HBDH Yürütme Komitesi üyesi Tekin Yoldaş ve KBDH Konsey üyesi Hevi Sarya, Medya Haber Özel Program’ında Delal Devrim’in sorularını yanıtladılar. Tekin Yoldaş ve Hevi Sarya 33 düş yolcusunu ve Ulaş Adalı’yı andı.
Programın içeriğini okumak ve dinlemek isteyenler için yayınlıyoruz.
Video: “https://www.medyahaber.info/ozel-program-20-07-2021/”
-Delal Devrim: “Bundan 6 yıl önce, 20 Temmuz 2015’de katledilen 33 kızıl karanfilimizi, Suruç Katliamı’nı, o dönemde yaşananları anlatabilir misiniz?”
+ Hevi Sarya: “O dönemin gençliği, yani Pirsus şehitlerimiz ve oradaki öncü gençler aslında düzenin yasalarını hiç önemsemediler. Kuzey Kürdistan ve Kobane arasında ki duvarı hiçe saydılar. Doğrudan kendi aydınlık duru bilinçlerine dayanan, kendi cesaret ve kararlılıklarına dayanan yaklaşımdı. Oraya yürüyeceklerini, Kobane’ye varacaklarını ve Kobane’de toplumla buluşacaklarını, toplumun inşasına katılacaklarını açıkladılar. O anlamıyla önemliydi. Devrimci ve cesur eylemdi, bir çıkıştı. Bunu da aslında AKP, Türk burjuva devleti çok net aslında bunu çok iyi çözümledi. Buradaki politik devrimci çıkışı engellemekti. Çünkü bunun Türkiye ve Kürdistan birleşik devrimimize sunacağı önemli katkılar olacaktı. Cesaret, bulaşıcıdır. Dolayısıyla o bulaşıcıydı. Türkiye ve Kürdistan halklarımıza ve gençliğimize yol açacak bir eylemdi. Düşman da bunu böyle okudu ve dolayısıyla doğrudan AKP-MİT ve kontrgerillanın ortak bir özel savaş operasyonu diyebileceğimiz bir askeri saldırıyla sabote etmeyi hedefledi. Fakat o günkü eylemciler de ve sonrasında gelişen gençlik hareketleri ve toplumsal mücadeleler de düşmanın bu saldırısının aslında hiçbir anlam taşımadığını, o çizgi sürekliliğinin devam ettiğini de göstermiştir. O günden bugüne de Türkiye ve Kürdistan halklarımız da, gençlik de, sosyalistler de, komünistler de bu mücadeleyi ve aynı Türkiye ve Kürdistan birleşik mücadelesini sürdürmeye devam ediyorlar. Dolayısıyla bu saldırı boşa çıkmıştır.”
-Delal Devrim: “Suruç Katliamı sonrasında AKP-DAİŞ işbirliğine karşı öfkenin sokaklara yansıdığını gördük. Bu çerçevede neler söylemek istersiniz?”
+Tekin Yoldaş: “Suruç Katliamı bir konseptin bir parçası olarak gerçekleşti. Nasıl ki Türkiye toplumunda o dönemde AKP iktidarına karşı bir öfke, devrimci bir coşku, halkta bir politik bir örgütlülük vardı. O dönem 7 Haziran seçimlerinde AKP iktidarı tek başına iktidar olma hakkını kaybetmişti. Böylesi bir tarihsel konjonktürde özel bir yönelimle, Türkiye ve Kürdistan halklarının özgürlük mücadelesini baltalamak için onlara karşı yeni bir konsept işletmek için aslında bu katliamı gerçekleştirdiler. Katliam, Medya Savunma Alanları’na yönelik yapılan hava saldırılarının akabininde bir dönemin bitişiydi. Ateşkes ve müzakere sürecinin bitişini de ifade ediyordu. Bu açıdan planlı bir katliamdı ve bizzat AKP-DAİŞ işbirliğinin ifadesiydi. Hangi açıdan? Özellikle, bu gençlerin hedef alınması, 33 düş yolcusunun hedef alınması, öncesinde Amed Mitingi’nde gerçekleştirilenler, Adana HDP binasına yapılan saldırılar, sonrasında 10 Ekim Gar Katliamı aslında Türkiye’de