Güncel Gelişmelerin Devrimci Okuması
Faşist saray rejimi 20 Temmuz 2015’te Suruç katliamıyla başlatmış olduğu çöktürme savaşı ile egemen sınıfları, burjuva partileri ve karşı devrimci güçleri de arkasında hizaladı. Faşist ittifakın özneleri, aralarındaki tüm çelişki ve çatışmalara rağmen Türkiye ve Kürdistan Devriminin boğulması uğruna birleşiyordu. Başta emperyalist güçler olmak üzere bölge gericiliğinin temsilcileri de belirli sınırlar içerisinde sömürgeci faşist rejimle uzlaştılar. Tüm renkleriyle burjuva medya ve kalemşörler de, yalan ve manipülasyon üzerinden yürütülen topyekûn savaşın arkasında sıraya geçtiler. Savaş, birleşik devrimin olduğu kadar sömürgeci faşist rejimin de geleceğini tayin edecek bir karakter taşıyordu.
Sömürgeci faşizmin savaş konsepti bu kadarla sınırlı değildi. Küresel ve bölgesel çelişkilerin varlığında yeni Osmanlıcılık hayalleri kuran AKP-MHP faşist ittifakı, işgal saldırılarıyla yeni alanlara yayılmanın hesabını yapıyordu. Türk burjuvazisinin ve sermaye güçlerinin de çıkarları bu doğrultudaydı. Bu kapsamda ilk hedef Kürdistanın diğer parçalarını oluşturan Güney Kürdistan ve Rojava’nın işgal edilmesiydi. Suriye, Doğu Akdeniz havzası, Libya ve son olarak Ermenistan ise işgalci sömürgeciliğin savaş pozisyonunda bulunduğu diğer bölgeleri oluşturuyordu.
Faşist şeflik rejiminin ekonomideki iddiaları da topyekûn savaş konseptinin ruhuna uygundu. Türkiye, bağımsız ve milli ekonomisiyle büyüme rekorları kıracak, dünya piyasalarını alt üst edecek ve “uçuş”a geçecekti.
Peki, sonuç ne oldu? Faşist saldırganlık ve baskı koşullarına rağmen sömürgeci rejim, kitle hareketini tümden ezemediği gibi, devrimci öncüleri de teslim alamadı. Devrimci, yurtsever güçler büyük bedellere ve kayıplara rağmen devrim iddiasından vazgeçmedi. Birleşik devrim hareketi moral üstünlüğünü koruyarak devrimci savaşımını daha fazla büyüttü. AKP-MHP faşist ittifakı ise tam tersine yıprandı ve çok yönlü krizlerin içerisine yuvarlandı. Ekonomik kriz her geçen gün daha fazla derinleşiyor. Yeni Osmanlıcılıkla süslenmiş sömürgeci işgal politikaları ise çoktandır sınırlarına varmış durumda.
Faşist Rejmin Krizi Yalan ve Demagojiyle Çözülmüyor
Faşist saray rejiminin şefi ve sözcüleri, çok yönlü krizi yönetebilmek ve kendi kitlelerini konsolide edebilmek adına ırkçılık, şovenizm ve politik İslamcılıkla harmanlanmış ideolojik argümanlara başvuruyorlar. Bu bakımdan devlet siyasetini büyük oranda yalan ve demagoji belirliyor. Öyle ki, ilk olarak Ayasofya’nın statüsünü değiştirerek politik İslamcılıkla güç devşirmeye çalıştılar. Ardından Türkiye’nin tüm dünyaya meydan okuyarak ekonomide uçtuğunu söylediler. Son olarak ise faşist şefin ağzından müjde olarak Karadeniz’de doğal gaz bulunduğu iddia edildi. Burjuva medyanın tam tekmil organize ettiği bu süreç, siyasal olarak sıkışan AKP-MHP ittifakına rahat bir nefes aldırmayı amaçlıyordu.
