• FORUM
  • İLETİŞİM
10 Ağustos 2022
  • Giriş
Halkların Birleşik Devrim Hareketi
  • Açıklamalar
  • Bileşenler
  • KBDH
  • Gençlik
  • Eylemler
  • Birleşik Devrim Dergisi
  • Şehitler
  • Forum
  • MATERYALLER
Sonuç yok
Tüm sonuçları göster
  • Açıklamalar
  • Bileşenler
  • KBDH
  • Gençlik
  • Eylemler
  • Birleşik Devrim Dergisi
  • Şehitler
  • Forum
  • MATERYALLER
Sonuç yok
Tüm sonuçları göster
Halkların Birleşik Devrim Hareketi
Sonuç yok
Tüm sonuçları göster

Deniz, Yusuf ve Hüseyin gerillanın alnındaki yıldız olarak yaşıyorlar

18/04/2020
Açıklamalar, Söyleşi
0
0
PAYLAŞIM
196
GÖRÜNTÜLEME
Twitter'da paylaşFacebook'da paylaşWhatsapp'da paylaş

Bugün Deniz, Yusuf ve Hüseyin Dağların Doruklarında Düşmana Kahredici Darbeler Vuran Gerillanın Alnındaki Yıldız Olarak Yaşıyorlar

Duran Kalkan

 Soru 1) Ortaya çıkan Korona Virüs salgınını nasıl tanımlamak lazım, ne tür sonuçları olmuştur? Bu noktada TC’nin politikaları için neler söylenebilir?

Hiç kuşkusuz Korona Virüs salgını denen felaket insanlık açısından çok ciddi bir olaydır. Çünkü neticede insanlar ölüyor, hem de binler, on binler halinde bu ölüm gerçekleşiyor. Yine ömrünü çalışarak geçirmiş, yaşama hizmet etmiş yaşlılar, emekliler ölüyor. Toplumun bakmakla yükümlü olduğu kesimler şimdi Covid-19 Virüsü denen saldırı altında yaşamını yitiriyor. Daha şimdiden ölü sayısı yüz bini aşmış durumda, hasta sayısı bir buçuk milyona ulaşmış durumda. Dünyanın hemen her yerinde aynı oranda olmasa da yayılmış vaziyette. Bu yayılma hızla devam da ediyor. Öyle anlaşılıyor ki her yere de yayılacak. Daha uzun süre devam edecek. Çünkü ne zaman ve nasıl sonuçlanacağına dair kimse bir şey söyleyemiyor, ya da söylemek istemiyor. Bu bakımdan ciddiye almak lazım. Özellikle kadınlar, gençler, işçi ve emekçiler, halklar, ezilenler, toplum bu saldırıyı ciddiye almak, kendini savunma, sağlığını koruma yöntemlerini bulmak, onlara dikkat etmek, bu temelde sağlıklı yaşama kavuşmaya çalışmak durumunda. Bunu öncelikle belirtelim. Bu konuda sorumluluk herkesin kendisine düşüyor. Ciddi bir toplumsal hareket gerekiyor. Bu önemli bir yardımlaşma ve dayanışma işi, bu yönlü kampanyalar da düzenleniyor. Bu kampanyalar oldukça önemli, anlamlı. Hepsine katılmak lazım.

Dahası bu kıran devam edebilir. Kısa süreli olacak gibi görünmüyor. Dolayısıyla idare etmeye çalışmak, hep eskiye dönüleceğini beklemek doğru değil. Uzun vadeli tedbirler de almak gerekir. Bu kıranın ardından kıtlık gelebilir. Bir yandan tabii kapitalist tekeller vurgun üzerine vurgun vururken, diğer yandan toplum ağır bir kıtlıkla yüz yüze gelebilir. Nitekim bazı tahminlere göre bu salgının ardından ekonomik olarak dünya nüfusunun en az yarısı yaşam standartının altına düşecek. Yani açlıktan ölür noktada olacak. Öyle ki bu sanki ‘Yarısı kıranla, yarısı da kıtlıkla ölecek’ denir gibi bir durum. Bu salgını, ya da saldırıyı yapanlar besbelli ki büyük bir katliamı öngörmüşler,  veya ortaya çıkmasına vesile olmuşlar. Bu nedenle de hem kırana karşı hem de kıtlığa karşı mümkünse daha uzun vadeli tedbirler almak lazım. Bu da şehirlerden uzaklaşmaktır. Dikkat edilirse saldırı en çok büyük şehirleri vuruyor. Dolayısıyla şehirlerden uzaklaşmak, kırsal alanlara çekilmek, köylere dönmek lazım. Ecevit’in  deyimiyle ‘köy-kent projeleri’ geliştirmek önemli ve anlamlı olacaktır. Hem ölüm saldırılarına karşı bir tedbir olarak, hem de olası bir kıtlığa karşı üretme ve yaşama imkânlarının kırsal alanda daha çok bulunması bunu gerekli kılıyor. Eğer bir kuraklık söz konusu olmazsa köyler, kasabalar, kırsal alanlar, özellikle büyük kentlerden uzaklaşma önemli bir tedbir olabilir. Bunları da düşünmek lazım. Hem yurt dışındaki halkımız düşünmeli, hem metropollere çeşitli nedenlerle gitmek durumunda kalmış insanlarımız böyle tedbirlere başvurmalıdır.

