• FORUM
  • İLETİŞİM
20 Nisan 2021
  • Giriş
Halkların Birleşik Devrim Hareketi
  • Açıklamalar
  • Bileşenler
  • KBDH
  • Gençlik
  • Eylemler
  • Birleşik Devrim Dergisi
  • Şehitler
  • Forum
  • MATERYALLER
Sonuç yok
Tüm sonuçları göster
  • Açıklamalar
  • Bileşenler
  • KBDH
  • Gençlik
  • Eylemler
  • Birleşik Devrim Dergisi
  • Şehitler
  • Forum
  • MATERYALLER
Sonuç yok
Tüm sonuçları göster
Halkların Birleşik Devrim Hareketi
Sonuç yok
Tüm sonuçları göster

HBDH ZAFERİN EŞİĞİNE GELMİŞ BİR DEVRİMDİR

15/09/2020
Açıklamalar, Söyleşi
0
0
PAYLAŞIM
250
GÖRÜNTÜLEME
Twitter'da paylaşFacebook'da paylaşWhatsapp'da paylaş

Duran Kalkan

HBDH-ONLINE: Bugün 40’ıncı yıldönümünde 12 Eylül faşist-askeri darbesinin gelişimi, nedenleri hakkında neler söylenebilir?

Kenan Evren cuntasının 12 Eylül 1980 yılı gerçekleştirmiş olduğu faşist-askeri darbenin 40’ıncı yıldönümü yaşanıyor. Faşist darbenin 40’ıncı yıldönümü vesilesiyle söz konusu darbenin ne olduğu, nasıl gerçekleştiği, neleri yapmak isteyip de neleri yapabildiği, kimler tarafından ve nasıl gerçekleştirildiği, Türkiye ve Kürdistan siyaseti açısından ne tür anlamlar ifade ettiği gibi sorular çerçevesinde bu geçen 40 yıllık süre içerisinde yaşanmış bazı olayları yeniden hatırlamak, belleklerimizi bu temelde yeniden tazelemek, günümüzdeki siyasi-askeri durumu daha doğru anlayabilmek ve faşizme karşı demokrasi mücadelesini daha doğru ve başarılı bir biçimde yürütebilmek açısından büyük önem taşıyor. Bu çerçevede kısa satır başları halinde 12 Eylül faşist-askeri darbesi için şu tür hatırlatmaları yapabiliriz; Her şeyden önce çok iyi biliyoruz ki 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesi bir NATO darbesiydi. NATO merkezlerinde hazırlandı, planlandı. Kenan Evren başkanlığındaki Türk Genel Kurmayı tarafından da hayata geçirildi. Kenan Evren’in Genel Kurmay Başkanı oluşundan itibaren Genel Kurmayda örgütlendirilen cunta 12 Eylül 1980 günü Türkiye’de yönetimi ele geçirdi. Kenan Evren darbe kararını daha 1978 sonunda, 1979’da verdiklerini birçok kez ifade etti; işte ‘Hilvan üzerinden helikopterle Batman’a giderken Hilvan’da gördüklerimiz helikopter içerisinde askeri darbe yapmaya karar vermemize neden oldu’ dedi. Böylece darbenin Kürdistan’daki gelişmelerle bağını da ortaya koymuş oldu.

Zaten NATO çevreleri söz konusu darbenin kendileri dışında gerçekleşmiş olduğunu söylemediler de, kendilerinin yaptırdıklarına dair iddiaları reddetmediler. Hatta darbe haberinin ulaşması ardından NATO merkezinde ‘bizim çocuklar Türkiye’de iyi işler başarmışlar’ dendi. Bu basına da yansıdı. Böyle bir ifade sıkça dile getirildi. Nitekim NATO, 12 Eylül faşist-askeri darbesinin Türkiye’de başarılı olması için darbeci yönetime her türlü desteği verdi. 12 Eylül rejiminin oluşması için elinden gelen bütün çabayı harcadı.

Aslında süreci NATO yönetti demek hatalı değildir. Bunun da özellikle Almanya’daki NATO’nun Türkiye masası tarafından yürütüldüğünü biliyoruz. Yani bir yerde 12 Eylül darbesi temelinde Türkiye’deki faşist-askeri rejimin gerçekleştirilmesi süreci Almanya üzerinden yönetilmiştir. Gerçek Türkiye yönetimi Almanya’da var olmuştur. Buna bir derin yönetim, illegal yönetim diyebiliriz. Almanya’da oluşturulan NATO’nun Türkiye masası ismindeki gerçek ve illegal Türkiye yönetimi Ankara’da çeşitli darbeci kurumlar tarafından legalize edilmiştir. Dıştan bakanlar Türkiye’yi Ankara’daki kurumların yönettiğini sanmışlar, gerçekte ise kararlar NATO karargâhlarında verilmiş ve Türkiye’deki kurumlara uygulatılmıştır.

Demek ki 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesi NATO’nun ihtiyacı, çıkarları temelinde gerçekleşen bir darbedir. NATO’nun mücadelesini yürütmesi için gerçekleştirilen bir darbedir. Bu boyutuyla NATO’nun Ortadoğu’daki denetimini güçlendirmeyi esas alan, bu temelde rol oynayan, yine NATO’nun Sovyetler Birliğine karşı mücadelesini güçlendirmek amacıyla gerçekleştirilen bir darbe olduğunu ve bu rolleri oynadığını insan rahatlıkla söyleyebilir. Sovyetler Birliğine karşı NATO mücadelesinin Ortadoğu ayağını güçlendirmek ve sağlamlaştırmak amacıyla gerçekleştirilen bir darbe olmuştur. Bunun ekonomik-askeri boyutları olduğu kadar ideolojik boyutları da olmuştur.

İşte günümüzde Ortadoğu’da ortaya çıkan siyasi İslam benzeri hareketler, gelişmeler hep bu süreçte ve böyle bir politika sonucunda ortaya çıkmıştır. NATO’ya karşı İslam kuşağını oluşturma stratejisi bugün El-Kaide, DAİŞ, İhvan-î Müslim’in gibi temel örgütler biçiminde ortaya çıkan, Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren hareketlerin doğuşunu ve gelişimini sağlamıştır. Bugünün aktif siyasetinin, çatışmalı durumunun temellerinin daha 1980 başında Türkiye’deki NATO darbesiyle Ortadoğu’da atılmış olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz.

12 Eylül 1980 darbesi açısından 2’inci önemli hususun söz konusu faşist-askeri darbenin 12 Mart 1971 darbesiyle başladığını ifade etmek olur. 12 Eylül 1980 darbesine bir anda gelinmemiş, darbe gerçekleştiği süreçte örgütlenip hazırlanmamıştır. Onun dayandığı bir tarihsel geçmiş vardır. Bu tarihsel geçmiş açısından da en önemli durağın 12 Mart 1971 faşist-askeri darbesi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. 12 Mart 1971 darbesi bir muhtıra biçiminde cereyan etti. 12 Eylül darbesi gibi devleti yeniden kurmayı değil de, reforme etmeyi hedefledi. Bununla sonuç alabileceğini sandı. Gerçekleştirdiği yönetim değişikliklerine dayanarak anayasayı yüzde otuz, kırk civarında değişikliğe uğrattı. 12 Eylül anayasasının temellerini de bu biçimde atmış oldu. Böyle bir faşist değişimle birlikte faşist-oligarşik rejimin Türkiye’de hâkim hale gelebileceğini sandı. Bu doğrultuda yetmişli yıllar boyunca da faşist-oligarşik bir diktatörlüğün geliştirilmesi için çok yoğun bir çaba harcadı. Fakat 12 Mart 1971 darbesinin esas aldığı reformist yöntemlerle bu işlerin başarılamayacağı, Türkiye’de faşist-oligarşik hâkimiyetin tamamen kurulamayacağı anlaşılınca çok daha köklü ve radikal bir faşist saldırı olarak 12 Eylül 1980 darbesi gündeme getirildi. 12 Eylül darbesi bu biçimde 12 Mart darbesinin yaptığı değişiklikler, ortaya çıkardığı gelişmelere dayandı. Bu gerçeği görmemiz gerekli. Diğer yandan 12 Mart darbesinin derslerine dayandı. Gördü ki o tür yöntemlerle istenen sonuca gidilemiyor. Oradan 12 Eylül gibi çok daha köklü değişiklik gerçekleştiren, dizginsiz bir saldırı olarak ortaya çıkan 12 Eylül darbesine gelinmiş oldu.