Ancak Erdoğan’ın yalanları gerçekler karşısında dikiş tutmuyor. Yalnızca halklar değil sermaye ve küresel emperyalizmin piyasaları da Türk devletinin yalanlarına inanmıyor. Öyle ki faşist şefin müjdesinin ardından Türk Lirası’nın dibe doğru seyri bir kez daha hız kazandı.
Faşist rejim için hiçbir şey güllük gülistanlık değil. Savaş çığırtkanlığını sürdürmek ve sömürgeci işgal saldırılarına devam etmek için gerekli olan ittifak ilişkileri ve dayanaklar düne göre oldukça zayıf. Libya’da Fransa, Rusya ve Mısır, Doğu Akdeniz’de AB, İsrail ve Yunanistan Türk sömürgeciliğinin karşısına çıkıyor. Ermenistan’da Rusya tarafından tehdit ediliyor. İdlib’de ise adım adım gerileyen Türk ordusu için çember daha fazla daralıyor. Görülüyor ki saray rejimi tüm saldırgan tutumuna rağmen kendi karşıtlarına yönelik ekonomik ve askeri bir savaşı göze alamıyor. Sömürgeci rejim için bataklık benzetmesi tam yerindedir. Hareket ettikçe daha fazla batacaklardır. İleri gitmeyi göze alamayan, geriye dönüşün ise yenilgi olacağını bilen faşist şeflik rejiminin krizi daha fazla derinleşecek.
Libya’dan Doğu Akdeniz’e, İdlib’ten Efrin-Bab-Cerablus’a, Rojava’dan Heftanin’e tek bir cephe hattı gibi uzanan geniş şeritte Türk faşizmi tarihi bir yayılmacı siyaset izliyor. Tüm cephelerde izlediği askeri saldırı ve işgal siyasetiyle sonuç almayı amaçlayan sömürgeci rejim, elindeki savaş kozunun sınırlarına dayanmış durumda. Savaş ve işgal opsiyonu dışında sonuç alma koşulu olmayan şeflik rejimi, buradan daha fazla ilerleme imkanına da artık sahip değildir. Libya’da Sirte ve Cufa kentlerine saldırmayı göze alamayınca işbirlikçisi Serraç’ın ağzından daha önce yanaşmadığı ateşkes açıklamasını yaptırmak zorunda kaldı.
Kıta sahanlığı tartışmalarıyla Doğu Akdeniz’de hegemonya kurma hamlelerine soyundu. Dünyada kimsenin resmi olarak tanımadığı Kuzey Kıbrıs adına Doğu Akdeniz havzasında hak talebinde bulunmasının önü bölge devletleri, AB ve Rusya tarafından sert bir bariyerle kesilince, dikkatleri Orta Akdeniz’e kaydırma kurnazlığı da geri tepti. Gözüne kestirdiği Yunan kıta sahanlığına tecavüz girişimi ABD’nin de aralarında olduğu geniş bir cephe tarafından itirazla karşılaştı, geri adım atmak zorunda kaldı. Doğu Akdeniz hegemonya çatışmasında indiremeyeceği kadar el yükseltti, şimdi nasıl geri adım atacağını düşünüyor. Askeri tehdit dilini değiştirerek müzakere yolunu dile getirmesi uzlaşma arayışını gösteriyor. Buradan da bir sonuç elde edemeyeceğini biliyor tabii ki faşist şef ve avanesi. Karadeniz’de büyük gaz kaynakları bulduk propagandalarının alayı vala ile Türk halkı üzerine boca edilmesi Doğu Akdeniz rezervlerinden yüz geri etmenin psikolojik hazırlığı olarak da değerlendirilmelidir.
İdlib konusunda bir ilerleme yok, Türkiye ve işbirlikçisi çetelerle Suriye-Rusya-İran her iki taraf da zamana oynuyor. Ama zaman sömürgeci Türk faşizmi lehine işlemiyor. Kararlılık gösterisi olarak sık sık basına sızdırılan askeri konvoy gönderme, takviye haberleri vs. İdlib’de bir yeni durum ortaya çıkarmıyor. Kaldı ki konumunu güçlendirecek ya da ilerleyecek hamleler yapmaya kalkarsa erken ricatla sonuçlanacak bir sürecin fitilini ateşlemiş olacağının farkında olarak sessizce beklemeyi çıkarlarına uygun buluyor. Nitekim İdlib’ten ricat, tüm Kuzey Batı Suriye işgal alanlarından kovulmanın adımı olma potansiyeli taşıyan kritik bir noktadır.