toplumsal muhalefete, devrimcilere, demokratlara, emekten, ezilenlerden yana olan kesimlere şu mesajı veriyordu; “hakkını ararsan, karşı çıkarsan seni katliamla cezalandırırım”. Bu, faşizmin aslında özel bir savaş yöntemiydi. Bunu iyi kavramak gerekiyor. Bu savaş yöntemi karşısında Türkiye işçi sınıfında, ezilenlerde büyük bir öfke oldu. Basit değil. Dönemin iktidar sözcüsü DAİŞ’liler için “onlar iyi çocuklar” dedi. İyi insanlardır, onların tepkilerini anlamak lazım dedi. Kobani’nin inşa sürecine destek vermek için giderken, öncesinde bizzat Erdoğan dedi ki “Kobani düştü, düşecek”. Bu bir anlamıyla Kobane Direnişi’nin, Kobane’nin düşmemesinin intikam operasyonuydu. Türkiye devrimci, demokrat ve muhalefetini teslim alma hareketiydi. Burada ki amaç şuydu: Türkiye toplumuna topyekun bir savaş ilanıdır. Kürt halkına savaş ilanıdır, işçilere, emekçilere, kadınlara savaş ilanıdır. O süreçten sonra DAİŞ’in özelliği şuydu; AKP ve MHP ile DAİŞ arasında çok stratejik bir ittifak vardı. AKP-DAİŞ faşizmi söylemi kullanılıyordu o dönem. Boşuna değildi. Bunlar birbirlerine denk, birbirlerini destekleyen eylemler içinde oldular. DAİŞ’in Türkiye’de yaptığı eylemler doğrudan AKP’nin önünü açtı. AKP iktidarına güç verdi. 7 Haziran seçimleri sonrası bu eylemler yapıldı. 1 Kasım’da bu atmosfer içerisinde AKP tek başına iktidar oldu. Bu açıdan bu planlanmış bir katliamdır. İktidar bizzat bunun uygulayıcısıdır. DAİŞ’le ortaktır. Göz göre göre engelleme imkanları varken bu katliamı önlememişlerdir. Katliamdan beklentileri sokağa çıkmaktan korkan, özgürlük aramaktan korkan, emeğine sahip çıkmayan, kendine sahip çıkmayan bir toplum yaratmaktır. Protestoya gidersek, yürüyüşe gidersek aramıza canlı bomba girer. Bu korkuyu yaymak için uğraştılar. Bu 33 arkadaşımız bize rehber oldular. Onlara karşı bugün HBDH milislerinin yaptıkları her eylemde, HBDH gerillalarının yürüttüğü her özgürlük eyleminde onların anısı ve onların haklılığı var. Onların hesabını sormak için Karadeniz’den Türkiye metropollerine, işçi mahallelerinden işçi semtlerine kadar bunların hesabını sorduk. Dolayısıyla bu öfke hala bizim için dinmemiştir. Bunun hesabını o saray rejiminden hesabını sorana kadar mücadelemiz devam edecek. 33 arkadaşımızın katledilmesi bir dönemi, yeni bir konsepti işaret ediyordu. Bu konsept bugün de devam etmektedir. Deniz Poyraz cinayeti bundan bağımsız değildir. Deniz Poyraz’ın öldürülmesi de Suruç Katliamı’nın devamıdır. Dikkat edin, o katilin kullandığı sembollerden, benzerdir. Burada faşist bir yaklaşım var. AKP-DAİŞ faşizmini de önemsemek lazım. O dönem için çok doğruydu. AKP ile DAİŞ arasında stratejik bir ittifak vardı. Cerablus’tan Ayn İsa’ya ve bir dönem Bab’a kadar geniş bir coğrafyada DAİŞ hakimiyeti varken, siyasi iktidar bundan rahatsız değildi. Ne zaman ki o alanlarda Rojava Devrimi’nin güçleri hakim olmaya başladı siyasi iktidar bizzat Türkiye içerisinde bu güçleri devreye soktu, önlerini açtı ve katliamlara ortak oldu. Onlara karşı öfkemiz çok büyüktür, güçlüdür ve bu öfke, hesabı soruluncaya kadar devam edecektir.”