3’üncü olarak kuşkusuz 12 Eylül darbesinin karakteri ve yaptıkları konusunda çok şey söylenebilir. Gerçekten de çok örgütlü, boyutlu, çok yönlü, ezici bir faşist saldırganlık olmuştur. Türkiye ve Kürdistan toplumlarını ezebilmek, toplumsal dinamikleri yok edebilmek için her türlü saldırıyı yürütmüştür. Dıştan ve yüzeysel bakınca kuru bir askeri saldırı gibi görünebilir fakat gerçekte tam bir faşist özel savaş saldırısı konumundadır. 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesinin topluma dönük saldırı boyutu ekonomik-sosyal-ideolojik-siyasi-psikolojik-kültürel-askeri tüm boyutları içermiştir. Bu düzeyde topyekûn bir faşist saldırı olma özelliği söz konusudur. Bu doğrultuda yapmadığı katliam, uygulamadığı baskı ve terör, ezmediği toplumsal kesim kesinlikle kalmamıştır. İdamlardan, tutuklamalara kadar her türlü baskı, zulüm ve terör uygulamasında bulunmuştur. Kadın, genç, işçi, emekçi, aydın, yazar, sanatçı, siyasetçi, köylü, memur, esnaf tüm toplumsal kesimlere dönük tarihin en ağır baskı ve zulümlerinden birisini uygulamıştır.

Bu noktada 12 Eylül darbesine giden sürecin en temel adımlarından birisi 19 Aralık 1978 Maraş katliamı olmuştur. Maraş katliamının özellikleri incelendiğinde aslında 12 Eylül 1980 darbe gerçeğinin ne olduğunu insan rahatlıkla bilince çıkarabilir. Kürdistan’da askeri yönetim Maraş katliamıyla başlamıştır. Darbe Maraş katliamıyla başlatılmıştır. Kürdistan’da geliştirilen sıkıyönetimler adım adım Türkiye’ye yayılmış, 12 Eylül 1980’de ise tüm yönetime 12 Eylül cuntası el koymuştur. Maraş katliamı değerlendirildiğinde buradaki baskı, zulüm, halklar üzerindeki katliamlar kadar, ırkçı-şoven-milliyetçi yaklaşım, Kürt düşmanlığı, Alevi düşmanlığı, halk düşmanlığı net bir biçimde görülebilir. İşte bunlar 12 Eylül darbesinin temel karakteridir.

Yine 2 Temmuz 1993 Sivas-Madımak katliamını insan inceleyebilir. O da 12 Eylül darbe gerçeğini bütün boyutlarıyla göz önüne koyan bir darbe olarak görülebilir. 12 Eylül darbesinin ortaya çıkardığı, Türkiye’ye hâkim kıldığı zihniyet ve siyaset Madımak katliamını gerçekleştirmiştir. Madımakta ne yaşanmıştır? Toplumun vicdanı katledilmiştir. Aydınları ve sanatçıları bir otelde cayır cayır yakılmıştır. İşte 12 Eylül darbesi toplumsal vicdana bu temelde dayatılan bir saldırı demektir. 12 Eylül 1980 darbesinden itibaren toplum üzerinde, Türkiye ve Kürdistan’da Madımak yangını gibi bir zulüm uygulaması yaşatılmış, gerçekleştirilmiştir. Aslında bütün olaylar Maraş ve Madımak katliamlarının çizgisinde gerçekleşmiştir.

Dördüncü olarak da darbe rejiminin fiili gerçekleşme ve gelişme özellikleri üzerinde durabiliriz. Bu yönlü yaşanan olayları, gerçekleşenleri hatırlamak önemlidir. İfade ettik; darbe 12 Eylül günü gündeme gelip gerçekleşmiş değildir. Uzun bir tarihsel süreç içerisinde hazırlanarak 12 Eylül günü düğmeye basılmıştır. Böyle bir hazırlanma sürecinde paramiliter-faşist güç olan MHP ve onun Ülkü Ocakları denen gençlik kolları etkili bir biçimde kullanılmıştır. Daha sonra Kürdistan’da halka saldırtılan Hizbul-Kontra gibi 1970’lerin ikinci yarısında da MHP ve onun gençlik kollarını ele geçiren, yönlendiren kontr-gerilla Türkiye’de bir faşist-askeri darbe zeminini hazırlayabilmek için yoğun bir saldırıyı gençliğe, devrimci-demokratik güçlere, işçi ve emekçilere karşı yöneltmiştir. Türkiye’yi bir iç savaş süreci içerisine çekmiştir. Öyle ki darbenin toplumsal ve siyasi zemini bu biçimde oluşturulmuştur. Ardından 12 Eylül 1980 günü örgütlendirilmiş olan Kenan Evren cuntasının orduya dayanarak yönetime el koyması gelmiştir. Kenan Evren cuntasının yönetime el koyması ardından o zamana kadar yaşanan söz konusu olaylar bıçakla kesilir gibi kesilmiştir. Söz konusu olayları kimlerin tahrik ettiği, örgütlediği, yönlendirdiği aslında böyle bir durumla bile net bir biçimde açığa çıkmış, görülmüştür.

Kenan Evren cuntası kendisini tek karar ve irade gücü olarak ilan etmiş, örgütlü güç olarak da komutasını, elinde tuttuğu ordu dışındaki bütün devlet ve toplum kurumlarını lağvetmiştir. Bu husus çok önemlidir. Özellikle, 40. yıldönümünde çok daha ayrıntılı bir biçimde hatırlanmaya, bilince çıkartmaya ihtiyaç vardır. 12 Eylül darbesini sıradan bir darbe gibi görmemek, 12 Mart darbesiyle karıştırmamak çok çok önemlidir. Türkiye’de örgütlü kurum olarak sadece ordu ve onun başındaki cunta bırakılmış, bunun dışındaki bütün devlet ve toplum kurumları lağvedilmiş, cuntaya ve orduya dayalı olarak yeniden bir devlet örgütlendirilmeye, şekillendirilmeye, toplum bu devlete göre yeniden ruh, düşünce, duygu, ahlak, kültür bakımından inşa edilmeye çalışılmıştır. 12 Eylül darbesi böyle köklü bir değişiklik, topluma dönük topyekûn bir saldırı gerçeğidir. Bunun çok iyi bilinmesi gerekir.

Anayasayı, yasaları yeniden oluşturmuştur. Siyasi partiler, hukuk, ahlak, cuntanın ve ordunun istediği şekilde yeniden oluşturulmuştur. 1982 sonuna kadar Kenan Evren cuntasının düşündüğü doğru, söylediği karar olmuş, bunlara göre yeni bir anayasa, yasal düzen, hukuk, siyaset, toplum, devlet yeniden şekillendirilmiştir.

Gerçekten yeni bir kuruluş gerçekleşmiştir. Bazıları buna ‘İkinci Cumhuriyet’ de dediler. AKP Kenan Evren’i sözde 12 Eylül yargılaması için mahkemeye çağırttığında ‘o mahkemeler bizi yargılayamaz, biz kurucu iradeyiz’ demiştir. Nasıl ki 1920-23 arasında Mustafa Kemal öncülüğünde Türkiye Cumhuriyeti adlı devletin bir kurucu iradesi var idiyse 1980-83 arasında da Kenan Evren cuntası kendisini benzer biçimde ikinci kurucu irade olarak ortaya çıkartmış, ilan etmiş, böyle yeni bir devlet şekillendirmiştir. Geriye sadece ‘Türkiye Cumhuriyeti’ adı kalmıştır.