Yani ülkeye dönüş hareketi geliştirmeliyiz. Memlekete dönüş, köye, kasabaya dönüş hareketleri düzenlemeliyiz. Bu emeğimizin, çabamızın kendi ülkemizi yaşanır kılması, geliştirmesi açısından da önemlidir. Varsa bir katkımız kendi topraklarımızın imarına olsun. Sadece boğaz tokluğu için başkalarına hizmet edecek bir çalışma konumunda olmayalım.

Virüs açısından ise, kuşkusuz Covid-19 Virüsü denen olay doğanın, ya da toplumun ürettiği bir şey değil. Bazıları böyle olduğunu söylüyor ya da İma ediyorlar. Bu kesinlikle doğru değildir. Şu artık netleşmiştir. Korona Virüs salgını denen olayı azami kâr peşinde koşan kapitalist modernite sisteminin topluma ve doğaya yöneltmiş olduğu saldırı ortaya çıkartmıştır. Yani kapitalizmin bir ürünüdür. Kapitalizmin azami kâr elde etmek için ölçüsüz, kuralsız, hukuksuz bir biçimde doğayı ve toplumu tüketen saldırıları bu tür salgınları ortaya çıkartmaktadır. Daha önce de kolera, AİDS salgını, kuş, domuz gribi denen bir sürü adla benzer saldırılar gördük. Özellikle kapitalist modernite sisteminin kanserleşme durumu daha da ağırlaştıkça bu tür virüsler üretme ve salgınlar yayma sıklaştı ve daha etkili hale gelir oldu.

Nitekim Korona Virüs saldırısı bunların en etkili olanlarından birisi gibi görünüyor. Daha şimdiden ölü sayısı yüz binlerle sayılır hale geldi. Milyonlar telaffuz ediliyor. Daha da nereye gider bilinmiyor. Bu bakımdan böyle bir saldırı kendiliğinden ortaya çıkmıyor. Doğal ve toplumsal bir olgu da değil. Tamamen devlet ve iktidar sisteminin ortaya çıkardığı, kârdan başka bir şey düşünmeyen kapitalist sisetmin ortaya çıkardığı bir olay. Bunu bu temelde bilmek, anlamak gerekli.

Bu öyle tartışma götürür bir durum filan da değildir. Tamamen daha çok sömürü yapabilmek, daha fazla kâr elde edebilmek için doğaya ve topluma yöneltilen saldırı bu durumu ortaya çıkartıyor. Mevcut şehirler zaten her gün virüs, hastalık üretiyor. İnsanlar için bir yaşam güzelliği alanı olmaktan çıkıp, ölüm, toplumsallığın bitişi haline geldi. İşte daha çok ürün elde etmek için maddelerin genlerini bozuyorlar, hava sistemi bozuluyor. Öyle ki kapitalizmin saldırmadığı, bozmadığı, el atmadığı hiçbir doğal ve toplumsal alan kalmamış durumda. Ortada böyle bir felaket var. Aslında felaket Korona Virüs değil, onu yaratan sistemdir. Bu da kapitalizmin kendisidir.

20. yüzyılın başında devrimci sosyalistler kapitalizmi bir ‘felaket’ olarak tanımlarken ne kadar haklı bir tanımlama yapmışlar, şimdi bunu çok daha iyi görüyoruz. Kapitalizme karşı alternatif olarak sosyalizmi koyarken de ne kadar doğru bir tanımlama yapmışlar. Kapitalizmin kârdan başka bir şey düşünmeyen, daha fazla kâr elde etmek için her türlü saldırıyı yapan zihniyetinin ve siyasetinin yerine, sosyalizmin özgürlüğe ve farklılıklara dayalı eşitliği, komünal paylaşımı, dayanışmayı koymayı öngören, bütün bu kanserleşme hastalıklarını engelleyecek çözüm olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor. Aslında kapitalizmin bu tüketici saldırı konumunu ‘emperyalizm’ olarak da tanımladılar. ‘Zayıf olduğunu, can çekiştiğini’ söylediler. Bu konuda da haksız değillerdi.

