylesi bir röportajı gerçekleştirdiğiniz için sizlere teşekkür ederim. Evet, partimiz kısa bir zaman önce kuruluşunu ilan etti. Bu açıdan bakıldığında DKP, yeniyi temsil eden, geçmişin hatalarından ders çıkartmayı ve hesaplaşmayı önüne koyan ve yeni dönemin cevherini işleyerek, buzu kırıp yolu açmayı hedefleyen yanlarıyla yeni bir parti olarak değerlendirilebilir. Ancak bu durum tek başına DKP’yi tarif etmeye yetmez. Çünkü Partimiz, birlik ve yeniden dirilişi temsil ettiği kadar da tarihseldir. Yani DKP, yeryüzünde eşitsizliğe ve zulme karşı ilk taşı atan adsız savaşçıdan günümüze kadar süren tüm özgürlük ve adalet mücadelelerinin mirasçısıdır. Kökleri, köleciliğe isyan eden Spartaküs’ten, Anadolu’nun unutulmaz isyancıları Babailer’e kadar uzanır. Bu anlamıyla Partimiz köksüz değildir ve dolayısıyla da geleceksiz de değildir. Ancak Türkiye sosyalist hareketinin iki köklü geleneği olan Kurtuluş Hareketi ve TDP’nin “yeniden diriliş” için başlattığı birlik, DKP ile yeni bir boyuta ulaştı. Öncelikle şunu belirtmekte fayda var; Partimiz, birlik ve yeniden yapılanmayı, iki hareketin basit bir toplamı olarak görmemektedir. Birliğimiz, iki hareketin birikimlerini içererek aşan, yeni bir derleniş ve dirilişe de kapı aralayan genel bir sürecin adıdır. Dolayısıyla da DKP, bitmiş ve sonlanmış bir sürecin değil, aynı zamanda sosyalist hareketin yeniden yapındırılması, tabularınnın ve ön yargılarının aşılması için de çaba harcayan yeni bir başlangıcın ürünüdür.

 

Partimiz, programatik görüşlerinde şu ifadelere yer verir: “İşçi sınıfının nihai kurtuluşu için, modern sanayi proletaryası başta olmak üzere işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların, gençlerin ve tüm ezilenlerin bilinçli, örgütlü ve öncü siyasi devrimci savaş örgütüdür. Sınıfsız, sömürüsüz bir dünya için mücadele eder. Doğa ve insan uyumunu esas alır. Patriyarkal sistemi parçalayarak bayrağında ‘herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar’ şiarı dalgalanan komünist bir dünya toplumuna ulaşmak için savaşır.”

 

İşte bu nedenle DKP’nin işçi sınıfının çıkarlarından gayrı bir çıkarı, işçi sınıfının ve tüm ezilenlerin nihai kurtuluşundan başka bir tabusu olamaz. Bu açıdan Partimiz, bu yürüyüş kolunda kitlelere; aklı, cesareti, örgütlülüğü, bilinci ve dirayetiyle önderlik etme dışında hiçbir yolu ve tarzı tanıyamaz. Sesinin ulaştığı her yeri, kulak veren herkesi halklarımızın özgürlük davası için ileriye atılmaya çağırır! Diğer bir deyişle Partimizin oluşumuna önderlik eden çizgi, devrimci bir sıçrayışı gerçekleştirme amacıyla atak, enerjik, yeni tarz ve yöntemlere açık bir mücadeleyi esas alır. Elbette bu durum içinden geçtiğimiz evre ile doğrudan alakalıdır. AKP faşizminin, sosyalist hareketi, Kürt Özgürlük Hareketini ve tüm ezilenleri sıkıştırmak istediği alan, dünya, bölge ve ülke koşullarından bağımsız olarak ele alınamaz. Bizce öncelikli soru şu olmalıdır. “Sıkıştırılmak istendiğimiz alanla yetinecek miyiz?” Aslında bu soruya cevap verilmeden devrimci bir dönüşümden bahsedebilmek olanaksızdır.

 

DKP, tüm bu sürecin değerlendirilmesi ve halihazırda parçalı halde bulunan Türkiye Sosyalist Hareketinin (TSH) durumuna ilişkin yeni bir cevap olma iddiası ile ortaya çıktı. Bu nedenle de çok açık bir şekilde ilan ediyoruz, nerede devrimcilere ait ileri bir yan varsa, onları sahiplenmeye ve geliştirmeye çaba harcayacağız, nerede statüko ve geri yanımız varsa onları da yine tarihin çöplüğüne atmak için mücadele edeceğiz…

 

AKP faşizminin saldırı dalgasına karşı güçlü bir barikat olmak, geriye doğru çekilen kitle hareketinin enerjisini yeniden açığa çıkartmak, dönemin en acil görevi olarak karşımıza çıkıyor. Aksi takdirde ağır ve maalesef tekrar eden yenilgilere bir yenisini daha ekleyeceğiz. İşte bu nedenle içinden geçtiğimiz “zamanın ruhunu” doğru kavramalıyız.

AKP faşizmi, politik hattını üç temel strateji üzerine oturtuyor. Neo-liberalizm, Kürt düşmanlığı ve IŞİD’le içiçe geçmiş bir saldırganlık… Dolayısıyla da saldırının hedefinde çok geniş bir bileşenler yelpazesi bulunuyor. Bu nedenle devrimcilerin, bu kesimleri derleyip toparlayarak tek bir hedefe yöneltmesi çok kritik bir anlam taşıyor. Öncelikli olarak kitlelere güvenme ve kitlelerden öğrenerek, onlara önderlik etme sorunu aşılmayı bekliyor. Bizce bu açıdan Gezi Ayaklanmasının devrimcilere gösterdiği çok önemli veriler var. Elbette ki, dünyanın hiçbir yerinde bir parti ya da örgütlenme istediği için kitleler ayaklanmaz. Ancak Gezi Ayaklanması gösterdi ki, geniş toplumsal kesimler, reaksiyona girdiği anda, büyük patlamalara yol açıyor. Yani kimyasındaki bileşenler, büyük enerjilerin açığa çıkmasına olanak sağlıyor. Ve biliyoruz ki, Türkiye kapitalizmi asla krizlerini aşacak nitelikte bir istikrara sahip değil. Ve bu patlamalar artarak büyüyecek. İşte bu noktada iki temel sorunla karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Birincisi açığa çıkan enerjinin temel bir hedefe yönlendirilememesi, ikincisi ise uzun yıllardır yükselişini sürdüren Kürt devrimi ile eşitsiz gelişimden kaynaklı olarak oluşturulamayan paralellik sorunu… Bu durumu bir fırsat olarak gören AKP faşizmi, bir yandan işçi sınıfı ve geniş halk kesimlerine saldırısını sürdürürken, diğer yandan muhafazakarlık ve ırkçılık ile bu kesimlerin bir bölümünü yanına çekmeyi başarabiliyor. Ve yine kitlelerin iktidara karşı oluşan öfkesini de başka kanallara yönlendirebiliyor. Bu noktada ise sosyalist hareketin parçalılığı sorunu ile kitlelere yön veren politik itirazların parçalı olma sorunu birbiriyle örtüşüyor.