Kuşkusuz öncekinin birikimleri üzerinde şekillendirilmiştir. Fakat felsefesi, ideolojisi, siyaseti, ruhu, anlayışları, ölçüleri bakımından yeni bir devlet egemenliği ortaya çıkartılmıştır. Bunu iyi görmek ve bilmek gerekiyor. 1920’de başlayan ve 2020’de yüzüncü yılını dolduran bu yüz yıllık süreci düz, kesintisiz bir gelişme biçiminde yaşanmış bir siyasi süreç olarak görmemek gerekir. Bu süreç 1980’de kesintiye uğramıştır. Önceki süreç tamamlanmış, yeni bir kuruluş gerçekleştirilmiştir. İşte 12 Eylül darbesi böyle yeni bir devlet kuruluşunu, faşist-oligarşik bir devlet zihniyeti üzerinden toplumu yeniden şekillendirme hareketi olarak ortaya çıkmıştır. Bu gerçeğin iyi görülmesi gerekiyor. Bu 40 yılın önceki yıllarda yaşanan olaylarla bağının bu temelde kurulması lazım. Yani öncekilerin düz bir devamı değildir. Önceki birikimleri esas alarak, onlardan ders çıkartarak yeni bir devlet şekillenmesine gidilmiştir. Kuşkusuz öncekilere dayanmıştır. Fakat onun aynısı, bir devamı, sınırlı bazı değişiklikler yapan bir süreci değildir. Her bakımdan köklü bir değişiklik gerçekleştirilmiştir.

Aslında çok fazla bu ayrımın görülememesi soykırımcı zihniyet ve siyaset nedeniyledir. İttihat ve terakki yönetimiyle ortaya çıkan, Türkiye Cumhuriyeti tarafından da esas alınan bu zihniyet ve siyaset kuşkusuz 12 Eylül 1980 darbe rejimi tarafından da esas alınmış, daha çok derinleştirilip keskinleştirilerek uygulanmaya konmuştur. Aynı zihniyet ve siyasetin öz olarak esas alınmış olması sanki kesintisiz bir sürecin yaşanmış olması gibi bir intiba yaratmaktadır. Fakat Kürt soykırımında, Kürt düşmanlığında dile gelen bu faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetin uygulanmaya konmasında da 12 Eylül rejimi önceki süreci kat kat aşan bir imha ve tasfiye uygulamasını gündeme getirdiği gibi, bunu bir bütün olarak Türkiye’ye yaymayı, TC devletini tamamen böyle bir zihniyet ve siyasete göre şekillendirmeyi esas almıştır. Bu bakımdan da önceki süreçlerin devlet yapılanmasını zihniyet ve siyaset bakımından çok çok aşan bir baskı, terör, zulüm, katliam gücü olarak kendisini var etmiştir. Önceki sistemlerin daha çok askeri-ideolojik boyutta ele aldıkları bu saldırganlığı 12 Eylül faşist devleti topyekûn bir özel savaş saldırısı konumunda ele alıp ekonomiden tutalım, psikolojiye, kültüre kadar toplum yaşamının her boyutunda uygulamayı esas almış ve de hayata geçirmiştir.

Kuşkusuz son olarak böyle bir faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaset saldırısını, yani 12 Eylül faşist-askeri darbe saldırısının ne ölçüde başarılı olup olmadığının değerlendirilmesi, tartışılması durumudur. Bu da önemli bir konu olmaktadır. Soruya bu boyutuyla da yaklaştığımızda özellikle Türkiye cephesinde önemli sonuçlar aldığını, başarılı adımlar attığını, güçlü bir hâkimiyet sağladığını söyleyebiliriz. Fakat aynı başarı ve hâkimiyet düzeyi Kürdistan cephesinde gerçekleştirilememiştir. Kürdistan’da gelişen halk özgürlük direnişiyle söz konusu faşist-soykırımcı saldırılar darbelenmiş, kırılmış, tam hâkimiyet sağlayıp başarılı olması engellenmiştir.

Aslında 12 Eylül 1980 darbesinin Kürdistan’daki başarısı Kürt soykırımını tamamlamak olacaktı. Zaten buna göre hazırlanmış, kurulmuş, kurgulanmış, bütün planlarını ortaya çıkartmıştı. Darbeyle birlikte Kürdistan’a, Kürt halkına karşı soykırımı başarmayı, sonuca götürmeyi hedefleyen bir planlama temelinde saldırıya geçmiştir. 12 Eylül darbesinin Kürdistan’daki başarısı Kürt soykırımının tamamlanması olacaktı. Dikkat edilirse bu gerçekleşmemiştir. Kürt halkının geliştirdiği özgürlük direnişi soykırımın başarısını önlemiştir. Soykırımcı 12 Eylül saldırısına karşı Kürdistan özgürlük direnişini geliştirmiş, böylece ulusal diriliş devrimini gerçekleştirmiş, Kürt halkının ulusal özgürlük bilincini, ruhunu, örgütlenip eyleme geçmesini ortaya çıkartmıştır. 12 Eylül rejimi Kürdistan’da bir faşist-sömürgeci, özel savaş rejimi, saldırısı olarak ortaya çıkmıştır. Başarı kazanan, sonuç alan bir güç değil, karşısındaki özgürlük hareketine karşı faşist, özel savaş kapsamında mücadele eden bir güç olarak var olabilmiştir. Geçen 40 yıl 12 Eylül darbesi temelinde Kürt soykırımını öngören faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetin başarılı olmak için her türlü katliamcı, özel savaş yöntemleriyle Kürdistan’a, Kürt halkına saldırdığı, buna karşı ise Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ortaya çıkardığı bilinç, irade temelinde PKK öncülünde gerilla tarzını esas alan Kürt halkının özgürlük ve direnme savaşının yaşanması olmuştur. Hala bugün süreç bu temelde en derin ve keskin bir biçimde devam etmektedir. Dolayısıyla 12 Eylül darbesinin Kürdistan’daki başarısı kırılmış, önlenmiştir.

12 Eylül faşist-askeri darbesine karşı Kürdistan’da bir özgürlük ve demokrasi cephesi açılmış, bu temelde tarihi bir direniş içine girilmiştir. Bugün söz konusu direniş bütün Türkiye’ye yayılarak topyekûn bir antifaşist direniş haline gelmiştir. Bugünün Türkiye’si 12 Eylül darbesi temelindeki faşist-soykırımcı diktatörlüğü yıkarak Türkiye’yi demokratik, Kürdistan’ı özgür kılmak isteyen devrimci-demokratik direnişin topyekûn konumda sürdüğü bir Türkiye durumudur. Sonucun 12 Eylül darbesinin başarısı mı olacağı, yoksa 12 Eylül darbe rejiminin tümden yenilgiye uğratılarak Türkiye’nin Ortadoğu’ya öncülük eden bir demokrasi haline mi geleceği 40 yıldır yaşanan ve bugün en üst zirvede seyreden bu mücadelenin elde edeceği sonuçlarla belirlenecektir.

 

HBDH-ONLINE: 40 yıldır 12 Eylül faşist-askeri darbesine karşı verilen mücadelenin durumu nedir? Nasıl bir mücadele verildi?

Kuşkusuz 40 yıldır 12 Eylül faşist-askeri rejimine kaşı yürütülen mücadeleyi değerlendirirken her şeyden önce onun kahraman şehitlerini saygı, sevgi ve minnetle anmamız gerekiyor. Bu temelde de öncelikle 12 Eylül darbesine karşı direnme kararını veren ve ideolojik zaferi kazanan 1982 Diyarbakır zindan direnişinden söz etmemiz gerekli oluyor. Bu tarihi direnişin kahraman önderlerini; Mazlum Doğan, Kemal Pir, Ferhat Kurtay, Hayri Durmuş gibi öncü militanlarını saygı ve minnetle anmamız gerekiyor. 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesine karşı direnişin nasıl olması gerektiğini, neden direnilmesi gerektiğini ve nasıl zafer kazanılacağını bu kahramanlar ortaya çıkardılar. Direnişin ruhunu, duygusunu, düşüncesini, iradesini, bilincini, kararlılığını yarattılar, fedai direniş çizgisini oluşturdular. Sadece direnişe karar vermekle de kalmadı, 12 Eylül faşist-askeri rejiminin yenilgiye uğratılabileceğini 14 Temmuz 1982 Büyük Ölüm Orucu Direnişinin zaferiyle ortaya çıkardılar.

