• FORUM
  • İLETİŞİM
26 Mart 2023
  • Giriş
Halkların Birleşik Devrim Hareketi
  • Açıklamalar
  • Bileşenler
  • KBDH
  • Gençlik
  • Eylemler
  • Birleşik Devrim Dergisi
  • Şehitler
  • Forum
  • MATERYALLER
Sonuç yok
Tüm sonuçları göster
  • Açıklamalar
  • Bileşenler
  • KBDH
  • Gençlik
  • Eylemler
  • Birleşik Devrim Dergisi
  • Şehitler
  • Forum
  • MATERYALLER
Sonuç yok
Tüm sonuçları göster
Halkların Birleşik Devrim Hareketi
Sonuç yok
Tüm sonuçları göster

KBDH Genel Konsey Üyesi Hevi Sarya, Medya Haber Özel Program’ına Konuk Oldu – Mart 2023

08/03/2023
Açıklamalar, Kadınların Birleşik Devrim Hareketi
0
0
PAYLAŞIM
102
GÖRÜNTÜLEME
Twitter'da paylaşFacebook'da paylaşWhatsapp'da paylaş

KBDH Genel Konseyi üyesi Hevi Sarya, Medya Haber Özel Program’ında Delal Devrim’in sorularını yanıtladı. Sarya, hem KBDH’ın hem de kadınların birleşik mücadelesine dair önemli değerlendirmelerde bulundu. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne dair mesajlar ileten Hevi Sarya, kadınları birleşik mücadele saflarında örgütlenerek faşizmi ve erkek egemenliği yıkma çağrısında bulundu

ÖZEL PROGRAM – HEVÎ SARYA

Programın yazılı içeriğini sizlerle paylaşıyoruz;