 

Partimiz; işçi sınıfının, emekçilerin, Kürt halkının, sekülerlerin, Alevilerin, azınlıkların, kadınların, gençlerin ve tüm ezilen kesimlerin aynı iktidarın balyozu altında ezildiği gerçeğinin unutulduğu anda asla anlamlı sonuçlar elde edilemeyeceğinin altını bir kez daha çiziyor. Ortaya çıkan tablo çok açık. Örneğin yasal mücadele alanı tamamen tıkanmış durumda. Yasal alanlarda inatla direnmek zorundayız ama bununla yetinemeyiz, mutlaka bu alanı aşan devrimci yöntemleri kullanarak mücadelede bütünlüğü ve çok yönlülüğü kazanarak bir üst seviyeye sıçramak zorundayız. Ancak halen yasal alanlarla  mücadeleyi daraltan eğilimler güçlü. Oysa demokratik alanlarda bir bir patlayan bombalar, AKP faşizmi tarafından uygulanan katliam ve saldırı dalgası, meclisin, yasamanın, yargının ve medyanın tamamen işlevsiz hale getirilmesi ve en önemlisi AKP faşizminin seçimle gelmiş dahi olsa, asla seçimle gitmeyeceğinin haziran seçimlerinde çok açık bir şekilde kanıtlanmış olması bile bu tezi tamamen çürütüyor. Bu nedenle demokratik alan tıkalıysa devrimcilerin, kitlelerin önünü açacak çıkışlar yaratması gerekiyor. Asla unutulmamalı ki, zor bir zamandan geçiyoruz. Ve AKP faşizmine karşı samimi, tutarlı hiçbir muhalefetin, devrimci bir çıkış olmaksızın başarıya ulaşma şansı yok. Bu açıdan sosyalist hareketin birliği ve Kürt devrimi ile kolkola yürüyecek tutarlı bir anti-faşist cephenin oluşturulması meselesi çok önemli bir yerde duruyor. Bizler, halen geniş halk kesimlerini harekete geçirebilecek bir birikim ve cesaretin bu ülkenin devrimcilerinde olduğunu düşünüyoruz. Zaten başka türlü de içinde bulunduğumuz “fasit daireyi” kırmanın mümkün olmadığını görüyoruz. Bu açıdan şimdi cüret, cesaret ve aklı birleştirme zamanıdır. Zamanın ruhuna uygun devrimci çıkışları başarmak zorundayız. Başka bir tabirle Kartaca’lı komutanın dediği gibi “ya bir yol bulacağız, ya da bir yol açacağız…” İşte partimize yön veren temel şiarı bu eksen oluşturmaktadır. DKP, birlik ve yeniden diriliş hattını bu temel üzerine kurmakta ve yine Kürt halkı ile Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin ittifakının oluşturulması ve güçlü bir cephenin inşaa edilmesi amacıyla kurulan HBDH’yi de bu yürüyüş kolunda stratejik olarak görmektedir.

 

2- Şimdi HBDH’ye dönelim. HBDH nasıl bir politik ortamda kuruluşunu ilan etti. İçinden geçtiğimiz siyasi süreci ve 2016 yılı itibariyle atılan bu adımı kendi cephenizden nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Fransız Devrimi’nin meşhur bir sloganı vardır, “Sen diz çöktüğün için onlar sana büyük geliyorlar. Ayağa kalk!” diye… Evet, gerçekten de zaman şimdi, dik duran ve diz çökmeyenlerin zamanı! Unutulmamalı ki, 2013 yılından bu yana çok önemli gelişmeler yaşanıyor. Bir yandan politik, askeri ve siyasi alanlarda çıkışlar ve zaferler, diğer yandan çok büyük katliamlar ve saldırı dalgası ile karşı karşıyayız. Zamanın hızı değişmiş durumda! Her yeni gün ve dahi saat bile politik dengelerde belirleyici hale gelebiliyor.

 

2013 yılı Türkiye egemen sınıfları ve AKP faşizmi açısından zor bir yıl oldu. Zaten o tarihten bu yana normal bir siyasi süreç de yaşanmıyor. Gezi Ayaklanması, beklenmeyen kesimlerin, beklenmeyen dinamik çıkışları sayesinde Türkiye siyasi tarihinde daha şimdiden yerini aldı. Bizce Gezi Ayaklanması 30 yıldır dişe diş bir mücadele yürüten Kürt Devriminin yanına Türkiyeli rengi geri getiren çok önemli bir tarihsel hamleydi. Ayaklanma, esasen hükümete karşı biriken öfkenin net bir sonucuydu. Yani Ayaklanmanın hedefinde tartışmasız bir biçimde, AKP faşizmi ve RTE yer alıyordu. Ancak genel olarak sosyalist hareket ve diğer toplumsal muhalefet güçleri bu gerçeğin üzerinden es geçti. Burada başka bir gerçeğe daha değinmek gerekirse, o da ortaya çıkan tabloyu en iyi kavrayanın RTE olduğudur. Zaten AKP faşizmi de aldığı önlemlerle bu gerçeği tekrar tekrar kanıtladı. Ve yükselen kitle hareketini bastırmak ve öfkeyi başka kanallara aktarmak için kavgayı en iyi bildiği alana doğru hızlıca sürükledi. Hatırlanacaktır RTE, AKP faşizmine karşı yükselen halk hareketini hemen seçim sandığına davet etti. Gezi Ayaklanmasını sürdürmeyerek bir de seçim sandığında AKP’nin defterini düreceğini iddia edenler açısından ise seçim büyük bir yıkım oldu. Aslında ortaya çıkan durum içine girilen “fasit dairenin” bizleri sürükleyeceği kaçınılmaz sondan başka bir şey değildi. Ve sonucu da zaten öyle oldu. Dünyada hiçbir halk hareketi yoktur ki, salt seçim sandığıyla başarıya ulaşmış olsun. Tekrar hatırlatmak gerekirse AKP’nin oyu yerel seçimlerde doğru düzgün gerilemediği gibi daha sonra Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde RTE, oyların yüzde 52’sini alarak “tek celsede” Cumhurbaşkanı olmayı başardı. Kitlelerin özgüveninde ise ciddi bir kırılma yaşandı. Oysa AKP faşizmi, ilk kez istediği bir işi yapamamıştı. Gezi Ayaklanması nedeniyle ilk kez “yıkıp dokusunu istediğim gibi değiştireceğim” dediği ve kitlelerle “çapulcu bunlar” ve “tencere tava hep aynı hava” diye alay ettiği halde Gezi Parkını yıkamamıştı. Yani seçimler sonucunda Gezi Parkı ayaktaydı ama Gezi Ayaklanması gerçek anlamda ayakta kalamadı! Çünkü öncü olduğunu iddia edenler ayaklanmayı büyütmek yerine, seçime kilitlenmişlerdi…