Yine 12 Eylül faşist-askeri rejimine karşı fiili mücadele ederek onu her gün darbeleyip zayıflatan Kürdistan’daki gerilla savaşını, bu savaşın kahraman komutan ve savaşçılarını Agitler ve Zilanlar şahsında saygı ve minnetle anmamız lazım. Zindanda verilen kararı ve oluşturulan direnme çizgisini dağa ve gerillaya taşıyan, 12 Eylül darbesinin zindandaki ideolojik yenilgisini dağda askeri ve siyasi yenilgiye çeviren kuşkusuz bu gerilla savaşı olmuştur. Bugün de en üst düzeyde ve en keskin bir biçimde süren bu savaş 12 Eylül darbesinin tüm maskelerini düşürmüş, halklara nasıl düşmanlık yaptığını, halk düşmanı olduğu gerçeğini açığa çıkartmış, onu her gün darbeleyerek, lime lime edip paramparça hale getirmiştir.

Kuşkusuz 12 Eylül faşist-askeri rejimine karşı özgürlük ve demokrasi uğruna yürütülen mücadeleleri de bu direnme ve başarma çizgisi temelinde ele almak ve değerlendirmek gerekir. Neyin ne kadar doğru olduğunu ve sonuç verdiğini ancak böyle bir çizgide sorgularsak ortaya çıkartabiliriz. Bu çerçevede ele aldığımızda PKK hareketinin 12 Eylül’e giden süreci en doğru değerlendiren ve 12 Eylül karşısında da en doğru duruş gösteren bir hareket olduğunu net bir biçimde görürüz.

Böyle bir konumu PKK nasıl tutturdu? Her şeyden önce Önder Abdullah Öcalan’ın Maraş Katliamı üzerine geliştirdiği doğru değerlendirme ve karar temelinde PKK böyle bir süreç yaşadı, böyle bir direnişi ortaya çıkartan hareket oldu. Maraş katliamını Önder Apo yeni bir darbenin başlangıcı olarak değerlendirdi ve bütün parti çalışmalarını böyle bir darbeye karşı direnişi hazırlama temelinde planlayıp yürüttü. Bu nedenle 1979 Temmuz başında yurtdışına çıkış yaptı. Yurtdışına çıkınca hemen Filistin direnişiyle ilişkilenme ve gerilla eğitim sürecini bu amaç doğrultusunda başlattı. Dikkat edilirse daha 1979-80 kışında yurtdışında böyle bir hazırlık çalışması yaparak 1980 Mayısından itibaren gerillayı Kürdistan’ın stratejik alanlarına geri döndürüp üstlenme hazırlıklarını yapma sürecini geliştirdi. Bütün bunlar gelişen darbe sürecine karşı devrimci demokrasi cephesinin direnme hazırlıklarıydı. Fakat bu hazırlıklar geç kaldı. Yeterli olmadı. Bir de ağustos başında gerilla hareketine komuta eden Kemal Pir’in talihsiz bir biçimde düşmana esir düşmesi darbeci güçlerin Kürdistan’da gerillanın olduğu ve direnme hazırlıkları yaptığı bilgisini edinmesine neden oldu. Dolayısıyla da hazırlığını yaptıkları darbe saldırısını daha fazla geciktirmeden 12 Eylül günü yönetime el koyarak gerçekleştirdiler. Yani bütün bunların Kürdistan’daki gelişmelerle, yine darbenin 12 Eylül’de yapılması 8 Ağustosta Kemal Pir’in yakalanmış olmasıyla bağlantıları vardır.

Böyle henüz direnme hazırlıkları zayıfken erken gelen darbe karşısında PKK Önderliği ve yönetimi yine doğru bir değerlendirme yapıp karar almayı bilmiştir. Öyle sonu görülmeyen, zaferi garantilemeyen öfkeli bir direniş çizgisi tutturmak, böyle bir direnişe girişme yerine, yapılamayan hazırlıkları yapacak, gerilla savaşının sürekliliğini garantiye alacak bir hazırlık süreci yaşamayı gerekli görmüştür. Bu da oldukça önemli, tarihi sonuçları olan bir değerlendirme durumunu ifade ediyor. Bu temelde de 1982’ye kadar Lübnan-Filistin sahasında hem örgütsel hem de askeri bakımdan güçlü bir hazırlık ortaya çıkarttıktan sonra 1982 sonundan itibaren Kürdistan’a yeniden geri dönüşü başlatmış, tüm bu hazırlıkları 15 Ağustos 1984 Eruh ve Şemdinli eylemleriyle 12 Eylül faşist-askeri darbesine karşı Kürdistan’da başlatılan gerilla direnişine dönüştürmüştür.

Kuşkusuz 15 Ağustos 1984 Gerilla Atılımı 12 Eylül faşist-askeri darbesine öldürücü, siyasi-askeri darbeler vuran, onu paramparça eden, başarısını önleyen, ona yenilgi üzerine yenilgi yaşatan en temel devrimci-demokratik direnme hareketidir. Bunu artık herkes böyle kabul etmektedir. Dost-düşman herkes 15 Ağustos 1984 gerilla atılımının böyle bir özellik taşıdığını ve bu temelde tarihi sonuçlar ortaya çıkardığını kabul etmektedir. Bunları burada tekrarlamaya gerek yoktur. Burada önemli olan 15 Ağustos 1984 Atılımını hazırlayan çalışmaları doğru değerlendirebilmektir. Kuşkusuz burada belirleyici olan birinci nokta 1982 Büyük Zindan Direnişidir. Bu direnişin verdiği tarihi direnme kararıdır. 12 Eylül darbesine vurduğu ideolojik darbedir. İdeolojik çizgide kazandığı büyük zaferdir. 15 Ağustos Gerilla Atılımının dayandığı ayak budur.

İkinci nokta ise Önder Abdullah Öcalan öncülüğünde Lübnan-Filistin sahasında PKK hareketinin geliştirdiği ideolojik-örgütsel-askeri çalışmalar ve yürütülen hazırlıklardır. 1’inci Parti Konferansı, 2’inci Parti Kongresi temelinde geliştirilen değerlendirmeler, yapılan teorik çalışmalar, ortaya çıkartılan güçlü, stratejik çözümlemeler, karar ve planlar, bunlar temelinde güçlü bir kadro eğitimi ve hazırlanmasıdır. İşte bunlar da zindandaki direnme kararıyla birleşince tarihi 15 Ağustos Gerilla Atılımının ortaya çıkmasını ve günümüze kadar, sadece Kürdistan’ın özgürlüğünü temsil eden değil, Türkiye’nin ve onun şahsında tüm Ortadoğu’nun gerçek demokrasisini temsil eden bir direnme hareketinin ortaya çıkması sağlanmıştır. Bütün bunlar 1980 sürecinde yaşanan gelişmelerdir.