-Delal Devrim: “Tekin Yoldaş’ın dediği gibi Suruç Katliamı’nın hemen ardından yeni savaş konsepti devreye konuldu ve faşist iktidar saldırıya geçti. Rojava ve Güney Kürdistan topraklarına yönelik işgal saldırıları yaygınlaştırıldı. O günden bugüne AKP’nin savaş stratejisini nasıl okumak gerekiyor?”
+Hevi Sarya: “Bu tek başına AKP savaş stratejisi değildir. Türk burjuva devletinin aslında bir savaş stratejisidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş öncesi aşamalarında da bunu görüyoruz. Osmanlı döneminde de bu strateji ve taktikler olmuştur. İttihat ve Terakki, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşu; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan ‘23’de Lozan Anlaşması ile kurulan Türk ulus ve İslami yapıyı esas alan Türkiye Cumhuriyeti sisteminin, rejiminin kendisine baktığımızda da tarih boyunca bir iç savaş stratejisi görürüz. Dolayısıyla AKP bunun devamcısıdır. Özellikle şu an ki pozisyonuna baktığımızda 6 yıllık süreçte bir yanda yapısal krizi diğer yanda ise genel yönetememe krizi söz konusudur. Bunların iç içe geçtiği ve kaynaştığı bir pozisyonda mevcut iç savaş stratejisine uygun hamleler yapıyor. Esasta hedefi işçi ve emekçilerdir, ezilenlerdir, halklarımızdır. Çünkü mevcut krizin kendisi halklarımızda, işçi sınıfımızda, kadınlarda bir uyanışı, politik bir bilinçlenmeyi beraberinde getiriyor. Öyle ki, mayın bir tarla gibi Türkiye ve Kürdistan coğrafyasına baktığımızda. Türk burjuva devleti açısından, AKP-MHP faşizmi açısından mayınlı tarla gibi ve nerede neyin patlayacağı ve kitle hareketinin yükselişe geçeceği ve bir ayaklanmaya dönüşeceği belli değildir. Çünkü o düzeyde birikmiş toplumsal sorunlar var. Bu toplumsal sorunların politik cesaretle buluşarak bir serhıldan’a bir kitle hareketine dönüşme dinamiği var. Dolayısıyla tam da buradan doğru olarak, mücadelenin silahlı biçimleriyle Suruç Katliamı önemli bir başlangıçtır. Suruç’tan öncesine gidecek olursak 7 Haziran 2015 seçimleri öncesi 5 temmuzda Amed mitingi oldu HDP’nin ve burada bir bomba patlatıldı. Daha geriye gidecek olursak MGK 2014’de ki ‘Çöktürme’ toplantısıdır. Aslında çöktürme planının 2014’den beri ayakları örülmeye başlanmıştır. Amed’de patlatılan bomba ve sonrasında 7 Haziran HDP seçim zaferi karşısında daha fazla azgınlaşan ve tahammülsüzleşen bir AKP- Türk burjuva devleti ardından Suruç’ta böyle bir askeri saldırıya imza attı. Sonrasında ise, Tekin Yoldaş ifade etti zaten, sırasıyla gelen saldırılar bunun Kürdistan ayağı açısından Medya Savunma Alanları’na yönelik 24 Temmuz gerçekleştirilen yoğun hava saldırısı ve ardından yine kitle katliamları biçiminde ilerleyen ve en çarpıcı örneği Ankara’da mitinge yapılan saldırıdır. 104 insan şehit düşmüştür ve yüzlerce yaralı verilmiştir. Türk burjuva devletinin bir iç savaş stratejisidir. Buradan doğru olarak stratejik bir mücadele yürütmemiz gerekiyor. Bu bir stratejidir. Yani, Türkiye ve Kürdistan devriminin zaferini engellemeye yönelik ve kendi zengin sınıfı çıkarlarını korumaya yönelik bir stratejidir. Mücadelede farklı taktikler devreye girer. Türk burjuva devletinin yapısına bakalım; cumhuriyet kuruluş dönemlerinde kurtuluş savaşı dediği dönem, emperyalizme karşı bir savaş değil Anadolu’da