Kuzey Kürdistan, Suriye ve Türkiye’nin etkilendiği Maraş Merkezli iki deprem yaşandı. Depremde onbinlerce insan yaşamını yitirdi. Faşist Türk devletinin, AKP- MHP hükümetinin bu depremdeki rolünü ve depremin sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok ağır bir durum yaşadı Türkiye ve Kürdistan. Depremde fakat biz bunu asıl olarak Türk burjuva devletinin halk katliamında yaşamını yitirenlerimize ve onların tüm yakınlarına, tüm Türkiye ve Kürdistan halklarımıza başımız sağ olsun demek istiyoruz. Çok büyük bir halk yıkımıdır, çok büyük bir sefalet anlamına geldi yaşanan bu deprem. Türk burjuva devleti doğrudan bundan sorumludur. Saray rejimi, faşist diktatör Erdoğan bundan doğrudan sorumludur. 16 milyonluk bir nüfusu etkileyen resmi kayıtlara göre 50 binden söz edilen ama gerçekte enkaz altındakilerle birlikte, kayıplarla birlikte tahminen 200 bine yakın bir nüfusu kaybettiğimiz. Yaşamını yitirdiği belki binlerce de yaralısının olduğu bir savaşı andıran manzarayla karşı karşıya kaldık. Bu acının, bu katliamın doğrudan sorumlusunun Türk burjuva devleti olduğunu açık ve net şekilde ortaya koymak gerekiyor öncelikle. Burada olayı kader diye koymak, doğal afet diye koymak tamamen bir manipülasyondur, durumu çarpıtmaktır. Zaten bugün binlerce, ekibiyle, trolleriyle sarayda oturan Erdoğan tümden bu demagojiye, manipülasyona endeksli olarak çalışmakta. Depremin ilk 25 saatinde sarayından çıkmaması bunu gösteriyor ardından hemen sansür yasasını uygulaması, 3 ay boyunca 6 aya kadar uzayacak bir OHAL ilan etmesi de bir gerçeği saklama, kendi bütün kirini, rolünü örtbas etmeye çalışan, yalanını, demagojisini üretebileceği bir politikayı devreye soktu. Erdoğan 2001 ekonomik krizinin ardından iktidara gelmişti ve aynı zamanda Türkiye ve Kürdistan devrim sürecinin yükselişinin de ardıydı bu. Aynı zamanda ‘99 depreminin sonrasıydı yani o dönem ki tüm sermaye grupları aslında Erdoğan’ı seçti. Erdoğan’ın seçilmesi aynı zamanda bir ’99 Marmara depreminin ardından halkların geliştirdiği öfke ve bu öfkeyi kendi çıkarına, lehine kullanarak buradan yine bir manipülasyon yaratarak Ecevit hükümeti, ANAP ve o dönemki MHP’yi ekarte edip iktidara gelmişti. Dün ’99’da Marmara depremini kullanan aynı iktidar bugünde, bu yeni depremle birlikte aslında bu depremin ardından enkazı doğrudan yaratan olarak bugün teşhir olmuş durumda. Burada tabi doğrudan belli devlet kurum ve kuruluşlarını istifa ettirmek gerekir. Bunun birincisi AFAD dediğimiz kuruluş doğrudan AKP iktidarıyla birlikte kuruldu. İçişleri bakanlığına bağlı bir kurumdur.  Doğrudan bu kurumun tasfiye edilmesi gerekir bugün, doğrudan İçişleri Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Çevre Düzenleme İklim Bakanlığı bütün bunlara baktığımızda devlet tepeden tırnağa tüm kurum ve kuruluşlar bu depremden sorumludur. Öyle ki bugün AKP sermayesine baktığımızda da, Türk burjuva devletinin, saray rejiminin sermaye gruplarına baktığımızda bir yönüyle Kayseri, Konya burjuvazisini görürüz, bir yönüyle İstanbul burjuvazisini görürüz. Bu sermaye gruplarının en temel dayandığı alan İnşaat sektörüdür. AKP iktidarı boyunca inşaat sektörü iki kat oranında kar elde etmiştir. Toplam 21 yıllık iktidar süresi boyunca en fazla karına kar katan sektör burasıdır. Kentsel dönüşüm adı altında, imar planları adı altında, konut yapımı adı altında en fazla sermaye birikiminin elde edildiği, kar üzerine kar kazanıldığı alan inşaat alanı olmuştur. Burada da aslında en fazla kar elde eden halk için en dayanıksız, en sağlıksız ama sermaye gruplarına da en fazla kara dönüşen bir yatırım alanı olmuştur. Yıkılan tüm konutlara bakalım bunların yüzde 60’ı AKP iktidarı döneminde kurulan konutlardır. Bahsettiğimiz Konya, Kayseri burjuvazisi, İstanbul burjuvazisine ait olan alanlardır. Dolayısıyla doğrudan bu sermaye gruplarının bugün dolaylı ya da dolaysız temsilcisi olan AKP iktidarı doğrudan bu depremin bilançosunun sorumlusudur. Diğer bir açıdan ise halkın yararına, halkın canını kurtarmaya dönük tek bir tane politikadan bahsedemeyiz. İlk anda askeri ve çeteleri kentlere yığmasından tutalım, buralarda oluşturduğu korku atmosferi, halk da zaten bir deprem ve devlet travması varken üstüne bir de bu kolluk güçleriyle oluşturduğu baskı keza orada yakınlarını kurtarmaya çalışan insanlara ya da toplumumuza yardım etmeye çalışan devrimcilere saldıran bir saray devleti gördük. Dolayısıyla burada gerek ekonomi politikalarıyla gerek oluşturduğu askeri ve baskı politikalarıyla mevcut AKP diktatörlüğü, saray rejimi bütün cümle alemiyle aslında Türk burjuva devleti bu katliamı yarattı, doğrudan örgütledi. Aynı zamanda burada halk düşmanı politikalarının şu yönünü de görüyoruz; Maraş gibi, Hatay gibi daha bu sisteme muhalif daha fazla AKP-MHP politikalarına muhalif kesimlerin, Kürt halkımızın, Alevi toplumumuzun olduğu bu bölgelerde bu katliamı doğrudan çok bilinçli uyguladığını da söyleyebiliriz. Bu halkları bir Erdoğan aklı ya da şuan ki mevcut Türk burjuva devleti aklı zaten kurşuna dizmek ister. Bu halkları ’79 Maraş katliamında katletti ya da işte bugün bu halkların devrimcilerine yönelik uyguladığı katliamlar ya da siyasi kırım saldırılarına baktığımızda burada da tam anlamıyla bir Kürt düşmanlığını, Alevi düşmanlığını da görüyoruz. Aynı zamanda tabi demografik yapıyı değiştirme politikalarında yine ortaya serdi. Buradaki halkların hiçbir ihtiyacını karşılamayarak, enkaz altında bir nevi ölümlerini bekleyerek buradan halkların göç etmesini sağlamaya dönük bir politika izledi. Hatay’ı, Maraş’ı, Malatya’yı boşaltma buradaki halkları Türkiye’nin farklı kentlerine doğru, batıya doğru göçe zorlama siyaseti izledi. Dolayısıyla da işgalden, yağmadan, savaştan beslenen politikasını depremde bile ortaya serdi. Böyle bir gerçeklik içerisinde bile bunu ortaya çıkardı. Şu çok trajiktir, depremin olduğu ilk saatlerde İstanbul borsasında hemen açılış yapıldı ve inşaat ürünlerini yönelik bir rekabet alanı açıldı. İlk gün bütün inşaat şirketleri sıraya girdi. Çimentosundan, demirine, kimin nerde hangi konutları yapacağına dönük bir planın arka planıdır bu. Halkımız enkaz altında yardım beklerken Erdoğan’ın temsil ettiği burjuva şirketler borsada yarış içerisindeydi. Karını böyle koşullar içerisinde bile nasıl arttırırım tam da bu koşullar içerisinde yani bir nevi ekonomik ve siyasi krizin içerisinde bile nasıl sermayeme sermaye katarım? Nasıl Türk burjuva devletini korurum bir halk isyanından, bir devrimci kalkışmadan, deprem karşısında oluşabilecek bir halk kalkışmasından nasıl korurum tümden bunun ekonomik ve askeri politikalarının derdine düştü Erdoğan. Bu da bu sistemin ahlaki, siyasi yozlaşmasının en somut örneğiydi. Bugün bu iktidarın tümden alaşağı edilmesi, bu sistemin tümden alaşağı edilmesi, işçilerin, emekçilerin, yoksulların, kadınların doğrudan üretken, yaratan elleriyle bu sistemin tümden yıkılmasının ne kadar acil bir ihtiyaç olduğu, bunun aynı zamanda bir mecburiyet, zorunluluk olduğunu tekrar bu tablo ortaya çıkardı.