Peki, PKK’yi ve onun Önderliğini, 12 Eylül darbe sürecini bu biçimde doğru olarak değerlendiren ve ona karşı direnişin de doğru kararlaştırılıp başarıyla uygulanmasını sağlatan temel gerçekler nelerdir? İşte soruyu bu biçimde sorduğumuzda önümüze 12 Mart 1971 faşist-askeri darbesine karşı Mahir Çayan-Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya komutasında geliştirilen tarihi direnişlerin büyük ve zengin tecrübesi ve bu temelde 1970’li yıllarda Türkiye ve Kürdistan’da yürütülen mücadelelerin büyük tecrübe birikiminin zengin dersleri çıkmaktadır. Kuşkusuz PKK böyle bir mücadele içerisinde doğdu, var oldu, bir parti haline geldi. PKK Önderliği böyle bir süreçte doğuş yaptı, bir hakikat haline geldi. Bu söz konusu sürecin eleştirel-öz eleştirel değerlendirilmesi ışığında bu dönemin zengin mücadele birikiminin devrimci derslerini doğru çıkarma temelinde kendini var etti, doğruya çekti. Süreçleri doğru değerlendirebilen ve başarının tarzını, üslubunu, temposunu yakalayan bir önderlik haline getirdi.

Bir de sürecin bu boyutuna bakmamız lazım. Buradan baktığımızda şunu görüyoruz. Demek ki 12 Mart 1971 faşist-askeri darbesi ve ona karşı THKP-C, THKO ve TİKKO örgütlülükleri temelinde geliştirilen tarihi direnişler, ilk adımları atılan gerilla başlangıçlarının derslerini doğruya en yakın bir biçimde en derin olarak ortaya çıkartan Önder Abdullah Öcalan olmuştur. Bu çok çok önemli bir durumdur. Bir yandan söz konusu gerilla adımlarının, gösterilen kahramanlıkların, devrimci direnişlerin temsil ettiği direnme ruhunu, iradesini, o büyük cesaret ve fedakârlığı tümüyle ruhuna kadar işleyip esas alırken, diğer yandan içine girilen eylemliliklerde başarılı olamama, katliama uğrama, örgütlülüğü ve direnişi sürekli kılamamanın nedenlerini büyük bir devrimci sorumlulukla derinden sorgulayıp doğru dersler çıkartarak onları aşmayı, bu temelde doğru ve başarı getiren örgüt ve mücadele biçimlerini bulmayı gerçekleştirmiştir. Bu durum şunu ifade ediyor: Demek ki 12 Mart darbesine karşı geliştirilen devrimci direnişlerin derslerini en doğru, en iyi çıkartan Önder Abdullah Öcalan olmuştur. O büyük pratik tecrübeyi en doğru temelde, eleştirel-öz eleştirel sorgulamaya tabi tutarak sonuçlarını, derslerini en iyi Önder Apo ortaya çıkartmıştır.

12 Mart darbesine karşı Mahirler-Denizler-İbrahimler komutasında gelişen kahramanlık direnişinin derslerini doğru çıkartamayan hareketler, kişiler, önderlikler 70’li yılların o çok yönlü mücadelesi içerisinde varlık göstermiş olsalar bile 12 Eylül 1982 askeri darbesiyle karşılaşınca darbeye karşı ‘1971 direnişçiliği’ dediğimiz direniş çizgisinin gerektirdiği pratik duruşu, teorik-pratik gelişmeyi ortaya çıkartamamışlardır. Kuşkusuz bu konu da üzerinde yoğunca durulması gereken bir durum olmaktadır.

Dikkat edilirse 12 Mart darbesine anında karşılık veren 1971 direniş çizgisi, 12 Eylül darbesi karşısında gösterilememiş, ondan dersler çıkartarak zafer çizgisinde süren bir direnişçilik haline getirilememiştir. Türkiye cephesinde 12 Eylül darbesine karşı gösterilmesi gereken devrimci direniş tutumu doğru, yeterli, başarılı bir temelde gösterilememiştir. Darbeye giden süreç doğru değerlendirilip tedbirler geliştirilememiş, darbeyle karşılaşınca hareketler kendilerini koruyamamışlardır. Zindanda belli bir direnme tutumu olsa da, bütünlüklü, doğru, dışarıyı devrimci temelde etkileyen direnişler düzeyinde olamamışlardır. Burada daha çok uzlaşma eğilimi hâkim olmuştur. Direnme eğilimleri bireyler, gruplar düzeyinde kalmış, hareketin tümüne hâkim olan ve dışarıyı bu temelde yönlendiren bir çizgi haline gelememiştir. Bu durum, dışarıda 12 Eylül darbesine karşı 12 Mart darbesi karşısındaki direnme tutumunun bile ortaya çıkmasını engellemiştir. Mahirlerin çizgisi hayata geçirilemediği gibi, onlardan doğru dersler çıkartarak zaferi garantileyen bir direniş çizgisi de geliştirilememiştir.

Bu neden böyle olmuştur? Çünkü 12 Mart 1971 darbesi ve ona karşı direniş sürecinin büyük tecrübe birikimi, pratiği doğru ve yeterli bir eleştirel-öz eleştirel sorgulamaya tabi tutulmamıştır. Devrimci temelde bu sürecin dersleri çıkartılmamıştır. Ya dar-yüzeysel yaklaşımlarla es geçilmiş, fazla eleştirel-öz eleştirel bir sorgulama içerisine girilmemiş ya da söz konusu sorgulamalar daha sağdan olmuştur. Sol-devrimci temelde geliştirmek yerine, sağ-liberal bir bakış açısı, değerlendirme hâkim olmuş, bu da giderek devrimci direniş çizgisinden uzaklaşan, reformize kayan, liberalizme dönüşen bir çizgide olmuştur. Bir tür tasfiye olma konumu birçok hareket nezdinde yaşanmıştır.

Kuşkusuz bütün bunları genel duruş bakımından söylüyoruz. Yani bireysel ya da grupsal düzeyde bu duruma düşmemek için gösterilen çabalar vardır. Arayışlar, incelemeler olmuştur. Yine süreç içerisinde önemli direniş tutumları da gelişmiştir. Bunlar da birer gerçek fakat geneli temsil etmekten, örgütlü hareket haline gelmekten uzak olmaları nedeniyle sürece damgasını vuran bir düzeyi ifade edememişlerdir. Bu nedenle 12 Eylül darbesi karşısında süreci doğru değerlendirebilen, özellikle Antifaşist Birleşik Direniş Cephesini güçlü bir biçimde örgütleyip yürüten bir konuma gelinememiştir. 1982’de kurulan faşizme karşı birleşik direniş cephesinin devamı sağlanamamış, Kürdistan’da bu cephe 15 Ağustos Gerilla Atılımına dönüşürken benzer bir devrimci, silahlı direniş, gerilla atılımı Türkiye cephesinde geliştirilememiştir. Tersine mücadelesizlik, reformizme kayma, pasifizme dönüşme durumu yaşanmıştır. 1968 gençlik devriminin Türkiye’deki kolu olarak gelişen 1971 Demokratik Devrim Hareketi güçlü bir biçimde 12 Eylül darbesine karşı geliştirilememiştir.

Aslında 1970 başında Türkiye’de yaşanan Büyük Demokratik Devrim Hamlesi 1980’de 12 Eylül darbesine karşı devrimci direnişle yürütülemeyerek kesintiye uğratılmış, zayıf düşürülmüştür. Eğer tümden ortadan kaldırılamamış, yenilgiye uğramamışsa bunun nedeni Kürdistan’daki özgürlük direnişinin 15 Ağustos Gerilla Atılımı temelindeki gelişimidir. 15 Ağustos Atılımı Kürdistan’da varlığı ve özgürlüğü temsil ederken, Türkiye’nin de demokrasisini temsil etmiştir. 1970 başında yaşanan büyük demokratik devrimin Kürdistan’da devam ettirilmesi olmuştur. Böyle bir devrimin yenilgisini önlemiştir ama söz konusu devrimin Türkiye’de de devam ettirilmesi için yeterli olamamıştır. O zamanki sol-devrimci-demokratik hareket önderliklerinin ya tutuklu olup dışarıya etkide bulunamamaları, ya da dışarıda olanların süreci doğru değerlendiremeyip devrimci tutum gösteremeyerek reformize düşmeleri 70’li yıllarda gelişen büyük demokratik devrim hamlesini 1980’li yıllardaki devamını engellemiştir.