Sonuç olarak sömürgeci Türk faşizmi emperyalistler arası rekabetten yararlanarak elde ettiği sonuçları henüz kendi hesabına kayıtlara geçiremeden kaybetme durumu ile karşı karşıyadır. Her ne kadar yayılmacı heveslerle ciddi bir kuvvet seferberliği yapmış ve Libya’dan Haftanin’e uzanan uzun ve geniş hat boyunca işgal ve hegemonya savaşına girişmeyi göze almışsa da hali hazırda Türk devletinin gücü tüm bu hattı elinde tutmaya yeterli değildir. Bölgesel güç ilişkileri ve emperyalistler arası hegemonya dalaşında kalıcı mevzi kazanımları için koşullar ne kadar zorlasa da Türk devletine şans tanımıyor.
Cenga Heftanîn: Sömürgeci Faşist Rejim Gerillanın Direnişiyle Sarsılıyor
Faşist saray rejimi Heftanin işgaliyle, birleşik devrimin karargâhı ve devrimci savaş hazırlığının merkezi olan Medya Savunma Alanları’nı parça parça tasfiye etmeyi amaçlıyor. Bu bakımdan Heftanîn saldırısı geçtiğimiz yıllarda Xakurke’de başlayan işgal saldırılarının devamı niteliğindedir. Ayrıca Kürdistan Devrimi’ni yenilgiye uğratmayı amaçlayan Türk devletinin işgal saldırıları Efrin ve Serekaniye işgalleriyle stratejik olarak aynı amacı taşımaktadır.
Ancak faşist rejimin sömürgeci emelleri Medya Savunma Alanları ile bitmiyor. Güney Kürdistan’ı işgal etmek, Kürt ulusunun tarihsel kazanımlarını yok etmek ve işgal siyasetini Irak içlerine, Musul’a kadar uzatmak faşist şefin hesapları arasında. Lakin gerillanın kahramanca direnişi faşist şeflik rejiminin hesaplarını alt üst ediyor. Düşmanın teknik üstünlüğüne karşı gerilla savaşının en yeni taktikleriyle sürdürülen direniş her gün yeni başarılar elde ederek ilerliyor. Bilinmelidir ki, faşist işgal orduları Zap, Metina ve Avaşin alanlarına yöneldiği taktirde gerillanın iradesi ve hazırlığı ile karşılaşacak, tıpkı 2008 Zap Savaşı’nda olduğu gibi “yerin dibine gömülecek”tir. Birleşik mücadelenin zaferine giden yolda bugün en somut görevlerden birisi Heftanîn direnişi ile bütünleşmeyi başarmaktır.
AKP-MHP faşist koalisyonu iç politika ile bağlı bir dış politika çizgisi izliyor. Libya-Heftanin hattında attığı iddialı adımlarda sırtını sağlama almış olmanın rahatlığı ve güveni içindedir. Yani iç politikada karşı devrimci saflar arasında oluşmuş ittifak ve devrimci kuvvetlerin dağınık hali Erdoğan’ın en büyük şansıdır. Dış politikada mevzi kaybetmesi iç politikada zayıflama ve gerilemesini de beraberinde getirecektir. Denklemi tersinden kurarsak iç politikada kendini sağlama aldığını düşündüğü zeminde darbeler indirme ve geriletme durumunda eş zamanlı olarak dış politikada da gerileyecektir. Birleşik devrimci güçlerin “sömürgeciliğin evinde” çıkartacakları yangınlar ve hesap sorma kararlılığını yansıtan milis eylemleri, faşist saray rejiminin altını oyacaktır.