Depremin ardından oluşturulan çadır kentlerde başta kadınlar ve ezilen cinsel kimlikler olmak üzere halklar zorlu yaşam koşullarıyla boğuşuyorlar. Depremin ilk gününden itibaren kadın örgütleri, depremzedelerle, dayanışma çalışmaları, önemli dayanışma çalışmaları yürüttüler ki hala da yürütmeye devam ediyorlar. Deprem mağduru, emekçi kadınlar, cinsel ezilen cinsel kimlikler, halklar böylesi bir dönemde kadın örgütlerini emekçi sol partilerin desteğini dayanışmasını, devletin ise her yönüyle şiddetini gördü. Bu süreci siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Yani emekten yana olan kesimler, işçiden, emekçiden, ezilenden, ezilen kadınlardan taraf olan kesimler, evet, o ezilenlerin dayanışmasının inceliğini gösterdi. Tıpkı Che Guevera’nın söylediği sözü eyledi. İşte Erdoğan’ın sarayında ‘bu depremden nasıl rant elde ederim’ bunun planlarına yoğunlaşırken nasıl ‘devleti bir baskı ve zor aygıtı olarak bu süreçte daha iyi örgütleyebilirim’ bunun derdindeyken, devrimciler, antifaşistler, sosyalistler, feministler, ekolojistler, Kürt halkımız, Alevi emekçileri ve daha adını sayamayacağımız çokça kesim deprem bölgelerindeydi.