1917 Rus devrimi gösterdi ki aslında kapitalist emperyalizm yıkılabilir. İnsanlık böyle bir felaket zihniyetinden ve siyasetinden kurtarılabilir. Fakat bunun örgütü ve eylemi her yerde geliştirilemedi. Görev ve sorumluluklara yeterince sahip çıkılamadı. Her alanda, etkili bir düzeyde doğru ve yeterli bir anlayış geliştirilemedi. Dolayısıyla yetersiz, zayıf kaldı. Hem dünya ölçeğinde dar kaldı, hem ideolojik ilkelerine göre kendini siyasi-örgütsel bakımdan geliştirme, derinleştirme de yetersiz kaldılar. Sonuç olarak istenene ulaşmayan bir devrim durumunda kaldı.

Fakat bu gün görülüyor ki tespitler önemliymiş. Eylemler büyük bir anlama sahipmiş. O halde yüz yıl önce yapılamayanı şimdi yapmak lazım. Anlaşılamamışsa şimdi anlamak gerekli. Hatalı anlama ve uygulamalar gelişmişse şimdi doğru anlayış ve pratiği anlamak önemli, yetersiz kalmışsa onları aşarak devrimi şimdi yeterli hale getirmek gerekiyor. Yoksa kapitalizmin daha çok kâr elde edebilmek için doğayı da, insanlığı da felaketten felakete sürükleyeceği, kıyametle yüz yüze getireceği açık bir gerçek. Toplum da dâhil olmak üzere doğal hiçbir şey bırakılmıyor. Organik olan her şey ortadan kaldırıldı, yok edildi. O halde buna dur demek gerekli. Şimdi bu noktada böyle bir salgını ortaya çıkartanın kapitalist zihniyet ve siyaset olduğu kuşku ve tartışma götürmez bir gerçek. Bunu net ifade edebiliriz.

Bizim esas sorgulamak istediğimiz şu oluyor: Bir, 3. Dünya savaşı sürecinde bulunuyoruz. Bu 30 yıldır devam eden bir savaş. Acaba söz konusu virüs saldırısı böyle bir savaş içerisinde bir biyolojik saldırı olarak mı ortaya çıkıyor? Yoksa azami kâr peşinde koşan kapitalist saldırganlık doğal dengeleri bozduğu için ve denetimi kaybettiği için mi böyle bir öldürücü salgın ortaya çıktı. Bunu tam kestiremiyoruz. Bazıları diyorlar ki işte bakın kapitalist metropollerde daha çok salgın artıyor, oralara yayılıyor. O halde bir biyolojik saldırı olamaz deniliyor. Elbette bu yeterli bir gerekçe değildir.

Evet, ABD’ye, Avrupa’ya yayılıyor ama buralarda kimler ölüyor, hangi sonucu ortaya çıkartıyor? Bu salgından kimler kaybediyor, kimler kazanıyor? Bu sorulara cevap vermemiz lazım. Herkes aynı durumda ve eşit vaziyette demek kesinlikle doğru değil. Onu söyleyenler çarpıtıyorlar. Kaybedenler, ölenler olduğu gibi kazananlar da var. Vurgun üzerine vurgun vuranlar da var. Kapitalist metropollerde ölümler oluyor ama kimlerin öldüğüne bakalım; sisteme bu kadar hizmet etmiş, bakmaları gereken emeklilerini, yaşlılarını tıpkı Kenan Evren’in cezaevindekiler için söylediği “Asmayalım da besleyelim mi!” gibi bir oldu-bittiye getirerek öldürüyorlar. Bunu insan net bir biçimde görüyor. Bu çok vahşi bir durum. Bazı varlıklı kişiler de hastalığa tutuluyormuş. Evet olabilir. Bu durum da kapitalist sistemin yürüttüğü 3. Dünya Savaşına biyolojik silahları dâhil etmiş olma ihtimalini ortadan kaldırmıyor.

Aslında bir biyolojik savaşla yüz yüze olunma ihtimali fazlasıyla vardır. Bunu göz ardı etmemek lazım. Fakat halihazırda tam netleştirebilmiş değiliz. Böyle bir biyolojik saldırı varsa bundan hangi sonuçlar elde edilmek isteniyor? Kimler yok edilmek isteniyor? Hangi sonucun ortaya çıkması öngörülüyor? Çünkü şu gerçekten de netleşti. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Eskiye, Korona Virüs saldırısı öncesine dönülmeyecek. Kimse öyle bir şey beklememeli, çünkü bu felaket bu düzeyde bir değişikliği kesinlikle ortaya çıkartacak. Bu netleşmiş durumdadır.