ki Ermeni halkımızı, Rumları katleden, Kürdistan’da ki Kürt halkını katleden ve aslında halklarımıza yönelik yürüttüğü bir savaştır. Bu tarih kitaplarında emperyalizme karşı yürüttüğü bir mücadeledir safsatasıyla Türk halkımızı zehirlemek için kullanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıcında, baştan ipleri eline almak için halklarımıza bir katliam uygulamıştır. Ya da ’71 devrimci hamlesi söz konusu olduğunda bunu kırmaya dönük bir darbe örgütlemiştir. Ama bu da hükümsüz olunca ‘74’de kitle hareketi yükselişe geçtiğinde ’77 1 Mayıs katliamı örgütlemiştir. Maraş Katliamı’nı örgütlemiştir, Çorum Katliamı’nı örgütlemiştir. Bunlarda yetmemiştir kitle hareketini kırmaya, 12 Eylül askeri darbesini örgütlemiştir. Ya da ‘90’lara gelelim, Kürt halkımızın serhıldanı ve gerillanın atılımı ile birlikte bu sürecin önüne geçmek için de 92 ve 93 MGK kararıyla bir konsept başlatmıştır ve ‘97’ye kadar bir iş savaş süreci örgütlemiştir. Sivas Katliamı’ndan Gazi Katliamı’na binlerce insanın gözaltında işkencelere maruz kalması ya da gözaltında kaybedildiği. Dolayısıyla tarihe baktığımızda gerek devrimcileri ve devrim önderlerini katleden, ezilen ulusları ya da inançları katleden ve böylece burjuva iktidarını korumaya çalışan bir faşist Türk rejimini görüyoruz. AKP’nin savaş stratejisi de bunun devamıdır, fakat, bütün bu tarihe baktığımızda mücadeleler ve kazanımlara da dönüşmüştür. Dolayısıyla AKP’nin savaş stratejisi de şu an çıkmazdadır. Bu savaş stratejisi hükmünü yitirmiştir. Halklar nezdinde de, başta kendi kitle tabanı olmak üzere, etkisi zayıflaşmıştır. Dolayısıyla bu stratejinin başarısız olduğunu belirtebiliriz.”
-Delal Devrim: “AKP-DAİŞ ortaklığı pek çok kez açığa çıktı. Gerek DAİŞ çetelerinin eğitilmesi, donatılması, organize edilmesi, savaş sürecinde Türkiye sınırından Rojava’ya sokulması ve hatta yakın zamanda yeni bir çete lideri de savaş döneminde hem kendi hem de devlet adına TIR’lar dolusu silah dağıtıldığını ifade etti. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?”
+Tekin Yoldaş: “AKP ile DAİŞ arasında ki ittifak stratejik bir ittifaktır. Basit bir ittifak değildir. Bu ittifakın maddi temelleri de var. Suriye’de süren savaş aslında belirli noktalarda vesayet savaşı olarak yürütülmektedir. Gelinen aşamada aslında AKP iktidarı özellikle bu DAİŞ’in Rojava Devrimi güçleri tarafından geriletilmesi, ordan arta kalan toplamı örgütleyip değişik düzeylerde, hem İdlip’te hem Rojava Devrimi’ne dönük saldırılarda hem de Libya’da hem de başka alanlarda çok etkili bir şekilde kullandı. Şu tespiti yapmak doğru; AKP ile DAİŞ arasında stratejik bir ortaklık var. Çünkü ideolojik bir yakınlık var. Aralarında ki aynı ideolojiden beslenmeleridir, aynı tarihe sahipler. Bu çok önemli. Buralardan beslendikleri için o yüzden onlara ılımlı Müslümanlar diyorlar. Bu aralarında ki ilişki stratejiktir. DAİŞ’in Türkiye’de yaptığı saldırılar kimin işine gelmiştir? Bu faşist rejimin işine gelmiştir. İşgal politikalarına meşruluk kazandırmıştır. Güney Kürdistan’a, Rojava hattına işgal saldırısı başlatmıştır. Türkiye’de ki devrimci güçlere, toplumsal muhalefete dönük kapsamlı bir tasfiye saldırısı başlatmıştır. Amaç şudur; öyle bir noktaya getirecek ki insanları