 

2014 yılında yaşanan seçim yenilgisine karşın, halen kitle hareketi diriydi. Kobanê direnişinin zafere ulaşması ise yeni bir çıkışı beraberinde getirdi. 6-8 Ekim direnişi ve ardından Kobanê zaferinin gerçekleşmiş olması siyasi dengeleri altüst etti. Burada Kobanê’de yaratılan ve çağımızın en önemli destanlarından birini halklarımıza hediye eden Kürt halkı ve Kürt Özgürlük Hareketi başta olmak üzere Kobanê’de emeği geçen sosyalistleri de bu açıdan genel soldan ayırmak gerekiyor. Kobanê’de genel anlamda ileri ve geri karşı karşıya geldi ama tarihe geçecek bir dönüm noktası oldu. Emperyalizme ve bölge gerici iktidarlarına karşı bölge çapında devrimci bir alternatifin doğuşu yaşandı. Kobanê’de yalnız Kürtlerin geleceği için yalnız Kobanê’nin kurtuluşu için savaşılmadı. Siyasal gelişmeleri kavrayan herkesin görebileceği gibi, bölgede cihatçı IŞİD çetelerinin yarattığı tehlike tüm bölge halklarını tehdit ediyordu ve Kobanê’de bölgenin geleceğinin savaşı yaşandı. Bugün daha net görülüyor, AKP faşizmine karşı savaş gerçekte Kobanê’de başladı. Kapışmanın bu alandan başlayacağını farkeden devrimci güçler Kobanê direnişinde yerlerini aldılar. Zaten aynı sosyalist sektörlerin bugünkü siyasi süreçlerde ciddi bir manivela görevini üstlendikleri de görülüyor.

 

2015 yılı ise AKP faşizminin saldırılarını boyutlandırdığı, katliamlar gerçekleştirdiği ve katliamlara karşı da direnişlerin yaşandığı bir yıl oldu. 7 Haziran seçimleri öncesinde Adana, Mersin, Amed ve ayak seslerini duyduğumuz AKP faşizmiyle içiçe geçmiş cihatçı IŞİD çetesi işbaşındaydı. IŞİD çetesi tarafından seçilen hedefler tüm dünyada o ülkelerin hükümetlerini sıkıştırmaya dönük iken, Türkiye’de hükümeti desteklemeye dönük oldu. IŞİD çetesi sosyalistleri, Kürt halkını hedef seçti. Çünkü AKP faşizmi, IŞİD çetesiyle doğrudan işbirliği yapmakta hiçbir beis görmemişti. Başından beri desteklediği çeteler, günü gelmiş AKP’ye olan vefa borçlarını ödemeye başlamıştı. Aynı dönem Kobanê zaferi ve HDP’nin 7 Haziran siyasi çıkışı, AKP’nin tek başına iktidar olmasını engelledi. İşte önemli bir kırılma anı da bu oldu. Seçimle gitmeyeceğini ilan eden AKP faşizmi, derhal özyönetim direnişlerine ve halklarımıza karşı saldırıya geçti. 24 Temmuz saldırısı ve Ankara mitinginde yaşanan katliamla başlayan süreç Varto, Sur, Nusaybin, Gever vb. başta olmak üzere birçok Kürt yerleşim yerlerine tanklar, toplar ve yüzbinlerce PÖH ve JÖH ile birlikte girilen toplu katliamlara dönüştü. Şehit Mehmet Tunç’un “diz çökmeyeceğiz, halkımızın canı sağolsun…” çıkışı halklarımızın kalbine, bilincine gömüldü.

 

İşte 2016 yılında HBDH, tüm bu sürecin değerlendirilmesi üzerinden yeni bir soluk olarak siyasi sahnedeki yerini aldı. Tıpkı, “Sen diz çöktüğün için onlar sana büyük geliyorlar. Ayağa kalk!” çağrısında olduğu gibi HBDH’de, AKP faşizmine karşı diz çökmeyeceğini ilan etti. Ve halklarımıza mücadele kanalı açarak zaferin yolunu gösterdi…

 

3- HBDH hangi politik eksenler üzerine kuruldu, hedefi nedir? HBDH’de 9 kurucu devrimci parti ve örgüt var. Diğer örgütlere de açık mı, katılımda hangi kriterleri esas alıyorsunuz?

 

Gezi Ayaklanması, 6-8 Ekim serhildanları ve 7 Haziran 2015 genel seçiminde kaybeden faşist AKP ve Erdoğan çetesi Türkiye ve Kürdistan halklarına topyekûn savaş ilan etti. İŞID ile işbirliği içinde, Rojava Devrimine, emekçi halklarımıza ve bölge halklarına karşı siyasi, askeri saldırılar yürüttü ve yürütmeye devam ediyor. Silopi, Cizre ve Sur başta olmak üzere, tüm Kuzey Kürdistan kent ve kasabalarında tam bir faşist terör uygulamaya başladı. HBDH esasen siyasi sürecin, biranda kışa kestiği bir dönemde ortaya çıktı. Bu durum, bir tarafıyla beklenen bir süreç olmakla birlikte, diğer taraftan kitlelerin beklemediği ve alışık olmadığı bir gelişmeydi. AKP faşizmi, saldırılarını arttıracağının işaretlerini elbette ki vermişti. Ancak politikanın salt şiddet araçlarıyla yürüyeceği, şiddetin bu derece yükseleceği, birçok çevre tarafından öngörülemedi. Bu açıdan HBDH, bu tıkanmayı aşacak devrimci yol ve yöntemleri mücadele gündemine alarak yola çıktı.