Aslında rolünü oynamaya çalıştı, toplumun ileri kesimleri. Özellikle Kuzey Kürdistan halkımızın özellikle Türkiye kentleriyle kurduğu dayanışma ilişkisi örnekti. Yani orada Türk halkının ve Kürt halkının dayanışmasını gördük. Bir nevi Kürt işçileri, Kürt emekçileri, Kürdistan halkları ilk elini uzatan, ilk rolünü oynamaya çalışan pozisyondaydı. HDP’nin buradaki ya da emek ve özgürlük ittifakının buradaki katkıları ya da nice diğer demokratik kurum ve kuruluşların katkılarını gördük. Dolayısıyla burada yapılmaya çalışılan bir devrimci dayanışmaydı, bir işbirliğiydi gücünün yettiği oranda oldu. Fakat burada tüm imkanlar, olanaklar bugün saray rejiminin elinde. Baktığımızda inşaat sektörünün bu kadar palazlandırıldığı Türkiye’de her tarafın iş makinesi olduğunu, her tarafta iş araç ve gereçlerinin olduğunu ya da işçi sınıfının inşaat sektöründe çalışılan oranına  da baktığımızda yani bütün imkan olanaklar aslında Türk burjuva devletinin elinde. Fakat bunların hiçbirini kullanmadı. Normalde Kürdistan’a bomba yağdırmak için hareket eden savaş uçaklarını düşünelim ya da SİHA’ları düşünelim. Burada bir tane gerilla için bir tane savaş uçağını kaldıran bir Türk burjuva devleti binlerce insanımız enkaz altındayken bir tane uçağını kaldırmadı yardım ekiplerini göndermek için ya da elinin altındaki inşaat araçlarını göndermedi. Aksine işçi sınıfı, kimi onurlu evlatları deprem bölgeleriyle dayanışma göstermek isterken bunların önü kesildi. Bu konuda mesela çok olumlu bir örnekti Zonguldak maden işçileri kendi imkanlarıyla hızla aynı gün deprem bölgesine gitti. Erdoğan’ın yaptığı ise yol kontrolleriydi, geçişleri engellemekti. Maddi hiçbir imkanı sunmamakla birlikte, yani devrimcilerin ilericilerin işçi emekçi kesimlerin kendi olanaklarıyla ortaya koymaya çalıştığı hizmetin ise önünü kesmeye çalıştı. Yani burada tam şey çok netleşti, sermaye egemenliğinin temsilcileri kimlerdir, emeğin temsilcileri kimlerdir, ezilenlerin temsilcileri kimlerdir? Yani bu karşıtlık, bu tam bir uzlaşmaz karşıtlıktır. Bu uzlaşmaz karşıtlığı depremle birlikte çok daha net gördük. Yani aslında bu iki kesim arasında hiçbir anlaşma olamaz, hiçbir uzlaşma olamaz. Devlet emek düşmanı karakteriyle, devlet şiddet unsuru karakteriyle ortadaydı. İlericiler, devrimciler, yurtseverler ve emek dostları ise dayanışma ve işbirliği ile tüm imkan ve olanaklarını zorlama kapasitesiyle ortadaydı. Yine Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin Rojava devriminin öznelerinin Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki depremle dayanışma konusunda ortaya koyduğu çaba çok değerlidir. Rojava devrim güçlerinin buradaki rolünün altı çizilmelidir. Rojava devriminin neden daha fazla yaşatılması ve korunulması gerektiğini de ortaya koyan bir örnekti. Türkiye halklarının da Rojava devrimiyle daha güçlü bir işbirliği içerisine girmesi gerektiğini de ortaya çıkardı. Bunun da altını çizmek gerekir. Devrimci hareketin geleneğinde aslında bu vardır, dayanışma örnekleri çokçadır, 70’lerde devrimcilerin migrosu çeşitli zengin marketleri, kamulaştırıp halkımıza dağıtması, İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Adana’da örnekleri var. Zamanında Kürdistan’dan Türkiye’ye göç eden halkımızın gece kondularının inşasında devrimcilerin emek seferberliğini düşündüğümüzde de yani halk için kendini adama, halk için emek seferberliği ortaya koymada zaten güçlü bir gelenek var . Gerillanın yakılan Kürt kentlerinin, Kürt köylerinin yeniden inşasında oynadığı rolü düşündüğümüzde, devrimci öncüler, gerilla ve halk arası ilişki, dayanışma, işbirliği söz konusu olduğunda aslında güçlü bir geçmiş var. Bugün de depremle birlikte ortaya konulan dayanışmada biraz bunun emarelerini gördük. Komünal yaşam deneyimleri söz konusu olduğunda da aslında geleceğe dair de çok umut vericidir. Tıpkı Gezi komün sürecinde olduğu gibi bugün de işte bunun farklı örneklerini Elbistan’da, Hatay’da, Malatya’da gördük. Buralarda aslında geleceğin sosyalist toplumunun, komünal yaşam deneyimlerinin mütevazi örnekleri olarak ortaya çıktı. Burada en önemli temel kilit nokta ise bir bu dayanışmayı aynı zamanda bir halk isyanına evriltebilecek bir sokak hareketiyle sokak mücadelesi ile birleştirmekten geçiyor. Güncel anlamda devrimcilerin, antifaşistlerin sosyalistlerin önüne koyduğu en temel görev budur. Çünkü şu an tamamen bir yalnızlık duygusuna giren, bir çaresizlik duygusuna giren halk gerçeği var. Gerçekten devletin travmasını yaşayan bir deprem bölgelerinde bir halk gerçekliği var. Nerede bu devlet diyen bize komünistler, devrimciler yardım ediyor diyen bir halk gerçeği var. Tam da işte buradaki çelişki devrimci politikanın konusu olmalı. Yani tam da bugün aslında hükümete karşı daha güçlü bir halk hareketi örgütlemenin, Türk burjuva devletine karşı daha büyük bir halk ayaklanması örgütlemenin de imkanları vardır. Dolayısıyla hani bu dayanışma, halkla dayanışma, buraya yönelik devrimcilerin ortaya koyduğu emek seferberliği çok kıymetlidir, çok değerlidir ama önümüzdeki süreç açısından da böyle bir devrimci politika ile birleştirmek gibi bir sorumluluk içerisindeyiz.