Türkiye’de sol-sosyalist hareket ancak 1990’lardan itibaren Kürdistan’da gerçekleşen ulusal diriliş devriminin ve halk serhıldanı hareketinin Türkiye toplumunu derinden etkilemesi, yeni demokratik devrim arayışında olan yeni güçlerin ortaya çıkması temelinde kendisini yeniden örgütlemeye, yeni arayışlara ve toparlamaya yöneltmiştir. Bu temelde yeni arayışlar, gruplaşmalar, toparlanmalar, yeniden bir devrimci gruplaşma ve örgütlenme süreci 1990’larda gelişmeye başlamıştır. Günümüze kadar gelişen süreç bu oluyor. Bugün Halkların Birleşik Devrim Hareketinde kendisini somutlaştıran gerçeklik bir yanıyla kesintisiz bir biçimde direnişi sürdüren Kürdistan Özgürlük Hareketi olurken diğer yanıyla da doksanlı yıllardan itibaren kendini yeniden toparlayıp örgütlemeye, yeni bir pratik direnişe yönelten Türkiye Devrimci-Demokratik Hareketi olarak ortaya çıkıyor. 12 Eylül darbesine karşı 1982’de oluşturulan faşizme karşı Birleşik Direniş Cephesinin devam ettirilememesi, parçalanması, Türkiye cephesinde kesintiye uğraması durumu, son 5 yıldır HBDH temelindeki örgütlenme ve hareketle yeniden ortaya çıkartılıp yeni bir mücadele sürecinin geliştirilmesine yol açmıştır. Yani 1970 devrimci direnişçiliği, yine 15 Ağustos 1984 atılımcılığı bugün kendisini Halkların Birleşik Devrim Hareketi örgütlenmesi ve mücadelesinde temsil ediyor ve yaşatıyor.

HBDH-ONLINE: 12 Eylül faşist-askeri darbesinin bugünkü AKP-MHP faşizmiyle bağı nedir?

Aslında 12 Eylül faşist-askeri darbe gerçekliği, onun çizgisi, hedefleri bugün AKP-MHP faşist soykırımcı diktatörlüğü ile ete-kemiğe bürünmüş, zirve yapmıştır. 12 Eylül faşizmi ile AKP-MHP faşizmi arasında böyle kopmaz bağlar vardır. 12 Eylül faşist-askeri darbesi Türkiye siyasetinde yeniden siyasi İslamcılık denen akımın geliştirilmesinin önünü açmıştır. Tarikatların, kendine İslami denen akımların kurulması, geliştirilmesinin önünü açan, kolaylaştıran düzenlemeleri Kenan Evren cuntası yapmıştır. Her ne kadar toplum önünde sürekli Mustafa Kemal’den, Atatürkçülükten bahsetmişse de, pratikte, hukuki temelde, politik olarak aslında Mustafa Kemal’in yasakladığı çok şeyi tersine çevirmiştir. O yasakları kaldırmış, tarikatçılığın, İslami gruplaşmaların önünü açmıştır. Nasıl bugün AKP-MHP faşizmi Ayasofya’yı camiye çevirdi, böyle bir adım attıysa aslında Mustafa Kemal döneminde bu alanda alınan yasak kararlarının önemli bir kısmını da Kenan Evren cuntası ortadan kaldırmıştır.

12 Eylül darbesi sadece Türkçü-milliyeçi-ırkçı-şoven değildir, aynı zamanda Türk-İslam sentezci bir çizgiyi esas almıştır. 12 Eylül faşist-askeri darbesinin, Kenan Evren cuntasının ideolojik-siyasi çizgisi nedir dendiğinde ona verilecek en doğru cevap Türk-İslam sentezciliğidir. Sadece Türkçü-milliyetçi-ulusalcı değildir, aynı zamanda onu İslamcılıkla da birleştiren, önünü açandır.

Peki, bu kadar Atatürkçü geçinmesine rağmen neden siyasi İslam’ın önünü açmıştır? Çünkü darbeyi NATO gerçekleştirmiştir. Türk İslam sentezci çizgi, siyasi İslam’ın önünü açma çizgisi NATO çizgisidir. Yani ABD siyasetinin bir gereğidir. Sovyetler Birliğine karşı yeşil kuşak projesi temelinde bütün Ortadoğu’da devlet İslamcılığı, radikal İslamcı, siyasi İslamcı denen akımlar geliştirilirken Türkiye’de de bunun önü 12 Eylül faşist-askeri darbesiyle açılmıştır.

AKP-MHP ittifakının temelleri 12 Eylül darbesiyle atılmıştır. Darbeyi NATO yaptığı için, darbe siyasetini de NATO belirlemiştir. Dolayısıyla NATO’nun yeşil kuşak çizgisinin, hareketinin Türkiye’de uygulanması 12 Eylül faşist-askeri darbesi temelinde İslamiyet’in siyasi alana aktarılması, siyaset tarafından kullanılmasının önünü açmıştır. Bu gerçeği bilmemiz gerekiyor. Böylece bir yandan Afganistan’da Talibancılık, Mısır-Afganistan hattında El-Kaidecilik, Mısır-Suriye hattında İhvan-î Müslimcilik geliştirilirken Türkiye’de de bugün Tayyipçilik olarak ortaya çıkan akımın temelleri 12 Eylül 1980 darbesiyle atılmış, önü açılmıştır. Bunu bilmek gerekiyor. Bu bakımdan Kenan Evren’in sözlerinin aksine İslamcılık devlet siyasetinin içine 12 Eylül darbesiyle sokulmuştur. 12 Eylül darbe çizgisinin bir boyutu da budur.

Diğerinin de Turancı-faşist-şoven Türk milliyeçiliği olduğu kesindir. Bu da kendisini Alparslan Türkeş’in sözleriyle ortaya koymuştur. Turancılığın Başbuğu olan Türkeş mahkemede kendini savunurken ‘fikirlerimiz iktidarda biz ise tutukluyuz’ diyerek 12 Eylül faşist-askeri rejiminin aslında MHP’nin fikirlerinin, Alparslan Türkeş’in fikirlerinin uygulayıcısı olduğunu net bir biçimde ifade etmiştir. Bu da açıkça gösteriyor ki 12 Eylül faşist-askeri rejimi bir Türk-İslam sentezci rejimdir. Bir Turancı-İslamcı rejimdir. Aslında bir AKP-MHP rejimidir. Onun İslamcı çizgisini AKP, Turancı-milliyeçi çizgisini MHP temsil etmektedir, dolayısıyla bugün AKP-MHP ittifakı biçiminde ortaya çıkan Türk-İslam sentezci, Kızıl Elmacı, Turancı, İslamiyetçi çizgi aslında kendisini 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte Türkiye’de adım adım var etmiş, darbe rejimiyle somutlaştırmış ve bugün de esas örgütsel ve iktidar kimliğine AKP-MHP diktatörlüğü ile ulaşmıştır. Bunu çok rahat bir biçimde böyle tanımlayabiliriz. AKP-MHP ittifakının, faşist diktatörlüğünün ne anlama geldiğini böylece çok daha rahat görebiliriz.

Bunda başlangıçta ABD-Sovyet Bloklaşmasının, ABD’nin Sovyetler Birliğine karşı yeşil kuşak projesi adı altında yürüttüğü mücadelenin belirleyiciliği vardır. Daha sonra Sovyetler Birliğinin çözülüşünden itibaren de söz konusu çizgi PKK öncülüğündeki Kürdistan Özgürlük Hareketine karşı kullanılmak üzere derinleştirilerek devam ettirilmiştir. Sovyetler Birliğine karşı mücadele için ortaya çıkartılan Türk-İslam sentezci çizgi, Turancı, yeşil kuşakçı ittifak çizgisi 1990’andan sonra, Sovyetler Birliğinin çözülüşü ardından ABD ve Türk devleti tarafından Kürdistan Özgürlük Hareketine karşı, PKK’ye karşı kullanılan bir çizgi haline getirilmiş ve bu temelde pratikleştirilmiştir. PKK gerillasına, Kürt halkına karşı savaşı MHP’nin Turancı-faşist-milliyetçi çizgisi yürüttüğü kadar AKP’nin siyasi-radikal İslamcı çizgisi de yürütmüştür. TC devleti ancak bu iki çizgiye dayanarak, bunların önünü açarak varlığını sürdürebilmiş, Kürt Özgürlük Hareketine karşı koyabilmiş, Kürdistan’daki özel savaşı yürüterek kendini ayakta tutabilmiştir. Bu da giderek tümüyle AKP-MHP’nin devlet olmasına, devleti ele geçirmesine, dolayısıyla 12 Eylül darbesiyle başlayan sürecin esas siyasi-örgütsel kimliğini AKP-MHP faşist diktatörlüğünde bulmasına yol açmıştır.