Birleşik Devrimin Yolu: Devrimci Savaş ve Anti faşist silahlı direniş
Türkiye-Kürdistan birleşik devriminin ve onun öncü kuvvetlerinin faşist şeflik rejimine karşı direnişi her geçen gün gelişiyor. Özel olarak vurgulamak gerekir ki bu direnişler içerisinde gerillanın ve birleşik direniş savaşçılarının silahlı eylemleri faşizme karşı mücadelenin ana eksenini oluşturuyor. Antifaşist direniş dağlardan şehirlere, Kürdistan’dan Türkiye’ye doğru yayılıyor. Birleşik devrimci güçlerin sürekli eylem çizgisi karşısında durmadan mevzi kaybeden faşist şeflik rejimini psikolojik savaş yöntemleri de kurtarmaya yetmeyecek.
Bu bakımdan belirtmek gerekir ki birleşik devrim savaşçılarının dağda, ovada ve şehirde gerçekleştirdiği başarılı eylemler, AKP-MHP faşizmine oldukça etkili darbeler vurmuştur. Faşist sömürgeciliğin yenilmez ve dokunulmaz olmadığı birleşik devrimci eylemlerle bir kez daha gösterilmiştir. Gerillanın ve milislerin direnişi, faşizme karşı mücadelenin barışçıl ve pasifist yollarla değil ancak savaşçı ve radikal tarzda başarı kazanabileceğini kanıtlamıştır.
Elbette ki tüm bunlar tarihi önemi olan ve birleşik devrimin geleceği için stratejik sonuçlar taşıyan gelişmelerdir. Gerilla savaşı’nın Kürdistan’dan Türkiye’ye doğru yayılması ve metropollerde oldukça yaygın olarak gerçekleşen politik askeri eylemler birleşik devrim mücadelesinde kazanılan düzeyin ifadesidir. Kentlerde ve kırlarda sağlanan birleşik eylem çizgisi, faşizme karşı mücadelenin en önemli kazanımları arasındadır.
Gerilla savaşı ve milis eylemlerinin yanı sıra toplumsal direniş ve eylemler de gelişiyor. Özellikle kadın özgürlük mücadelesi, faşist saray rejimine karşı kitle hareketinin öncüsü durumundadır. Eyleminin birleşik karakterinden güç toplayan kadın özgürlük mücadelesi taciz, tecavüz ve katliamlara karşı her daim sokakta olmayı sürdürüyor. Vurgulanmalıdır ki İstanbul Sözleşmesini iptal etmek isteyen erkek egemen devlete karşı verilen mücadele, dönemin en önemli kazanımları arasında yer alıyor.
Devrimci gençlik hareketi ise toplumsal mücadelenin bir diğer buz kıranıdır. Özellikle Suruç Katliamının öncesinde sokakta dişe diş bir mücadeleyle yürütülen kampanya kitle hareketinin gelişiminde önemli bir adım olmuştur. 33 düş yolcusu, faşist saray rejiminin kolluk kuvvetleriyle gerçekleşen militanca çarpışmalarla anılmıştır. Devrimci gençlik hareketi birleşikliğini ve militanlığını sürdürebildiği ölçüde tarihsel öncülük rolünü daha etkin olarak oynamayı başarabilecektir.
Unutulmamalı ki, sömürgeci Türk devleti ve faşist saray rejimine karşı mücadelenin zaferi toplumsal direniş eylemleriyle devrimci savaşın birleşikliğinden geçiyor. Aksi her koşulda bu toplumsal mücadeleler ve halk hareketleri belirli bir eşiği aşamayacak ve militan ve direnişçi karakterine rağmen faşist saldırganlık karşısında geriye düşecektir. Zaman, eylemde, direnişte, miliste, askeri vuruşlarda çıtayı yükseltme zamanıdır. Günün devrimci görevi faşist şeflik rejimine direnen birleşik devrim gerillaların ve milislerinin saflarını büyütmektir. Devrimci savaşın ve silahlı direnişin büyütülmesi halkların faşizme karşı mücadeledeki kurtuluş yoludur.