Faşist Türk devletinin bütün hakaretlerine, saldırılarına, tehditlerine rağmen emekçi halklar depremin ardından deprem sonrası süreci yönetmekte aciz olan faşist Türk devletine karşı tepkisini çok net ortaya koydular. Sizin halklara çağrınız nedir?

Halklara çağrımız şu anki mevcut rejim gerçeğini iyi görmektir öncelikle. Bu devletin kimin devleti, bu devletin kimin çıkarına hizmet ettiği çok net ortadadır, Aslında halkımız yaşayarak görüyor, en ağırıyla yaşayarak çok büyük kayıplar yaşayarak bunu görüyor öncelikle bu gerçeği görmek ve bu gerçeğe karşı bir özneleşme, büyük bir özgüvenle harekete geçme bizim en temel çağrımız budur. Şuana kadar ki tüm burjuva devletlerin en temel politikası şu olmuştur: Halkı, işçileri, ezilenleri, emekçileri, kadınları özgüvensizleştirmektir. Bir nevi kendi sisteminde biat ettirmek en temel politikasıdır ve bunu yapabilmek için de iradesizleştirme, özgüvensizleştirme en temel politikası bu. Bunu gerek neo-liberal politikalarda görüyoruz, gerek özel savaş politikalarında görüyoruz bir nevi halkı felce uğratma, halkı kötürümleştirme, halkı düşünemez, halkı isyan edemez hale getirme en temel politika bu.

Yani şu an depremin yasını tutan ve gerçekten onun ekonomik siyasi sonuçlarıyla boğuşan halkımızın ki zeki olduğunu da düşündüğümüzde, evet ezilenler zekidir. Yani bu gerçekleri sorgulayacağını ve buradan kendi çıkış yolunu bulacağını düşünüyoruz. Burada bu devleti yıkmaya odaklanan bu devleti tümden ortadan kaldırmaya odaklanan işte şu anki mevcut geçim araçları da şu anki mevcut iş araçları da bunların hepsi sermaye sınıfının, sermayenin egemenliğinde, Erdoğan’ın elinde ya da Erdoğan’ın temsil ettiği burjuva blokların tekelinde. Bütün bunlara el koymak, bunlar üretenlerindir emekçilerindir, depremin faturasını yaşayan 16 milyonluk işçi, emekçi kesimlerindir. Dolayısıyla bunlara el koymak bunları kamulaştırmak mümkün. Bunlar olamayacak şeyler değil. Bunlar bu politikayı 20. yüzyılın emekçi halkları başarıya kavuşturdu. Bugün de 21. yüzyılın halkları olarak bu ağır tablo karşısında bir çıkış yoluna odaklanmak ve buradan yeni bir devrimci politikayla ayağa kalkmak zorundayız.

Halklarımız en temel çağrımız, yani başta aynı zamanda kadınlara, ezilen cinsel kimliklere en temel çağrımız devrimci bir kalkışmayı örgütlemeye hazırlanmaktır. Bu sistemi yıkmaya odaklanmaktır. Evet, önümüzdeki süreç bir seçim süreci, egemen sınıfları, burjuva partileri seçimde sandıkla da yenilgiye uğratmak bunun bir parçasıdır. Ama şunu gayet iyi biliyoruz ki, nasıl bir seçim atmosferinde ilerleneceği de ortada. Şuan ki mevcut seçim atmosferi OHAL koşullarında, faşist psikolojik, fiziki saldırganlık koşullarında bir seçim atmosferi. Dolayısıyla bu koşullarda sandıktan çıkabilecek sonuçlarda halklarımızın tam çıkarını temsil etmeyecektir. O yüzden bizim burada Kadınların Birleşik Devrim Hareketi olarak temel çağrımız kadın devrimini, halk devrimi örgütlemeye odaklanmaktır en temel çağrımız budur.

