Kadın Komünarlar Birliği Temsilcisi/ Kadınların Birleşik Devrim Hareketi Genel Konsey Üyesi Eylem Keçer ‘le 1 Mayıs, açlık grevleri, ekonomik kriz ve yaşanan sürece dair röpotaj yaparak, KKB’nin 1 Mayıs mesajını ve mücadeleye dair analizlerini konuştuk.
Öncelikle merhaba. Aslında yaşanan süreci çeşitli açılarıyla yorumlamak mümkün. Genel hatlarıyla açıklayacak olursak; bugün itibariyle de ülkemizde ve bölgemizde yaşanan gelişmelere baktığımızda egemenler tarafından rant-talan ve yolsuzluklarla ekonomik krizin derinleştirilmesinin istikrarlı bir şekilde devam ettiğini görüyoruz. Yaşanılan ekonomik krizin faturası işçi sınıfına, kadınlara ve ezilen halklara kesiliyor. Aynı zamanda da Faşist AKP-MHP iktidarı yaşanan bu ekonomik krizin istikrarlı bir şekilde devam etmesi için de emperyalist güçlerle aldığı destekle hem içerde hem dışarda toplumun bütün kesimleri üzerinde kapsamlı bir savaş politikası yürütüyor. Bugün yürütülen savaşa derinlikli bakmalıyız.
Savaşın nasıl okunduğu, faşizmle nasıl mücadele edeceğimiz açısında da önemli. Bu nedenle biraz detaylandırmak gerekir diye düşünüyorum. Egemenler ve özelinde de AKP-MHP faşizmi toplumun bütün kesimlerini türlü türlü oyunlarla ve baskı politikalarıyla tecrit ve imha konseptli bir politika yürütüyor. Bunu nasıl yapıyor soruna yönelecek olursak, AKP- MHP ittifakı bu savaşı küçük bir azınlığın refahı için işçi sınıfını yoksulluğa mahkum ederek yapıyor. Domates, patlıcan fiyatlarına oluşan tepkiyi beka sorunuyla tehdit etmesi meselesi de içerde kendisine karşı gelişebilecek olan muhalafeti bastırmak adına nasıl adımlar attığını gösteriyor aslında. İşçi sınıfı ve ezilen halkların değil kendi bekası için kirli savaş politikası ile halkları birbirine kırdıryor.
Kürdistan’a bakacak olursak orada ise Kürt halkını sokağa çıkma yasaklarıyla namlularla tehdit ediyor. Kürt Halkına yönelik saldırılar sadece Kuzey’de sınırlı değildir. Aynı zamanda Güney Kürdistan’da ve Rojava Kürdistan’ında Kürtlere yönelik saldırılarını devam ettirip işgal altında tutmaktadır.
Bugün itibariyle AKP-MHP faşizminin istikrarlı olarak sürdürdüğü bir diğer durumda taciz tecavüz çocuk istismarı ve kadın cinayetleridir. Kadınlara kamusal alanı kapatıp hayatın her alanında kadınları tacizle tecavüzle çocuk istismarıyla karşı karşıya bırakıyor.
Elbette patriyakal kapitalizme ve saldırılarına ilişkin özellikle bu dönemde fazlaca söz söylememiz mümkün. AKP- MHP faşizminin saldırıları bugün sadece bunlarla da sınırlı değil. Anayasal ve medeni hukuk ceza hukuku tartışmalarında kadınların kazanımları yok ediliyor. Nafaka miktarını çok düşük düzeylere düşürmesi boşanmaları zorlaştırıyor. Aynı zamanda bu durum da savaştan kaynaklanan yoksulluğun nasıl üstünün örtüldüğünü de gösteriyor.
Tabi ki de bu durumun AKP-MHP faşizminin iktisadi ve şoven politikalarıyla yüzde yüz uyumlu olarak ilerletildiğini görüyoruz. Bütün bu yaşananlara karşı gelişen kadınların her türlü muhalefetini de bastırmak ve sindirmek için de elinden geleni ardına koymuyor. Bu gün cezaevleri devrimci demokrat ve yurtsever kadınlarla dolu.
Ama burda altını çizmek istiyorum ki bütün bu baskılara rağmen faşizme karşı mücadelede azınsanamayacak nitelikte bir muhalefet ve direnişte söz konusu. Kadın cinayetlerine karşı yapılan eylemler taciz ve istismara karşı biriken kadınların öfkesi Flormar direnişi, özellikle AKP-MHP faşizminin ilk elden hedefi olan kadınların 8 Mart’ta alanlara çıkması bütün baskı ve engellemelere karşı 20 bin üzerinde bir katılımla gerçekleşen feminist gece yürüyüşü, Leyla Güven öncülüğünde gerçekleşen ve binlerce tutsağın devam ettridiği açlık grevi eylemini Kürt halk önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecritin kaldırılması ve diğer taleplerin kabul edilmesi için desteklemek, sahiplenmek ve sorunun çözümü ve gerekli adımların atılması için Barış Anneleri’nin cezaevleri önündeki eylemlerine de yine kadınlar öncülük etmektedir. Metrobüste yaşanan tacize karşı kadın-kadınlar susmayacağını ifade ediyor. Burada önemli bir dinamiği işaret edildiğini görmeliyiz diye düşünüyorum. Kadınlar egemenler tarafından oynanan oyunun dışına çıkmayı zorluyor.