Bu Turancı-siyasi İslamcı çizgi, tümüyle sol-sosyalist harekete karşı geliştiren bir NATO çizgisidir, bir saldırı çizgisidir. Sovyetler Birliğini çözülüşe götürdükten sonra da aynı saldırı bu sefer PKK’ye karşı, PKK’nin geliştirdiği Kürdistan Özgürlük Hareketine, devrimci-demokratik mücadeleye karşı kullanılmak üzere devam ettirilmiştir. Bugün de sürdürülen, devam ettirilen gerçeklik budur.

Şimdi bu bakımdan Türkiye’nin tarihsel sürecini şöyle değerlendirmek lazım: Birincisi Talat ve Enver paşaların İttihat ve Terakki Cemiyetinde ifadesini bulan Türk-İslam sentezci çizgi oluyor. Esas bu çizgi orada şekillenmiştir. Faşisttir, sömürgecidir, soykırımcıdır, halklar düşmanıdır, tekçidir. Ulus devlet faşist diktatörlüğünü esas almaktadır. Türk-İslam sentezci, halklar düşmanı, faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaset kendisini Talat ve Enver paşaların İttihat-Terakkisi ile var etmiştir. Kemalist hareket bunun bir versiyonu biçimindedir. Turancı ve İslamcı çizgiyi biraz zayıflatarak daha dar, kendine göre bir milliyetçi çizgi geliştirmiştir. Sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasetten vazgeçmemiştir ama bunu İttihat ve Terakkinin Turancı ve siyasi İslamcı zihniyet ve siyaset ile başarıya gitmediğini görerek o temelde sürdürmekten uzak durmuş, imtina etmiştir. İttihat ve Terakkiyle başlayan Türk ulus devletçi çizgisi Kemalist Hareketin bu daraltıcı, geri çekici duruşunu 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesiyle aşmıştır. 12 Eylül darbesi var olan devleti lağvedip yeniden devlet kurarken bunu aslında İttihat ve Terakkinin başlattığı Türk-İslam sentezci çizgide gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla Kemalist Hareketi aslında bir biçimde tasfiye etmiştir. Adım adım da o tasfiye sürecini geliştirmiştir.

Şimdi bütün bunlar AKP-MHP faşist diktatörlüğünde doruğa ulaşmış, zirve yapmış, kimlik bulmuştur. İttihat ve Terakkinin başlattığı, 12 Eylül faşist-askeri darbesinin yeniden kurduğu, egemen kıldığı Türk-İslam sentezci faşist çizgi AKP-MHP ittifakında, Cumhur ittifakı denen siyasi ittifakta esas kimliğini bulup kendi gerçeğine kavuşmuş olmaktadır. Talat ve Enver paşanın Türk-İslam sentezci zihniyeti Kenan Evren cuntasında yeniden kuruluşunu gerçekleştirmiş, Erdoğan-Bahçeli ittifakıyla da gerçek ideolojik-siyasi kimliğini, hâkimiyetini ortaya çıkartmıştır. Tarihsel gelişmeyi böyle görmek gerekiyor.  Bugünün AKP-MHP faşizminin hem 12 Eylül faşist-askeri darbesiyle hem de Talat ve Enver paşaların, İttihat ve Terakki yönetimiyle tarihsel bağını iyi anlamak lazım. Bu bir çizgidir. Buna Türk-İslam sentezci çizgi deniyor. Türkçülüğü Turancıdır, MHP çizgisidir, Enver paşanın çizgisidir. İslamcılığı, dini siyasete alet etme, İslam’ı aslında halkları köleleştirmede kullanma çizgisidir. Bu çizgi günümüzde kendisini AKP’de temsil eder hale gelmiştir.

Turancı-Türkçü milliyetçiliği bir yanıyla bütün dünya Türklüğünü birleştirmeyi, Kızıl Elmacılığı esas alırken, diğer yanıyla devlet İslam’ı, Muaviye İslam’ı denen, bazılarının radikal ya da siyasi İslam olarak tanımladığı bir siyasi çizgi olarak ortaya çıkmıştır. El-Kaide, DAİŞ, İhvan-î Müslim’in örgütlenmeleriyle de ifade edilen çizgi bunun benzerleridir. Aslında İhvan-î Müslim’in tamamen AKP çizgisi olurken diğerleri de benzer bir anlayışı ifade ediyorlar. Sadece farklı iktidar kesimlerinin biraz farklı kimlikler adı altında aynı çizgiyi sürdürmelerini içeriyor.

TC devleti bu hale niye geldi? Kenan Evren cuntasıyla, Erdoğan-Bahçeli faşizmi nasıl ortaya çıktı? Burada başta emperyalizme olan bağımlılığı, NATO’nun yönlendiriciliğini görmek gerekir. NATO örgütlülüğü temelinde küresel kapitalist sermayenin çıkarlarını savunmak Türkiye’deki devlet yapısını bu hale getirmiştir. İkincisi sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaseti esas alması, demokratik olamaması, halklar düşmanı, Kürt düşmanı, soykırımcı olması buna yol açmaktadır. Yani Ermeni-Rum-Asuri-Süryani soykırımcılığından bugün hepsini temsil eden Kürt soykırımcılığına ulaşmıştır ki bu zihniyet bir yandan NATO’nun çıkarlarının savunulması, diğer yandan soykırımcı zihniyet ve siyasetin esas alınması şeklinde olmuştur. Bu gerçeklik bugünkü TC’yi doğurmuş, AKP-MHP faşizminin Kürt düşmanı, halk düşmanı, kadın düşmanı zihniyet ve siyasetinin hâkim hale gelmesine yol açmıştır.

Demek bu kadar faşist-soykırımcı-gerici hale gelmesinin iki temel etkeni var: Bir tanesi NATO’ya bağımlılığı, küresel sermayenin çıkarlarını savunmasıdır, diğeri sömürgeci-soykırımcı olmasıdır. Kürt düşmanı, halk düşmanı olmasıdır. Bütün bunları günümüzde AKP-MHP temsil ediyor, ayakta tutmaya, yaşatmaya çalışıyor. Ancak dikkat edilirse AKP-MHP şahsında bu çizginin maskesi tümüyle düşmüş, bütün oyunları bozulmuş, gerçek yüzü açığa çıkmış durumda. Artık kendini gizleyecek bir yanı yok, onun için de bir yandan Devlet Bahçeli kendisini Başbuğ ilan ederken, şimdi yeni başbuğ olarak Tayyip Erdoğan’ın ilan edildiği anlaşılmaktadır. Bu şekliyle Alparslan, Mehmet Fatih ve Atatürk’ten sonra 4’üncü halka olarak Tayyip Erdoğan Turancılığın, Kızıl Elmacılığın yeni başbuğu olarak ilan edilmiş oluyor. Bunu kendisi de böyle kabul edip ilan ediyor. Türkeş’in vekâletini yürüten Devlet Bahçeli’de yeni başbuğluğu Tayyip Erdoğan’a vermiş olduğunu açıkça söylüyor. Zaten bunu her açıklamasıyla net bir biçimde ortaya koyuyor.