sokağa çıkmayın, hesap sormayın, kitle gösterisi düzenlemeyin, işçi sınıfı ve emekçilere, ezilenlere, devrimcilere sahip çıkmayın, cenazelere katılmayın… Niye? Çünkü bunlara giderseniz katledilirsiniz. Bu mesaj aslında özel savaş yöntemidir. AKP iktidarında bu yöntem çok yoğunlaştı. DAİŞ’in yaptığı eylemlere bakın mezar taşlarını kırıyor, camiilere saldırıyor, kadınları katlediyor, farklı düşünenleri katlediyor. AKP iktidarının yaptığı icraatlere bakın. Onlar ne yaptı? Gitti gerilla mezarlarını kırdı. Farklı inançtaki insanlara saldırdı. İnsanları kaçırdı ve işkence etti. Siyasi partileri basıp içinde insanları katletti. Dolayısıyla AKP ile DAİŞ arasında hem stratejik bir ortaklık var hem de aynı alandan beslenmektedirler. Mücadele yöntemleri olarak DAİŞ, AKP’nin çok ciddi kullandığı, onun eylemlerinden beslendiği bir odaktır. Türk devlet geleneğinin genetik kodlarında, tarihsel kodlarında bu katliam siyasetinin altyapısı var. Her dönemde ezilenlere, emekçilere, işçi sınıfına dönük bir katliam başlatır. Suruç Katliamı topyekun bir savaş konseptini ve sonrasında gelişen özyönetim direnişlerine, Cizre’nin bodrumlarına, Sur mahallesine, Kürdistan’ın birçok parçasına kadar uzanan katliam siyasetinin devamıdır. O katliamlarda çeteler kullanıldı. Bugün gidin bakın, Türk ordusunun yetmediği noktada Zap’ta, Avaşin’de, Metina’da bu çete artıkları savaştırılmaktadır. Paralı asker olarak buraya sürülmektedir. Çünkü bunlar ile AKP iktidarı arasında çok ciddi bir uyuşma vardır. Biz nasıl devrimciler açısından dünyanın neresinde ezilenlerden, emekçilerden yana bir mücadele varsa ve biz onlarla uyuşuyorsak, onların güçlenmesi bizi mutlu ediyor ve gerilemesi rahatsız ediyorsa, aynı şekilde de bu iki gerici faşist odak arasında stratejik bir ortaklık vardır. Bu ortaklık halkımızın, emekçilerin, ezilenlerin mücadelesinin karşısındadır. Bunun teşhir edilmesi ve anlatılması lazım. AKP iktidarı ile bunlar arasında ki derin ittifakın sonuçları da asla Türkiye halklarının lehine olmamıştır. Öyle bir noktaya gelmiştir ki İstanbul Havaalanı’na da saldırmıştır. 10 Ekim Katliamı’nı da yapmıştır. Siyasi iktidarın eylemlerine bakın aslında bu durumu beslemektedir. Ayasofya Kilisesi’ni camii yapıp onu ibadete açmak DAİŞ’in savunduğu programlardan birisidir. AKP’nin eğitim müfredatı, DAİŞ’çi bir zihniyet yaratmaktadır. Bugün DAİŞ’e en fazla katılımın olduğu yer AKP’nin en fazla oy aldığı yerlerdir. AKP’nin en güçlü olduğu mahalleler, DAİŞ’e en fazla katılımın olduğu yerlerdir. Dolayısıyla bunlar arasında bir stratejik ortaklık var ve aynı tabanı ifade ediyorlar. Bugün siyasi iktidar PKK üzerinden, HBDH üzerinden nasıl HDP’yi kriminalize etmek istiyorsa asıl suç ortaklığı kendisiyle DAİŞ arasındadır. Bu çok net bilinmesi gereken önemli bir gerçektir. Bunu her yerde ısrarla anlatmaya devam edeceğiz.”
-Delal Devrim: “Suruç Katliamı’nın failleri belli. Ancak hukuki açıdan bir yargılama süreci devam ediyor. Suruç Aileleri’nin de, yaralı kurtulanların da adalet mücadelesi sürüyor. Suruç şehitleri anısına sizin de eylemleriniz oldu. Fakat her zaman olduğu gibi faşist iktidar kendi eliyle yaptığı katliamlarda adalet sağlamayacaktır. Peki, Suruç ve diğer katliamlar için adalet nasıl sağlanacak?”