Aslında Leyla Güven’in başlatmış olduğu ve bugün özellikle cezaevlerine mahpusların sürdürdüğü beraberinde çeşitli yerlerde yüz günü aşan bir direniş söz konusu. Leyla Güven’in ve 7000 tutsağın süresiz dönüşümsüz açlık grevinde olduğu tutsak kadınların canlarını feda ederek eylem yaptığı bir süreçte ülkedeki herkesin tecritte olduğu gerçeğini kabul ederek dışardaki hücreleri parçalamadan içerdeki hücrelerin parçalanamayacağının bilinci ile hareket etmemiz gerekiyor.
Dışarda hücrelerin parçalayamadığımız için cezaevlerinde Zülküf Gezen, Ayten Beçet, Zehra Sağlam ve Medya Çınar yaşamına son verdi. 30 Nisan itibariyle 15 devrimci tutsak bedenlerini ölüm orucuna yatırdılar. Bu süreçte özellikle kadınların “tecrit kalksın Leyla yaşasın” sloganıyla sürece öncülük etmesi ve direnişi yayması çok önemli bir gelişmedir.
Tabi ki AKP-MHP iktidarının bu süreç karşısında aldığı tutum hiçbirimizi şaşırtmıyor. Toplumun bütün kesimlerini yıldırmak ve kendi iktidarını sağlamlaştırmak için saldırılarla cevap veriyor. Hepimiz görüyoruz iktidarın saldırganlık boyutunu aslında diyebilirimki bu saldırganlık gözümüz önünde yapılıyor. Cezaevleri önünde annelere saldırıyor, kendisine karşı gelişecek her türlü muhalefeti bastırıyor. AKP-MHP faşizmi toplumun tüm kesimlerine zulmediyor.
Bu açıdan “Tecriti kıralım, faşizmi yıkalım” talebi cezaevlerindeki siyasi tutsakların özgürleşmesi ve aynı zamanda Türkiye işçi ve emekçilerine de yapılan zulme karşı bir direniş olarak görmek gerekiyor. Buradan belirtmek istiyorumki bugün bu talebi Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri sahiplenmelidir.
Bu dönemden bakacak olursak işçiler ve ezilenler açısından egemenlerin dayattığı tablonun değişmediğini söyleyebilirim. Egemenlerin yarattığı kriz itibariyle güvencesiz çalışma ve işsizlik artıyor ve iş cinayetleri neredeyse hemen hemen her gün yaşanıyor. Yine diğer taraftan kadınlar katliamlara, tacizlere, tecavüzlere maruz kalıyor, gençler geleceksizleştiriliyor. Yaşadığımız sürecin ana bilançolarını bunlar oluşturuyor diyebiliriz. Aslında aynı zamanda bunları bizlere olağanlaştırmaya çalışıldığını da belirtmeliyim.
Bu gün itibariyle artık egemenlerin bize dayattığı bu oyunun dışına çıkma vakti geldi.
Tam da böylesi bir süreçte 1 mayıs’ı bir direniş mevzisi olarak örgütlemeliyiz.
Bize düşen görev nedir sorusuna ise cevap olarak özellikle Türkiye işçi sınıfı, kadınlar ve ezilen halkların bu 1 Mayıs’ta hem tarihsel anlam hem de mücadelesi itibari ile emperyalizme, faşizme ve şovenizme karşı birleşik bir cephe hattı ve direniş hattı örmek olarak önümüzde duruyor.
Nasıl bundan tam 132 yıl önce işçi sınıfının 8 saatlik iş günü hakkını elde etmek için verdiği mücadele Amerika’yı sarstıysa bu günde yoksulluğa karşı, kadın cinayetlerine ve tecrite karşı, faşizme karşı verilen birleşik devrim mücadelesi AKP-MHP faşizmini sarsacaktır.
Buradan tüm kadınları, ezilenleri birleşik devrim saflarında mücadeleye çağırıyorum. Tüm ezilenlerin, kadınların, işçi sınıfının 1 Mayıs çoşkusuyla, direnerek ve direnişi büyüterek mücadeleyi zafere taşıyacağına inanıyorum. Sizlere teşekkür ediyorum.