 

AKP faşizmi halklarımızın birlikte ve kardeşçe yaşama zeminini yok edecek kadar büyük ve tehlikeli bir politika yürütüyor. Dolayısıyla da AKP faşizmine dur demek ve onu yenilgiye uğratmak, bugün tüm Türkiye halklarının ve devrimci-demokratik güçlerin en önemli, birincil ve ertelenemez görevi haline geldi. Çünkü AKP faşizmi, kendine yönelen tüm muhalefeti devlet terörü, sokak infazları, kitlesel katliamlar ve yaygın tutuklamalarla ezmeye çalışırken aynı zamanda Kürt halkına karşı da yüz binlik şehirleri tank ve top ateşiyle yerle bir ederek kitlesel bir katliama dönüştürdü. AKP faşizmi, TC devletinin geleneksel, modern ve tüm gerici ve faşist güçlerini arkasında toplayarak, tüm muhalefeti ezmek ve tek parti diktatörlüğünü kurmak için topyekün savaş ilan etti. Bu kanlı ve faşist ittifakı da Kürt düşmanlığı üzerinden yürütüyor. İşte bu açıdan TKP/ML, PKK, THKP-C/MLSPB, MKP, TKEP-LENİNİST, TİKB, DKP, DEVRİMCİ KARARGÂH, MLKP tarafından oluşturulan HBDH, politik ve askeri yükü oldukça ağır olan bir süreci omuzlamaya girişti. Elbetteki tüm bileşenler tek tek kendi cephelerinden çeşitli karşı duruşlar örgütlemekte. Ancak mevcut haliyle devrimci parti ve örgütlerin yürüttüğü çalışmalar, belli gelişmeler yaratsa da, ihtiyaç duyulan öncülük düzeyinin oluşturulamadığını tespit etmek gerekiyor. Bu açıdan saldırgan faşist odaklara güçlü ve birleşik bir yanıt verilmesi ihtiyacı HBDH’nin oluşturulmasına öncülük eden ana fikir oldu. Buradan bir kez daha belirtmek gerekirse hareketimiz, AKP faşizmine karşı mücadele etmek isteyen tüm kesimlere, partilere, örgütlere ve bireylere açıktır. RTE ve tek parti diktatörlüğüne karşı ortak mücadele edeceğiz ve birlikte kazanacağız…

 

4- HBDH bu politik eksenler ve hedefler temelinde nasıl bir pratik yürütecek? HBDH’nin devrimci güçlerin salt birleşik askeri faaliyetlerini yürütmek için kurulmuş bir birlik olduğu kanısı da az çok var. Bu doğru mu? Politik, askeri ve diğer mücadele biçimleri karşısında kendini nasıl konumlandırıyor?

 

Burada özyönetim direnişleri ve bu direnişler karşısında nasıl konumlanıldığına dikkat çekmek istiyorum. Çünkü bu yolla HBDH’nin nasıl bir pratik örgütleyeceği ve hangi ihtiyacın ürünü olduğu meselesine de değinmek mümkün.

 

Bugüne kadar kentlerde ortaya çıkan hiçbir modern direniş biçimi yoktur ki, barikatlara başvurmamış olsun. Örneğin Fransızsızlar bu konuda en birikimli kent hareketleri bütününe sahip. Paris Komününden bu yana barikatlar, Fransız siyasetinin belirleyeni. Hatta Fransız burjuvazisi barikatları engelleme amacıyla büyük kentlerdeki dar sokakları yıkarak direnişçilerin işini zorlaştırmak için önlemler aldı. Unutulmamalı ki barikatlar, Arjantin’den Yunanistan’a, Gezi Ayaklanmasından, Moskova’ya, Paris’ten Kürt kentlerine kadar tüm ezilenlerin başvurduğu vazgeçilmez bir olgu. İşte bu nedenle “tabi hendek ve barikatlar yanlış ama…” diye başlayan her cümle esasen AKP faşizmine karşı direnen onbinlerce insanın mücadelesini yok saymak demek. Ve daha önemlisi zaten eşitsiz bir güce karşı savaşan ezilenlerin, bir de ellerindeki yegane taktik yöntemi almaya kalkmak anlamına geliyor. İşte bu nedenle amasız ve fakatsız, kentlerde kurulan hendek ve barikatları sahiplenmek gerekiyor. Çünkü çağımızın en ciddi direnişleri bu alanlarda karşılık buluyor. “Yollara hendek mi kazılır?”  diyenlerin, tüm dünyada barikatların nasıl kurulduğuna iyi bakmaları gerekiyor. Hendek sadece ve sadece “yeni barikat taktiğinden” başka bir şey değildir. İsteyenler eski litos çizimlerinde Paris’te kurulan barikatlara bakabilir. Orada 4-5 katlı binalarla eşit boya kadar yükselen barikatlar görecekler. Yani hiç de Sur’da, Cizre’de, Gever’de kurulan barikatlardan farklı değildir. Fransız burjuvazisi Paris Komünü barikatlarına, Çarlık Rusyası Moskova Ayaklanmasına nasıl saldırdıysa, şimdi de AKP faşizmi Kürt barikatlarına öyle saldırıyor. Egemenlerin saldırıları dün tekerlekli toplar, piyade tüfekleri, süngüler ile gerçekleşirken bugün tanklar, helikopterler ve binbir çeşit silahlarla gerçekleşiyor. Onların saldırıları aynı, ancak nedense Kürtlerin direnişi aynı sayılmıyor. Oysa tüm dünyadaki barikatlar ve kitlelerin direnişi birbiriyle paralellik taşıyor. Paris Komününü yaratanların daha az mı silah kullandığını, diğer halk ayaklanmalarında devrimcilerin ve komünistlerin daha mı az şiddete başvurduğunu zannediyorsunuz? Hayır. Hendek ve barikat taktiği için denilebilecek tek şey olsa olsa daha ileri, daha güçlü ve egemenleri daha çok zorlayan yöntemler kullanıldığı gerçeğidir.

 

İşte HBDH bu örnekte olduğu gibi yaşanabilecek gelişmelere ikircimsiz olarak müdahaleler gerçekleştirebilecek devrimci bir çıkışın adresi olacaktır. Yasal meşru mücadele alanın tıkandığı durumlarda HBDH, Fransızca konuşabilmeyi ilk ve en önemli görev olarak koymaktadır. Reformist ve pasifistler hem içerisine girmiş olduğu fasit dairenin bir sonucu hem de doğası gereği hendek ve barikatları savunamaz. Ancak devrimciler, salt AKP faşizminin “muhalefete” sunmuş olduğu alanla yetinemez. Bu hem askeri, hem siyasi ve hem de politik olarak böyledir.