+Hevi Sarya: “Mücadelenin silahlı biçimleriyle süreci yürütüyor Türk burjuva devleti ve onun temsilcisi AKP-MHP faşizmi. Son 6 yıllık süreç böyle. Psikolojik savaş, askeri savaş yöntemleri ağır basıyor ve burada ortaya koyduğu mesaj kitle hareketini geriye çekmeyi başarmak ve bulunduğu zemini ezme ve çözme stratejisi uygulayarak Türkiye ve Kürdistan devriminin gelişimini engellemektir. Türk burjuva devletin bir tarih bilinci olduğunu, tarih bilgisine dayanarak aynı zamanda bir siyaset bilinci olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bu şekilde ayaklanmaları ya da yükselen kitle hareketlerini ya da gelişen silahlı devrimci savaşımları hep kendi lehine kırmaya çalışmıştır. Ama Mustafa Suphi’lerden bugünlere ya da Şeyh Bedrettinlerden bugünlere bu mücadele gerek halk ayaklanmaları gerekse de silahlı mücadele biçimleriyle sürmüştür. Bu stratejisi aslında başarıya kavuşamamıştır. Gelinen aşama da çöküştür. Resmi ideolojileri çözülüyor. Bu önemli bir gelişme. Silahlı mücadeleyi geliştirmek bizim için esastır. Bu zor yöntemlerine zor yöntemiyle cevaplamak önemlidir. Çorum Katliamı gerçekleştirildiğinde gelişen Alevi bilincini kırmak için özel bir savaş operasyonuydu. Orada halk öz savunmasını aldı. Çorum Katliamı’nda istediği başarıya ulaşamadı. Sivas Katliamı’nda halk yine kendi öz savunmasını aldı ama Çorum Katliamı karşısında ki öz savunma, milisle karşı koyma düzeyi kadar değildi. Maraş Katliamı’nın etkileri de biraz ağır oldu. Ya da 76-80 arası dönemde gelişen anti-faşist mücadelede alınan öz savunmalar önemli bir oranda aslında Türk devletinin başarıya ulaşmasını engelledi. Bizim açımızdan en önemli nokta savunma değil saldırı ruhuyla pratik geliştirmek gerekiyor. Savunma hattından çıkarak, saldırı ruhuyla bir süreç örgütlemek gerekiyor. Silahlı mücadele fiili meşru alanlarında binler, onbinler örgütlenilmeye çalışılıyorsa silahlı birimlerde de binleri, onbinleri örgütlemeyi ve savaştırmayı hedeflemeliyiz. Karşı-devrim kampı süreci stratejik ele alıyor. Bizim açımızdan da Türkiye ve Kürdistan devriminin zaferi için silahlı mücadeleyi stratejik temelde ele alan ve binleri, onbinleri örgütleyen bir görüş açısıyla pozisyon almalıyız. Deniz Poyraz’ın katledilmesi, Avcılar’da HDP ilçe başkanına silahlı saldırı, Marmaris HDP ilçe binasına yönelik saldırılar bu konseptin devamıdır. Devam edeceğinin işaretidir. Cesaretle, kararlılıkla halklarımız ilerici, anti-faşist kuvvetler sokakta olacak ve bedel ödeme kaygısı gütmeksizin sokakta olunacak. Kendimizi iyi örgütleyeceğiz, mahalle mahalle, kent kent kendimizi örgütleyeceğiz, milyonların sokağa çıktığı anti-faşist mücadele kampı örgütleyeceğiz. Adalet mücadelesinin bir ayağı budur. Diğer ayağı ise binlerce milis örgütleriyle Karadeniz’inden Ege’sine İç Anadolu’suna Akdeniz’ine ve Kuzey Kürdistan’a bu süreci karşılamaya odaklanacağız. Kitle hareketinin geri çekilmesini aynı zamanda silahlı eylemler engeller. Çünkü silahlı eylemler, özsavunma temelinde gelişen halk örgütlenmeleri kitle hareketinin geri çekilmesini engelleyen bir yerde durur. Bu bizim görevimizdir. HBDH ve KBDH olarak biz bu programa göre örgütleyen yerdeyiz. Kuruluş misyonumuz budur. Bir devrimci savaş örgütüyüz. Milis ve gerilla örgütüyüz. Çizgimiz bu temeldedir ve çizgimiz süreklilik taşımaktadır. Dolayısıyla, karşı-devrimin bu saldırıları karşısında biz devrimin zaferini örgütlemeye odaklanarak ve silahlı halk mücadelesini geliştirerek bu süreci karşılayacağımıza ve başaracağımıza inanıyoruz.”