Depremin ilk gününden itibaren HPG’nin yaşanan yıkım ve acının karşısında aldığı eylemleri durdurma kararı, keza Özerk Yönetim ve QSD’nin deprem bölgelerine yardıma hazırız çağrılarına rağmen enkaz altında yaşayan insanları kurtarmak için kullanılmayan teknik ekipmanlar, medya, savunma alanlarında ve Rojava’da özgürlük savaşçılarına karşı kullanılıyor. Siz süren bu işgalci saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu Türk burjuva devletinin bir çaresizlik politikası, çok yönlü bir kriz içerisinde ve aynı zamanda bu emperyalist, kapitalist sistemin bir krizi ve Türk burjuva devleti de bu krizin bir parçası. Aynı zamanda yüzyıllık bir Türk İslamcı resmi ideolojiyi de düşündüğümüzde buradan doğru bir rejim krizi de yaşıyor. Ekonomik, siyasi krizi, rejim krizi, bütün bunlar birleştiğinde savaş politikaları onun açısından bir zorunluluk ve bu devam edecek. Öncelikle bunun altını çizme gereği duyuyoruz. Şuan ki 21. yüzyıl koşullarında herhalde şu gerçek daha iyi görünüyor; burjuva devletin temel mantığı kendi güvenliği almaktır. Ve bu böyle artarak da devam edecek. Bugün burjuva demokrasisi ile övünen Avrupa devletleri dahi çok daha fazla faşist, zor yöntemlere başvuruyor. Bugün grevlere karşı uyguladıkları politikalara bakalım ya da çeşitli halk isyanları oldu, bunlara dönük uygulanan politikalara bakalım. Hep devlet şiddetidir, devlet terörüdür. Türk burjuva devleti açısından da savaş politikaları onun önümüzdeki gelecek açısından da bir politikası olmaya devam edecek. Bugün AKP-MHP iktidarında somutlanıyor. Yarın bir gün millet ittifakını temsil eden burjuva blok eğer iktidara gelirse onlarda uygulayacak. Bir nevi burjuva iktidar değişikliği şu anlama gelmiyor, savaş politikalarının duracağı anlamına gelmiyor. Çünkü bunun temelinin özünde de,  Kürdistan’daki işgalci pozisyondur, Kürdistan’daki sömürge siyasettir ekonomik olarak kendini yönetmeye çalışmasının ya da karını arttırmayı sağlayabilmesinin en temel teminatı Kürdistan’daki sömürge siyasetidir. Sömürgecilik demek bir işgal ve savaş politikasıdır aynı zamanda. Kürdistan’daki sömürge pozisyonu sürdürmeye ve korumaya çalışıyor hatta yaygınlaştırmaya çalışıyor Türk burjuva devleti. Aynı zamanda burada bir savaş sanayisi var, savaş sanayisi burjuvazisi dediğimiz alan var. Yani burada SİHA üretiminden tutalım, savaş uçaklarına ya da mermisine kadar toplamda savaş sanayisi üzerinden de kar elde ediyor.

Bugün Kuzeydoğu Suriye’de işgal ettikleri topraklarda aynı zamanda bir inşaat, imar bu sektöre ayırdığı bir sermaye var. Yani işgal demek, bir taraftan savaş sanayisi bunun tekniği demek bir taraftan inşaat alanı, bunun imarı, yapılandırması demek. Sömürge evleri inşa ediyor, bu da konut projesidir. Ekonomi üzerinden bir kar elde etme de vardır dolayısıyla bu çok yönlü bir durum. Bugün Medya Savunma Alanlarına yönelik uyguladığı işgal politikasında buralar enerji kaynakları alandır aynı zamanda. Orada hem Kürdistan’daki gerillayı tasfiye etme ya da Kürt halkını soykırımdan geçirme politikasıdır ama arka planında aynı zamanda enerji kaynakları olan Başûr Kürdistan dağlarını ele geçirmedir. Enerji kaynakları olan Ortadoğu’ya yönelik o işgalci yayılmacı politikalarının da bir sonucudur Kürdistan toplamındaki politikalarına baktığımızda. Soruda da ifade edildiği gibi bu politika deprem tanımıyor. Aksine şununla övünecek; depremde bile biz ekonomik kalkınmayı sürdürdük, depremde bile Türk ulus devletini korumayı başardık ya da depremde bile biz gerillaya yönelik şu operasyonları gerçekleştirdik. Bunlar onun övünç kaynağı. Düşman düşmanlığı yapıyor diyelim kısaca. Burada önemli olan bizim buradaki karşıt politikamızdır. Diğer bir taraftan da depremi bile fırsata çeviren, kan siyasetine, rant siyasetine çeviren Erdoğan’ı da en çıplak haliyle gösterdi. Daha geçtiğimiz günlerde, Şengal’de gerçekleştirdiği saldırılara bakalım. Dün DAİŞ’in yaptığı politikayı bugün deprem koşullarında Türk devleti yapıyor. Oradaki komutanlara yönelik, Êzidi halkının öncülerine yönelik saldırılar gerçekten insanlık dışıdır. Gerillaya, Medya Savunma Alanlarına yönelik uyguladığı fosfor bombalı saldırı bu hafta olmuştur. Onlarca kez hava saldırıları gerçekleştirmiştir. Rojava topraklarında gerçekleştirdiği SİHA saldırıları bunun bir örneğidir. Burada gerillanın direnişini yükseltmek ve halkların öz savunmasını yükseltmek bizim açımızdan da bir zorunluluktur. Bizde bulunduğumuz mevzileri savunma bulunduğumuz mevzileri koruma gibi bir sorumluk içerisindeyiz. Bu soruyla ilgili bunu ifade edebilirim.