 

Öyleyse HBDH ne yapmalıdır? Aslında bu soruya kamuoyuna kendimizi duyurduğumuz ilk açıklamada şu sözlerle cevap verdik: “Bizler Türkiye ve Kürdistan devrimci ve sosyalist güçleri olarak işbirlikçi faşist AKP ve TC egemenlik sistemine karşı silahlı mücadele de dahil tüm alanlarda ve tüm araç ve yöntemlerle devrimi yükseltmek için güçlerimizi Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nde birleştirdik. Birliğimiz dışımızdaki tüm direniş güçlerine açık olduğu gibi oluşacak tüm mücadele ve eylemlerin de içinde olacak, destek sunacak ve ileriye taşıyacaktır.” Dolayısıyla HBDH kendisini ne salt askeri ne de salt siyasi alanda konumlandırıyor. Tüm bu alanların bileşkesi, yani ne biri ne öteki ama hem biri hem de öteki arasında çok yönlü ve zengin mücadele biçimleri arasında konumlandırıyor.

 

5- HBDH’nin örgütsel işleyişini ve yapısını anlatır mısınız? Türkiye’de, yurtdışında ve Ortadoğu cephesinde nasıl örgütlenecek? Daha yerel bağlamda düşünürsek; tek tek pratik mücadele alanlarında örneğin işyerlerinde, mahallelerde, okullarda nasıl örgütlenecek?

 

Esasen HBDH ile yaptığımız iş, klasik anlamda bir cephe örgütlenmesi. Ve her cephe örgütlenmesinin doğasında olan “farklı yanlarımız zenginliğimiz, aynı olan yanlarımız gücümüzdür” perspektifi örgütsel işleyişimize yön veriyor. Yani farklılıklarımızı değil, birleşik yanlarımızı öne çıkartıyor ve güçlendiriyoruz. Zaten herbiri farklı çalışmalara sahip devrimci parti ve örgütlerin söz, eylem ve örgütlenme özgürlükleri mevcut. Bu durum çalışmalarımızı kolaylaştırıyor. Ancak farklı tarz, üslup ve yöntemlerimizin varlığı da biliniyor. Dolayısıyla da birleşik mücadele alanımıza hiçbir parti ve örgütlenme kendisini dayatmıyor. Hal böyle olunca da ortak yanlarımızı öne çıkartabildiğimiz özgün bir çalışma prensibi yaratmamız da çok zor olmuyor. Sadece zamanı ve hızı kontrol etme konusunda çeşitli problemler yaşanabileceğini öngörüyoruz. Zaten bu durumu aşmak için de büyük bir çaba sarf ettiğimizi söyleyebilirim.

 

Türkiye, yurtdışı ve Ortadoğu cephelerinde yeralıyor oluşumuz hem pratik hem de ihtiyaçlarımız ile örtüşüyor. Örgütlenmemizi nasıl geliştireceğimiz meselesi ise elbette ki biraz daha fazla zamana ihtiyaç duyduğumuz bir mesele olacak. Ancak şöyle özetleyebiliriz. Bileşenlerimizin ve bizlerle politik paralelliğe sahip tüm eylem ve mücadele biçimlerinin olduğu her alanda HBDH var demektir. Dolayısıyla da HBDH, işçi sınıfının, emekçilerin, ezilenlerin, halklarımızın olduğu tüm alanları sahiplenecek, içinde olacak, destek sunacak ve ileriye taşıyacaktır.

 

DKP olarak bizim önerimiz tüm alanlarda demokratik mücadele içinde, ortak büyük kitlesel havuzlarda tüm güçlerimizi birleştirecek odakların yaratılması yönündedir. Birliğimizin ilke ve hedefleri doğrultusunda gençlik, işçi sınıfı, liseler, basın-yayın-propoganda, akademiler, kültür kurumları, cezaevleri, sendikalar, mahalli birimler vb. eklenecek tüm alanlarda, olabilen birimlerde ortak demokratik örgütler kurmak, başka alanlarda gerçek anlamda dayanışma içinde yanyana durmak ve bütün alanlar için somut örgütlenme ve eylem programları çıkararak mücadeleyi en temel birimlere kadar yaymak. Bunun zamana ihtiyaç duyduğunu biliyoruz. Ancak faşizm en başta işçi ve emekçi haklarına karşı bir savaştır. Savaşın bu cephesi acımasız bir kıyıcılıkla ve şiddetlenerek sürmekte başta sınıf olmak üzere tüm çalışanlar yüz yıllık kazanımları gangaster metotlarıyla gaspedilmiştir. Burada çok sert bir savaş sürüyor sadece karşı kutpu olmadığı, emekçiler karşı koyamadığı için tek taraflı yağma olarak sürüyor. Hazırlanarak tüm güçlerimizi birleştirip, örgütlenip, toparlayarak buralarda büyük bir direniş ve karşı saldırılara girişmek zorundayız.

 

6- HBDH Türkiye ve Kürdistan’da örgütleniyor. Öte yandan Türkiye ve Kürdistan devrimleri eşitsiz ve kimi zaman çok farklı gündemlerin öne çıktığı karmaşık süreçler içinde gelişiyor. Bu politik taktik gündemlerin farklılaşmasına ve doğal olarak pratik tutumlarda çatallanmalara vb. yol açıyor. HBDH, birleşik bir gündemi, hem Türkiye, hem Kürdistan’daki mücadele birikimini birleştirecek pratik zemini nasıl yaratabilir?

 

Türkiye ve Kürdistan gündemlerini farklılaştıran temel sorun iki devrimin eşitsiz gelişmesi ve Kürdistan devriminin bölgesel karakteri ve kazandığı boyutlardır. Ancak Kürdistan devriminin bölgesel ve büyüyen boyutları zaman zaman iki mücadelenin gündemlerini farklılaştırsa da yalnızca dezavantaj olarak anlaşılmamalı aynı zamanda bu devasa bölgesel güç Türkiye devrimi ve devrimci güçler için büyük olanaklar sağlıyor.