-Delal Devrim: “Suruç Katliamı’ndan sonra ülke siyaseti değişti. Savaş politikaları ağırlık kazandı. HBDH de bu paralellikte bir cevap olarak kuruldu. HBDH kurucularından Yürütme Komitesi üyelerinden Ulaş Adalı 21 Temmuz 2017 tarihinde mücadele şehadete ulaşan ilk birleşik devrim komutanlarından oldu. Ulaş Adalı şahsında neler söyleyeceksiniz?”
+Tekin Yoldaş: “Devrim mücadelesinde ölümsüzleşen değerleri, devrimci önderleri buradan saygıyla selamlamak istiyorum. Onların mücadelesi, bizlerin mücadelesine ışık tutmaktadır. Bu açıdan HBDH Yürütme Komitesi’nden Ulaş Adalı, Delal Amed, Atakan Mahir, Sinan Dersim ve birçok yoldaş bu mücadelede ölümsüzleşti. Bu yoldaşların ölümsüzleşmesi bizlerin mücadelede olan sorumluluğunu daha da artırmaktadır. Ulaş Adalı, Suruç Katliamı sonrasında devrimci önder Ulaş Bayraktaroğlu önderliğinde, Aziz Güler ile birlikte DAİŞ çetelerine karşı Rojava topraklarında intikam eylemlerinin yürütücüsü olmuştur. Bu açıdan Ulaş Adalı, DKP/BÖG savaşçıları olarak Suruç Katliamı’nın hesabını soran bir devrimci eylem içerisinde bulundu. Ulaş Adalı, DKP/BÖG’ün kurucu kadrolarındandır. Birleşik devrim stratejisini sahiplenerek, onu pratikleştirmek için HBDH kuruluş çalışmalarında da aktif olarak yer aldı. Ulaş Adalı bu yönüyle Türkiye ve Kürdistan Devrimi’nin birleşik mücadelesinin sembolleşmiş isimlerinden birisidir. Türkiye’li, Bursa’lı göçmen bir ailenin oğlu bu özgürlük mücadelesine katılıyor. Birleşik devrim mücadelesine omuz veriyor ve bu açıdan Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle, Türkiye işçi ve emekçilerinin özgürlük mücadelesinin birleşmesinin sembolüdür. HBDH’ın tarihsel misyonu Hevi yoldaşın belirttiği gibi Suruç, Ankara ve diğer katliamlardan sonra ön plana çıktı. Bu katliamlar bu saldırılar faşizmin katliamcı yüzünü sergilerken kitle hareketinde, ezilenlerde bir korku yaratmak istiyordu. HBDH’da tam da buna cevap olarak silahlı devrim hareketi olarak “hayır, buna izin vermiyoruz” dedi ve hesap sordu. Eylemleriyle dosta güven düşmana korku saldı. Emekçilere, işçi sınıfına ve ezilenlere güven verdi. Faşistlere korku saldı. Bu açıdan HBDH’ın kuruluş misyonu Suruç Katliamı, Ankara Gar Katliamı ve diğer katliamlara bir cevap niteliğindedir. Birleşik devrim hareketi bu katliam politikaları karşısında işçilerin, emekçilerin, Kürt halkının, kadınların yalnız olmadığının ve onların savunmasız olmadığını gösterdi. HBDH’ın tarihsel misyona hizmet etmektedir. Ulaş Adalı’da bu mücadelede sembolleşmiş devrimcilerden biriydi. Diğer önemi de Gezi Direnişi’nde aktif olarak bulunmuş bir devrimciydi. Türkiye Devrimci Hareketi bu açıdan Gezi Direnişi’nden sonra Kobane Direnişi’ne destek verdi. Erdoğan faşist rejiminin sözcüsü “Kobane düştü, düşüyor” derken “hayır, düşmemeli” diyerek oraya gitti, katıldı ve bu mücadelenin bir parçası oldu. 33 Düş Yolcusu’nun bu hesabı sormak için bu eylemlere katıldı. 33 insanın katledilmesi HBDH’ı oluşturan güçlere dönük bir saldırıdır. 33 insanın öldürülmesi Kürt halkına destek verirseniz biz sizi katlederiz demektir. HBDH’ın Medya Savunma Alanları’nda ve Gazi Katliamı’nda kuruluşu da aslında buna bir cevaptı. Siz bu halkı katletmek isterseniz, biz buna izin vermeyiz. Sizden hesap sorarız. Katillerin yaptıkları yanlarına kar kalmaz. Bunun hesabını devrimciler sorar istedi HBDH. Bugün verdiği mücadelelerle Medya Savunma Alanları’nda, Karadeniz dağlarında, Türkiye dağlarında, Türkiye metropollerinde örgütledikleri milis eylemleriyle, yürüttükleri her faaliyetle faşizme korku ezilenlere emekçilere ise moral katmaktadır HBDH. Ulaş Adalı şahsında bir kez daha şehit düşen devrimcileri büyük minnet ve saygıyla anıyorum. Onlara en büyük sahip çıkmak bu faşist rejimi yıkıp, Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin özlemi olan Türkiye devrimi ve birleşik devrimi gerçekleştirmektir.”