HBDH-ONLINE: Bugün Türkiye’deki bu faşist zihniyet ve siyasete karşı Halkların Birleşik Devrim Hareketi HBDH’nin mücadele durumu, anlam ve önemi nedir?

İşte Halkların Birleşik Devrim Hareketi İttihat ve Terakki’den başlayan, Kenan Evren cuntasıyla gelen ve bugün Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğü biçiminde ortaya çıkan Türk-İslam sentezci gericiliğinin her bakımdan alternatifi olmaktadır. HBDH gerçeği bu tarihsel faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaset oluşumunun her bakımdan alternatifini ifade etmektedir. Her türlü faşist-sömürgeci-soykırımcı-baskıcı zulme karşı özgürlüğü, eşitliği, demokrasiyi öngörmektedir. Kürt düşmanlığına karşı Kürt özgürlüğünü, halkların özgürlüğünü, halk düşmanlığına karşı özgür, kardeşçe, komünal, paylaşımcı dayanışmayı, yine kadın düşmanlığına karşı kadın özgürlüğünü, kadın özgürlük çizgisinde yeni bir toplumsal yaşamın şekillenmesini esas almaktadır. Dolayısıyla Halkların Birleşik Devrim Hareketi sadece bir silahlı direnme hareketi değildir. Yine sadece 7-8 partinin bir araya gelip bir çatı örgütü oluşturması biçiminde de görülemez. Kuşkusuz bunlar var ama HBDH bunlardan çok daha öte bir anlam ifade etmektedir. Dolayısıyla HBDH’yi sadece bunlara indirgemek son derece daraltmak oluyor.

Aslında HBDH, ittihat ve terakki faşist soykırımcılığına karşı geliştirilen her türlü özgürlükçülüğü, eşitlikçiliği, paylaşımcılığı, demokrasiyi, kardeşliği, bu temeldeki düşünce ve mücadeleleri kendisine tarihsel temel alıyor. 12 Eylül faşist-askeri darbesine karşı yürütülen bütün direnişleri kendi şahsında somutlaştırıyor. Bugün AKP-MHP faşizmine karşı da Kürdistan Özgürlük Hareketiyle Türkiye’nin Devrimci-Demokratik Hareketini her alanda birleştiren bir özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik, demokrasi hareketi olarak ortaya çıkıyor. HBDH’yi böyle görmek ve anlamak lazım. O da son yüz yıllık tarihi özgürlük ve demokrasi direnişlerini miras alan, onları bugün temsil eden bir harekettir. Kesintisiz bir biçimde devam eden bu akımı zafere ulaştırma iddiasını, hedefini kendi şahsında somutlaştırmaktadır. Bu çerçevede HBDH’yi tabi toplum yaşamının tüm boyutlarında AKP-MHP faşizminin Türk-İslamcı çizgisinin alternatifi olarak görmek lazım. Felsefesiyle, ideolojik-politik çizgisi, kültürü ve ahlakı ile mücadele tarz ve üslubuyla tamamen alternatif bir yaşamı, alternatif bir duruşu, Türkiye ve Kürdistan’da özgür insan ve demokratik kömüne dayalı, kardeşçe bir toplumsal var oluşu ifade eden, bunun mücadelesini veren bir hareket olarak ele almak gerekir. HBDH gerçeği böyle bir gerçekliktir. Dolayısıyla da AKP-MHP faşizminde somutlaşan her türlü faşist-soykırımcı-sömürgeci-gerici-diktatöriyel zihniyet ve siyasete karşı her alanda mücadele etmeyi öngörmektedir.

Büyük bir felsefi ve ideolojik mücadele boyutu vardır. Bunları yeterince yürütemiyor olabilir ama temel duruşu, karakterinin böyle olduğu tartışmasızdır. Yine kapsamlı bir siyasi duruşu ve mücadelesi vardır. Egemen güçlerin faşist diktatörlüğüne karşı ezilenlerin Demokratik Birliğini, Demokrasi Hareketini temsil etmektedir. Her türlü faşist-baskı-saldırı-katliamlara karşı kırda ve şehirde Kürdistan’da ve Türkiye’de Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin başlattığını, Agitlerin, Zilanların ete-kemiğe büründürdüğü kahraman gerilla çizgisinde devam ettirmektedir. Gerilla öncülüğünde her alanda süren bir demokratik halk direnişini yürütmekte ve zaferin eşiğine getirmiş bulunmaktadır.

Bugün gerçekten de AKP-MHP faşizmi en zayıf halini, çöküş sürecini yaşamaktadır. Her an bir çöküş gündeme gelebilir. AKP-MHP şahsında çöküşü yaşayan sadece bir hükümet değil, aslında sömürgeci-faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetin kendisidir. Bunu temsil eden bir bütün yapıdır. Dolayısıyla HBDH alternatifi, halkların birlikte demokratik bir yapı altında özgürce, kardeşçe yaşayacağı yeni bir sistemin geliştirici gücü olmaktadır. HBDH devrimi böyle köklü bir devrimdir. Zaferin eşiğine gelmiş bir devrimdir. Aslında HBDH 50 yıllık büyük devrimci mücadeleyi zafere götürme iddiasını ve iradesini temsil eden bir harekettir. Bunları zafere taşımakla mükelleftir. Bugün kırda ve şehirde gerillayla, milislerle, demokratik halk direnişiyle temsil edilen, ifadesini bulan kesinlikle budur. Yeni Türkiye’yi ve Kürdistan’ı yaratacak olan da budur.

Bu temelde diyoruz ki AKP-MHP faşizmini ve onun şahsında faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaset yıkılacak, HBDH’nin temsil ettiği özgürlük ve demokrasi hareketi birlikte ve kardeşçe yaşamı kesinlikle var edecektir. Kırda ve şehirde yürütülen mücadele bunun içindir. Halkların direnişi bu temeldedir. Kahraman şehitlerimiz böyle büyük bir tarihi mücadelenin gerçek sahibidir. Bu temelde bu büyük mücadeleyi, özellikle onun kırda ve şehirde savaşan militanlarını selamlıyor, kahraman şehitlerini saygıyla anıyor, faşizm yıkılacak, halklarımız kazanacak diyoruz.

09.09.2020

Önceki Yazı

12 EYLÜL’ÜN “İYİ ÇOCUKLARI” HALA İŞ BAŞINDA

Sonraki Yazı

Tarihsel Zincirin Haldeki Halkası “DÖRTLER’in Kararı” Kazanacağız!

HBDH

HBDH

Sonraki Yazı

Tarihsel Zincirin Haldeki Halkası “DÖRTLER’in Kararı” Kazanacağız!

HBDH: "KCK’nin Hamlesi Birleşik Devrim Mücadelesine Güç Verecektir"

SON EKLENENLER

HBDH Yürütme Komitesi Üyesi Tekin Yoldaş’tan 1 Mayıs’a çağrı: 2021 1 Mayıs’ında bütün alanları zapt edelim!

16 Nisan 2021

Günlerin getirdiği baskı ve zulüm bitecek – Umut Keçer

12 Nisan 2021

Hîvron Razmuhi: 1 Mayısta Garê direniş ateşini büyütelim!

6 Nisan 2021

HBDH Milislerinden, Öcalan’a Özgürlük eylemleri

6 Nisan 2021

KBDH Ekin Ceren Milisleri’nden Ateşten Eylem:“Sarayları da, Sokakları da Yakarız”

1 Nisan 2021

HBDH Savaş Maraş Milisleri; Maraş’ta Askeri Kışlaya Eylem.

31 Mart 2021

HBDH Mahsum Korkmaz Milisleri’ nden Ölümsüzler Anısına İstanbul’da Sabotaj Eylemi

31 Mart 2021
Sonuç yok
Tüm sonuçları göster
  • Açıklamalar
  • Bileşenler
  • KBDH
  • Gençlik
  • Eylemler
  • Birleşik Devrim Dergisi
  • Şehitler
  • Forum
  • MATERYALLER

© 2016 - HBDH.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In