 

Kürdistan 4 parçalı sömürge oluşundan kaynaklı olarak ulusal ve bölgesel görevlerle karşılaşıyor ve bu durumdan kaynaklı dönem dönem farklı gündemlerin öne çıktığını söyleyebiliriz. Ancak unutulmaması gereken en önemli olgu Kuzey Kürdistan’ın 4 parça içerisinde çok önemli bir yer tuttuğu gerçeğidir. Dolayısıyla da Türkiye işçi sınıfı, emekçileri ve ezilenleri ile Kürdistan halkının mücadelesini en keskin sürdürdüğü alan AKP faşizminden başkası değildir. Dolayısıyla talepler birbirinden farklı olsa da aynı ceberrut devlet ve aynı iktidara karşı mücadele birleştirici bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Eşitsiz gelişmeye rağmen, birlikte mücadeleyi mümkün kılan şey de zaten budur. Çünkü iki önemli mücadele birikimi aynı kanala aktığı gibi geniş kitlelerde ve temel taleplerde ortaklık birarada ve aynı anda mümkün olmaktadır.

 

Kürt halkının dönem dönem kopuş yaşamasına neden olan şey sadece eşitsiz gelişimden kaynaklanmıyor. Esasen emekçi sınıfların çok geniş bir kesimini etkileyen ve çoğu zaman birincil kimlik olarak öne çıkan yan şovenizm zehirinde düğümleniyor. Hatta şovenizmden sosyalist hareketi azade kılmak dahi mümkün olmuyor. Maalesef sosyalizme içkin olmayan iki politikanın yani liberalizm ve ulusalcılığın önemli bir yer kapladığını da söyleyebiliriz. Liberal sol ve ulusal solun etkisini kıracak yegâne gücün enternasyonalizm olduğunu bir an dahi unutmadan mücadelemizi sürdürmeliyiz. Aksi halde sadece aynı düşmana karşı mücadele ettiği halde hiç de bileşik olmayan bir durumun ortaya çıkması ile karşılaşabiliriz.

 

AKP faşizmi çok geniş kesimlere bir anda ve çok kapsamlı bir saldırıya girişmiş durumda. Özellikle RTE açısından bu durum sadece politik bir yönelim değil, aynı zamanda ayakta kalışın yegâne yolu olarak gözüküyor. Çünkü RTE, sanki dik ve sarp bir kayalıktan yukarıya tırmanıyor. Gücünün tükenmesi ve durması ise sadece bulunduğu konumu korumasıyla sonuçlanmayacak. RTE ve AKP faşizmi durduğu anda, bulunduğu uçurumun kenarından aşağıya tepetaklak yuvarlanacağını biliyor. İşte bu nedenle de amansız ve sürekli bir saldırganlığı kendisine muhalif tüm kesimlere karşı sürdürüyor. Bu da bütün ara tonların siyaset sahnesinden silinmesine yol açıyor. Yani AKP açısından siyah ve beyazdan başka renk yok. Ancak ona muhalefet edenler açısından aynı şeyi söylemek mümkün değil. Oysa aktif çoğunluğun azımsanmayacak bölümü, AKP ve IŞİD’de cisimleşen faşist politikaların karşısında tutum alıyor. İşte HBDH’nin öncelikli olarak örgütlemesi ve faşizme karşı mücadeleye sevk etmesi gereken kesimlerde bu kulvarda yeralanlar olmalı!

 

HBDH çok geniş kesimlerin taleplerini kapsayarak, onları tek ve birleşik bir mücadeleye sevk edebilir. Bu açıdan biz, HBDH’nin AKP-IŞİD faşizmini hedef alan ve kitlelere güven vermeyi başarabilen anti-faşist karakterinin önde olduğunu düşünüyoruz.

 

7- Merak edilen, üzerinde durulup tartışılan noktalardan biri daha önceki birlik deneyimlerinden hareketle HBDH’nin başarılı olup olamayacağı. Daha öncesi de var ama, özellikle 1980’lerden bu yana Türkiye ve Kürdistan’da pek çok cephe, güç ve eylem birliği vb. birlikler geliştirildi, denendi ve sonuçsuz kaldı. HBDH’nin daha önceki deneyimlerden farklı olarak başarılı olmasını sağlayacak bir anlayış birliği, maddi pratik zemin gerçekten var mı?

 

Elbette ki tarihi kendimizden başlatmıyoruz. Bizden önce de birçok kez çeşitli düzeylerde oluşturulan ittifak ve cephe birliktelikleri var. Bu ittifak zeminlerinin içinde bulundukları koşullar ve anlayışlarla ilgili birçok faktör mevcut. Ancak rahatlıkla şunu söyleyebilirim ki, ülkede koşulların hem bu kadar elverişli, hem de bu kadar zorunlu olduğu hiçbir dönem yaşanmadı. Çünkü daha önce de söylediğim gibi AKP faşizmi kendi dışındaki çok geniş kesimlere, büyük bir saldırı dalgası başlattı. Dolayısıyla da bu kesimlerin önemlice bir kısmı açısından özelde RTE ve genel olarak tüm yaşam biçimlerini belirlediklerini düşündükleri AKP tam anlamıyla bir nefret objesine dönüşmüş durumda. AKP’nin bu freni boşalmış kamyon gibi ilerleyişi aynı zamanda büyük bir tedirginlik yaratıyor. Yine IŞİD ile girmiş olduğu ittifak, bu tedirginliği arttıran bir faktör. İşçi sınıfının yaşam koşulları giderek zorlaşıyor. Ve insanların gözü önünde milyon dolarları “sıfırlayanların” büyük bir öfkeyi üzerlerinde topladıkları aşikar. Kürt halkına karşı tarihte görülmemiş düzeyde katliamlar örgütleyen, bütün uluslarası camiada IŞİD ile kirli bir ittifaka giriştiği için tepki toplayan ve kendilerini güvende hissetmeyen Alevilerin, demokratik-laik kesimlerin, azınlıkların öfkesiyle karşı karşıya olan bir iktidardan bahsediyoruz.

 

HDP’li vekillerin dokunulmazlıkları büyük bir oldu bittiyle kaldırılırken, hırsızlıkları ayan beyan ortada olan AKP’lilerin rahat rahat dolaşmasını bu toplumun hoş görmesi mümkün değil. Kadınlar ülke tarihinin hiçbir döneminde bir iktidarın azmettiriciliğiyle saldırıya uğramadılar.  Gençler büyük bir geleceksizlik kıskacına alınmış durumdalar. Ve bütün bunlar gözönünde yaşanırken AKP faşizmini iktidarda tutan tek olgu şiddet aygıtlarını tamamen arkasına toplamış olması. Bu da aslında kendi durumunun son derece farkında olduğunu gösteriyor.