-Delal Devrim: “Programımızın sonuna geldik. Son sözleriniz nelerdir?”
+Hevi Sarya: “Pirsus şehitlerimizin önünde saygıyla eğiliyorum. Pirsus şehitlerimizin yoldaşları, halklarımız ve kadınlar ve devrimci anti-faşist kuvvetler dimdik ayaktadır. Cesaret ve umut dimdik ayaktadır. Bugün, maden işçilerinden tütün işçilerine, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinden İstanbul Sözleşmesi iptaline karşı sokağı, alanları tutan kadın özgürlük mücadesi güçlerine ya da Onur Haftası’nda alanları tutan ezilen kimliklere, baş eğmeyen yiğit emekçi Kürt halkımıza kadar çok yaygın bir cephede direniş sürüyor. Bu oldukça önemli. Bu sert saldırılara rağmen kararlılıkla örgütlenen, eylemlerini geliştiren bir mücadele var. Bu mücadele şu mesajı veriyor. Türkiye ve Kürdistan’da devrim mutlaka zaferle sonuçlanacak. Bunun öncü iradesi vardır. Önderlik gücü de vardır. Aynı zamanda bu devrimcilere ve öncülere güvenmeye hazır ondan cesaret ve umut almaya hazır milyonlarca insan vardır. Dolayısıyla yarın güzel olacak. Pirsus şehitlerimizin idealleri zaferle sonuçlanacak. Aynı zamanda son olarak Metina’da, Zap’ta ve Avaşin’de savaşan yoldaşlarımızı buradan selamlamak istiyorum. Yoldaşlarımızın, şehitlerimizin anılarına bağlı kalacağız. Bunun sözünü bir kez daha buradan vermek istiyorum.”
+Tekin Yoldaş: “HBDH olarak Faşizmi Yıkacağız, Özgürlüğü Kazanacağız” kampanyamızı olanca gücüyle devam ettiriyoruz. Bu devrimci seferberlik hamlemizin ikinci aşaması İleri…Daha İleri!… diyerek yeni bir ivme kazandı. Türkiye metropollerinde, Kürdistan kentlerinde birleşik devrim milisleri faşist iktidarı hedef alıyor. Bu mücadeleyi daha büyütmek ve daha geliştirmek onları yürütenlerin omuzlarındadır. Onların eylemlerini selamlıyorum. Onların eylemleri bizim mücadelemize güç veriyor. Bu açıdan milis eylemlerinin daha da artması ve yaygınlaşması, niteliklerini artırmak hedefimizdir. HBDH milislerine burada büyük görev düşüyor. Suruç Katliamı’nı yapanlardan hesap soracak olan, onlardan adaletsizliğinden adalet yaratacak olan birleşik devrim güçlerinin devrimci eylemidir. Onların eylemleri önemli ve buna güç vereceğiz. Gelişmeler şunu gösteriyor. Faşist iktidar bir kırılma içinde. Çözülme sürecine girmiş durumda. Devrimci güçler inisiyatif alırsa, bu süreci güçlü bir şekilde örgütlerse faşist iktidar için artık son yaklaşıyor. Bu tarihsel sorumlulukla Suruç şehitlerine ve Ulaş Adalı şahsında birleşik devrim mücadelesinde şehit düşen bütün yoldaşlara bağlılığımızı bir kez daha söylemek istiyorum. Onlara anısına sonuna kadar bağlı olacağız. Faşizmden ve onun katliam politikalarından sonuna kadar hesap soracağız.”