8 Mart’a sayılı günler kaldı. 8 Mart’a depremin yarattığı yıkım, acı, ağırlaşan sorunlarla giriliyor. Hakları ve özgürlükleri için her gün sokaklarda olan kadınlar ve ezilen cinsel kimlikler 8 Mart’ta da sokaklarda, alanlarda olacaklar. Kadınlara ve ezilen cinsel kimliklere çağrınız nedir?

Öncelikle depremle birlikte en çok ölen aynı zamanda kadınlar oldu. Bunu iki yönlü görüyoruz; daha önceki sorularda şunu ifade ettik, sermaye devletini gördük, sermayenin egemenliğini gördük. Depremi bir halk ve kadın katliamı çevirdi Erdoğan rejimi dedik. Bu bir boyutudur ama diğer boyutu da evet erkek egemenliğini, patriyarkayı da gördük deprem gerçeğinde. Bazı örnekler gerçekten kadınların ve ezilen cinsel kimliklerin unutmayacağı örneklerdir. Geceleri en çok evde olan kadınlardır. Yani o evde toplumsal kadınlık rolleriyle evde olan kadınlar ya da bir deprem anında koruma güdüsüyle ilk ailesini, çocuklarını korumaya çalışan kadınlardır. Enkaz altında en çok kalan, mutfakta çalışan, ev içerisinde çalışan, görünmeyen, emeğiyle ya da fedakarlığı diyebileceğimiz toplumsal geleneksel rolleri ama aynı zamanda bir insan olarak kendini ortaya koyan adanmışlığı açısından en ağır ölüm bilançosunu da kadınlar yaşadı. Deprem koşullarında erkek şiddeti devam etti. Yakınlarını kaybetmiş, yeniden boşandığı erkeğin evine gitmek zorunda kalıyor kadın ve orada bu sefer erkek şiddetine uğruyor, kaynar suyla şiddet görüyor. Kurulan çadır kentlerde yine en çok o çadırın yemeğini örgütlemeye, bakımını yapmaya çalışan kadın. O yüzden aynı zamanda bir patriyarka, bir erkek egemenliği gerçeği bir kez daha görüldü. Dolayısıyla biz şunu ifade etmek istiyoruz: yani erkek egemenliğine ve aynı zamanda sermayenin egemenliğine karşı kadınlar ve ezilen cinsel kimlikler olarak çok daha bütünlüklü bir politika yürütmeliyiz. Bu politika evet bir taraftan fabrikasından okuluna, buralardaki emek sömürüsüne, bir taraftan sokakta erkekten uğradığı şiddete ya da evde erkekten uğradığı şiddete, bir taraftan hak arama mücadelesinde devlet terörüne, devlet şiddetine maruz kalan kadın hareketi söz konusu olduğunda da bu erkek egemenliği çok somut maddi bir sorundur ve bu somut maddi soruna karşı da daha bütünlüklü bir mücadele yürütmek durumundayız. O yüzden biz Kadınların Birleşik Devrim Hareketi olarak erkek devlet şiddete karşı, emek sömürüsüne karşı Jin Jiyan Azadî dedik, kadın devrimi için Jin Jiyan Azadî dedik. Kadınların Birleşik Devrim Hareketi’nin hem patriyarkayla mücadelede hem de onun sermaye devletine Türk burjuva devletine karşı mücadelede kadınların özneleşmesi, savaşması, mücadele etmesi gerçeğinin altını çizdik. Bu 8 Mart’ta kadınlar, ezilen cinsel kimlikler bir ayaklanma ortaya çıkarmalıdır. Bir yönü, deprem bölgelerinde ortaya koyduğumuz dayanışmadır ki bu devam etmelidir. Diğer bir boyutu da 8 Mart bu hükümete, devlete karşı bir isyan, bir başkaldırı, bir ayaklanma momenti olmalıdır ki böyle olacağına da inanıyoruz. Çünkü Erdoğan rejiminin tasfiye etmekte en fazla zorlandığı kesim kadın hareketi olmuştur. En yoğun baskı politikaları anında  bile kadınlar hep sokakta olmuştur. Bu deprem koşullarında da yine kadınlar alanlara çıkacaktır. Bu aynı zamanda yani Erdoğan ve saray rejiminin yenilgisinin de bir basamağı olacaktır. Yani bu 8 Mart’ın öyle ele alınacağını düşünüyoruz. Biz Kadınların Birleşik Devrim Hareketi olarak tüm kadınları, ezilen cinsel kimlikleri, milis ve gerilla saflarına çağırıyoruz. Bu süreci aynı zamanda bir siyasi ordulaşma olarak ele almak gerektiğini düşünüyoruz. Eğer bugün bu erkek egemenliğini yıkacaksak, bu sermaye egemenliğini yıkacaksak bunun çıplak elle olmayacağını biliyoruz. Bu evet aynı zamanda elde silahla olur, barikat başında elinde taşla olur, elinde sopalarla olur. Bir nevi şiddet araçlarıyla olmak durumundadır. Bu görüş açısıyla kendi özgücümüze güvenelim bir nevi kötürümleştirildiğimiz edilgenleştirildiğimiz, geleneksel rollere itildiğimiz yerden çıkma, ayağa kalkma ve büyük bir iddiayla, büyük bir özgüvenle erkek egemen Türk burjuva devletini yıkmaya hazırlanmalıyız. O yüzden biz bu soykırım sistemine karşı kadınlara ayaklanma çağrısı yapıyoruz. 8 Mart bizim için bu anlama geliyor. Bir savaş ve mücadele çağrısıdır ve aynı zamanda kadınların kendi kazanımlarını koruma ve kutlama gündür 8 Mart. O yüzden 8 Mart kutlu olsun diyoruz. Türkiye ve Kürdistan halklarını ezilen kadınları, ezilen cinsel kimlikleri, Kadınların Birleşik Devrim Hareketi olarak selamlıyoruz.