 

8- Hem düzen cephesinden, hem Türkiye’deki sosyal şoven hareketlerden, hem de Kürdistan’daki ilkel milliyetçi kesimlerden HBDH’ye yönelik eleştiri ve saldırı yağmuru başladı. “PKK’nin taşeronluğu”, “PKK kuyrukçuluğu” vb. söylemler bu kesimlerin kullandığı en hafif söylemler. Bu konuda birşeyler söylemek ister misiniz?

 

Kürt halkına saldıran ve savaş ilan eden AKP öncülüğü ve Tayyip Erdoğan’ın baş komutanlığında T.C. devletidir. Bu artık düşük yoğunluklu filan değil basbayağı ağır kayıplara mal olan sert bir savaştır. Erdoğan ve T.C. bu savaşın boyutlarının da, gereklerinin de fazlasıyla bilincindedir ve buna uygun savaşı savaş olarak anlıyor ve davranıyor. Fiili savaş kadar psikolojik savaşında öneminin farkında olduğu için halklar ve devrimciler cephesindeki en küçük kıpırtıları bile ciddiye alıyor ve tedbirlerini ona göre alıyor. Bu savaşta yumuşak karnının Türkiye tarafı olduğunu biliyor ve Türkiye tarafını fiili bombalarla terbiye ederken ideolojik cendereyi sıkıştırıyor, şovenizme ve Kürt düşmanlığına oynuyor. Türkiye’deki tüm farklı eğilimleri sert ve deşhet boyutlarda savaş araçları ve psikolojik savaşla paralize ediyor. En büyük kozu 30 yıllık savaş sonucu oluşan şovenizm ve Kürt düşmanlığıdır. Bunun kırıldığı nokta AKP nin de düzenin ve tüm gericliğin de ağır yenilgisi olacaktır. Bunun için bütün gücüyle Türkiye devrimci demokratik muhalefeti ile Kürt direnişinin birliğini önlemeye çalışıyor. Psikolojik savaş olarak “PKK taşaronluğu” terimini kullanıyor.

 

AKP ve devletin gerekçelerini biliyor ve anlıyoruz; psikolojik savaş yürütüyor ancak soldan gelen “PKK kuyrukçuluğu” tam bir gaflettir ve apolitizmdir. Yukarıda söyledim, AKP ve T.C. ciddi olduğu ve savaşı ciddiye aldığı için buradan saldırıyor. Sol şaşkınlar bu gün yaşanan savaşı hiç anlamadıkları ve savaşın farkında dahi olmadıkları için AKP ile aynı yere vuruyor. AKP ve devlet bütün gücüyle Kürt devrimi ve Türkiye devrimi arasındaki bağı koparmak kırmak için saldırıyor bilinçli bilinçsiz sol şaşkınlar aynı hedefi gözetiyor. Şaşkın ördek kendi yavrularını telef eder misali bunlarda kendi cephesine bilinçsizce kurşun sıkıyor.

 

Erdoğan “Ya baş eğeceksiniz ya baş vereceksiniz” diyor. Bunu televizyondan 80 milyona karşı söylüyor. Bu tehdidin büyüklüğünü kavrayan herkes ciddi olmak zorundadır. Baş eğmeyeceksen Erdoğan karşıtı cepheyi büyüteceksin. Faşizmi, diktatörlüğü yıkmak gibi iddialarında biraz ciddi olanlar Kürt güçleriyle birleşmekten kaçınamaz. Biz Erdoğan ve AKP faşizmine karşı olanların boyun eğmekten yana olduğunu düşünmüyoruz. Devrim iddiasındaki güçleri ciddiyete davet ediyoruz. Şovenizm ve derinlerdeki önyargılar geniş kitleleri Erdoğan faşizmi karşısında tereddüte itiyor öncü ve devrimci, savaşçı iddiasındakiler bu önyargılardan arınmalı ciddi ve sağlam bir devrimci savaş cephesi girişmi olan HBDH’ni güçlendirmek için zaman kaybetmemelidir. Yoksa vakit çok geç olacaktır.

 

HBDH değil diyenlerin önerilerini bekliyoruz. Değişik sosyalist örgüt ve partiler bir yanıyla tehdidin farkındalar. Faşizm ve diktatörlük Kürt savaşı üzerinden güç devşiriyor. Faşizm yarın kaşısına çıkan ve çıkacak olan herkese Kürtlere kullandığı her yöntemi kullanacaktır. Bugün Kürtleri bombalayan uçak filoları yarın kim baş eğmiyorsa onları bombalayacak, tanklar, obüsler, bombalar, kimyasallar direnenlere kullanılacaktır. AKP’nin islamcı fşistleri, MHP’nin ırkçı faşistleri, Doğu Perinçek’te temsil edilen nasyonal Türk faşistleri, tarikatlar, mafyalar, IŞİD, Nusra, Ahrar-uş Şam uzantıları alevilerin, laiklerin, devrimcilerin, demokratların kellelerini isteyecektir. Bu gerçeği görmeyen siyasetçi, devrimci gafildir. Bunu gören ise sırasını beklemeden harekete geçmek zorundadır. Cafcaflı lafların, dolambaçlı sözlerin zamanı değil. Uçak, tank, bomba, silah, faşist milisler, dinci katil sürüleri, mafya tetikçileri, üniformalı IŞİD, JÖH ve PÖH’ler salon toplantıları, demokrasi temennileri, vicdan sızıltılarıyla yenilemez.

 

Mücadelede ciddi olanlar hiç olmazsa geldiğimiz bu noktada savaşı savaş olarak anlasınlar. Savaşlar tank, top, tüfek, bomba denilen gelişkin aletleri kullanan sivil veya resmi askerleşmiş topluluklarla yürütüyor. Savaş bir düzey kazanmışsa daha üst düzeye sıçrayarak devam eder. Basit silahların yerini daha ağır ve gelişkin silahlar, sınırlı kuvvetlerin yerini daha büyük askeri birlikler alarak devam eder. Geldiğimiz aşama tam böyle gelişiyor, savaşın boyutları, alanları büyüyor ve sertleşiyor.

 

AKP saldırısı tüm halka karşıdır, diktatörlüğü hedefliyor diyenler bu gerçekliği bimek zorundalar. Eğer gerçekten AKP’ye, faşizme karşılarsa tüm bu silahlara ve askeri kuvvetlere karşı koymayı düşünmek ve ona göre tedbirler almak durumundadır. Daha gerçeği onları yenmeyi hedeflemek ve bu hedefte ciddi olanlar kendisini ve giderek tüm tehdit altındaki halk yığınlarını geç kalmadan bu sert savaşa hazırlamak zorundadır. Silahların konuştuğu ortamda diğer tüm yöntemler ona tabi olur. Geç kalmadan Kürt mücadelesiyle tüm alanlar ve yöntemlerde birleşerek savaşmaktan başka kurtuluş yolu yoktur. Bugünkü siyasanın özü özeti budur.

 

9- Önümüzde yakın dönem açısından Mayıs, Haziran gibi önemli mücadele ayları var? HBDH neler yapmalı, neler yapabilir?

 

HBDH kuruluşunu yeni ilan etti ve Mayıs geçiyor, Haziran’a giriyoruz bu kısa zaman aralığında HBDH bir kaç ortak eylem gerçekleştirdi ve bu artarak devam edecektir. Kış koşullarından dolayı T.C.’nin üstünlüğünde yürüyor görünen savaşın yakın zamanda tüm seyri değişecektir. Şehir savaşlarının çok hızlı, sert ve ağır silahlarla çok şiddetli boyutlar kazanması koşullarında belli kararsızlık geçiren yurtsever Kürt halk yığınları bu durumu aşacaktır. Kürt gerillalarının devreye girmesiyle savaşın boyutları ve seyri değişecektir. Bu aşamada bile ağır kayıplar veren T.C. devleti Kürdistan’da ve Kürt kitlelerinin bulunduğu her alanda kendisini kuşatılmış durumda bulabilir ve savaşın kontrolü büyük oranda PKK ve Kürt gerillasının kontrolüne geçebilir.

 

Önümüzdeki kısa dönemde savaşın ve mücadelenin asıl alanı Kürdistan ve Kürtlerin yoğun yaşadığı alanlarda ve Kürt rengi önde olacaktır.

 

Bununla birlikte herşey baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Çelişkiler her alanda sertleşiyor. AKP ve etrafında topladığı faşist kuvvetlerin her alandaki saldırganlıkları Türkiye tarafındaki geniş muhalefeti hareketlendirebilir. Faşizm aynı zamanda işçi sınıfına ve emeğe karşı savaştır. IŞİD’in veya Nusra, Ahrar-uş Şam’ın farketmez; Suriye’de Zara köyündeki Alevi katliamı Türkiye’deki tüm Alevilere ve laik yaşamı benimsemiş tüm halkımıza gelecekte kendi yaşayacaklarının resmini göstermiştir. Türkiye tarafında da sessizliğin uzun sürmeyeceği ve bu faşist kuşatmanın kırılacağı açıktır. Faşizm cephesi Türkiye tarafını sağlam tutmaya ve Türk emekçi yığınlar üzerinde kurduğu esaret cenderesini daha da sıkıţtırmak zorunda kalacaktır. Türkiye tarafındaki tüm anti-faţist güçleri birleştirecek ve kitlesel direniş odakları yaratacak politik taktikler geliştirmek şimdi daha elzem ve daha hayatidir.

 

10- Son olarak neler söylemek istersiniz, ekleyeceğiniz noktalar var mı?

 

Son olarak Türkiye devrimci ve demokratik güçlerine seslenmek istiyorum.  HBDH dışındaki tüm devrimci ve muhalif güçleri dost ve müttefik olarak kabul ediyor. Değişik birleşik mücadele denemelerine rağmen hala daha devrimci ve sol muhalefet güçleri çok dağınık ve ortak strateji ve hedeflerden yoksundur. Bu durum AKP faşizminin işini kolaylaştırdığı gibi halk güçlerini demoralize etmektedir. Mücadelede kararlı olan herkes bu olumsuz durumun aşılması için çaba göstermek ve somut öneriler geliştirmek zorundadır.

Türkiye’deki tüm devrimci ve demokratik güçlere çağrımızdır, HDBH kendi dışındaki tüm mücadeleleri kendi mücadelesi, kendi tüm olanak, güç ve mücadelesini tüm anti-faşistlerin ortak olanakları olarak kabul ediyor. Mevcut durumu faşizme gidiş olarak, iç savaş olarak, topyekün diktatörlük olarak değerlendiren tüm güçler HBDH sizlerle aynı düşünüyor ve bu tehdidi önlemek için mücadele ediyor. Gelen faşist diktatörlükse ve bunu söyleyenler kendi tespitlerinde tutarlı iseler çok ciddi olmak ve derhal bütün güçleri birleştirerek en geniş mücadele cephesini kurmak üzere harekete geçmek zorundalar. Bu gerçeklerden dolayı diyoruz ki, güçlerimizi birleştirmenin ve ortak mücadelemizin önünde hiçbir engel yoktur.

 

 

 

Önceki Yazı

Hakkari Şemdinli Xapuşke Tepesine Eylem / 2016

Sonraki Yazı

Kalkan: HBDH özeleştirisel yaklaşımın sonucu

HBDH

HBDH

Sonraki Yazı

Kalkan: HBDH özeleştirisel yaklaşımın sonucu

Türkiye ve Kürdistan devrimlerinin TC oligarşisiyle hesaplaşmasının bir organı olarak HBDH’ta somutlanmaktadır

Tartışmaya katılmak için giriş yapınız

SON EKLENENLER

HBDH Yürütme Komitesi Üyesi Tekin Yoldaş’tan 1 Mayıs’a çağrı: 2021 1 Mayıs’ında bütün alanları zapt edelim!

16 Nisan 2021

Günlerin getirdiği baskı ve zulüm bitecek – Umut Keçer

12 Nisan 2021

Hîvron Razmuhi: 1 Mayısta Garê direniş ateşini büyütelim!

6 Nisan 2021

HBDH Milislerinden, Öcalan’a Özgürlük eylemleri

6 Nisan 2021

KBDH Ekin Ceren Milisleri’nden Ateşten Eylem:“Sarayları da, Sokakları da Yakarız”

1 Nisan 2021

HBDH Savaş Maraş Milisleri; Maraş’ta Askeri Kışlaya Eylem.

31 Mart 2021

HBDH Mahsum Korkmaz Milisleri’ nden Ölümsüzler Anısına İstanbul’da Sabotaj Eylemi

31 Mart 2021
Sonuç yok
Tüm sonuçları göster
  • Açıklamalar
  • Bileşenler
  • KBDH
  • Gençlik
  • Eylemler
  • Birleşik Devrim Dergisi
  • Şehitler
  • Forum
  • MATERYALLER

© 2016 - HBDH.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In