 

 

Önceki Yazı

MAOİST KOMÜNİST PARTİ: “ŞAN OLSUN 8 MART’A, ŞAN OLSUN 8 MART’I YARATANLARA!”

Sonraki Yazı

KKB/KÖG: “Patriyarkal kapitalizme karşı savaşa, öfkeyle isyana, hesaplaşmaya!”

HBDH

HBDH

Sonraki Yazı

KKB/KÖG: "Patriyarkal kapitalizme karşı savaşa, öfkeyle isyana, hesaplaşmaya!"

DKP/Kadın Komünarlar: "Patriyarkal kapitalist sistemi yıkacak, devrimi örgütleyeceğiz!"

SON EKLENENLER

HBDH Mazlum Doğan Milisleri: “Newroz Ateşini Amed’de Harladık!”

25 Mart 2023

HBDH Mazlum Doğan Milisleri: “Adana’da molotoflu eylemle Newroz’u kutladık!”

23 Mart 2023

HBDH YK: “BARAN SERHAT YOLDAŞ BİRLEŞİK DEVRİM MÜCADELEMİZDE YAŞIYOR-SAVAŞIYOR!”

23 Mart 2023

HBDH Baran Serhat Milisleri’nden 3 Noktada Kuruluş Yıldönümü Eylemleri

22 Mart 2023

HBDH-DKP/BÖG Komutanlığı’ndan İmera Fera Yeşilgöz: “Dehak’lara karşı mücadeleye geçelim”

21 Mart 2023

MLKP MK: “Depremi Katliama Dönüştürenlerden Hesap Sormak İçin Newroz Meydanlarına!”

20 Mart 2023

TKP-ML MK: “Öfkemizi Newroz’un İsyan Ateşiyle Birleştirelim!”

20 Mart 2023
Sonuç yok
Tüm sonuçları göster
  • Açıklamalar
  • Bileşenler
  • KBDH
  • Gençlik
  • Eylemler
  • Birleşik Devrim Dergisi
  • Şehitler
  • Forum
  • MATERYALLER

© 2016 - HBDH.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In