Fakat şunun önemi yok, daha doğrusu tümüyle önemli değil: Bir biyolojik saldırı mıdır? Yoksa azami kâr için doğallığı yok etmek üzere saldırırken kapitalist sistem böyle bir virüsü ortaya mı çıkardı? Kuşkusuz bunun bilinmesi önemli ama son tahlilde hangisi olursa olsun bunu yaratanın kapitalist sistem olduğu, tekelci saldırının buna yol açtığı, kapitalizmin azami kâr hırsı temelinde doğaya ve topluma yönelttiği saldırının buna yol açtığı tartışma götürmez bir gerçek.

Ağır bir kriz olduğunu söylüyorlar. Bu kriz 1929-30 büyük kapitalist buhranı andırıyor. Hatta ondan daha ağır olacak. Dikkat edelim o durum 20. yüz yıl savaşlarını belirledi. 1. Ve 2. Dünya savaşları denen bu süreçlere on milyonlarca insan öldü. Dünya ağır felaketler yaşadı. Sistemin kaybedenleri oldu, kazananları, gelişme sağlayanları oldu. ABD’nin sistem öncülüğü biraz da o kriz ardından ortaya çıktı. Şimdi kendi iç çatışmalarının bir sonucu mudur? Yüklerinden mi kurtuluyorlar? Kapitalist sistem bu temelde kendi yüklerini atarak mı krizden çıkmaya çalışacak? Liderliklerde değişiklikler mi olacak? ABD liderliğinin sonu mu geliyor? Kapitalist sistem yeni lider mi ortaya çıkartacak? Veya bütün bunları yapmak isterken tümden çöküp gidecek mi? O da ciddi bir ihtimaldir.

Çünkü gerçekten de böyle bir kriz sistemin en zayıf anı ve halidir. Kendini kriz içerisinde yenilemeye çalışırken çöküşü de yaşayabilir. İnsanlık kapitalizmden kurtulabilir. Komünal, dayanışmacı, paylaşımcı bir zihniyet ve siyasetin hâkim olduğu bir dünyaya ulaşılabilir. Bu da ihtimal dışı değil. Fakat bu olup bitenleri anlamaya ve buna göre bir anlayış, mücadele ve pratik geliştirmeye bağlı.

Yani kapitalizmin, endüstriyalizm temelinde azami kâr peşinde doğayı ve toplumu bitirmek için yönelttiği saldırıya karşı ekolojik-ekonomik toplumu geliştirmek, ekolojik devrimi öngörmek, demokratik-toplumcu hareketi, Kadın Özgürlükçü Devrimi ve Ekolojik Devrim ayakları üzerinde doğru bir teori ve pratik ile geliştirmeye bağlı. Bunlar gerçekleşirse kuşkusuz söz konusu kriz içerisinde kapitalizm tümden çöküşe gidebilir. Onun dayandığı iktidar ve devlet sistemi yıkılıp, aşılabilir. Demokratik toplumculuk alternatif bir sistem olarak hâkim hale gelebilir. Bütün bu olasılıklar mevcuttur, ihtimal dâhilindedir.

Söz konusu krizin Türkiye’yi nasıl etkilediği konusuna gelince, şunlar kısaca ifade edilebilir: Kapitalizmin yaşadığı kriz durumunu Türkiye’nin en derin ve en bütünlüklü bir biçimde yaşadığı açık bir gerçek. Özellikle ekonomik kriz çok derinleşmiş durumda. Zaten Kürdistan’da yürüttüğü savaş sonucunda yaşadığı ciddi bir ekonomik kriz vardı. Mevcut Korona Virüs saldırısıyla karşılaşınca bu durum çok daha ağır ve derin hale geldi. Dikkat edilirse Türkiye’nin maliyesi iflas etmiş durumda, adeta tam takır olmuş. Birçok devlet Korona Virüse karşı mücadele için bütçe ödenekleri ayırırken  AKP-MHP faşizmi toplumdan bağış toplamaya çalışıyor. İnsanların elindekini de alarak devleti ve kendisini yaşatma çabası içine giriyor. Demek ki tam takır olmuş bir hazine durumu var.

Zaten başta bize gelmez diye abartılı yaklaşım içinde oldular, yeterince önlem almadılar ki sonuçları doğru yansıtmıyorlar. Gittikçe Korona Virüs saldırıları yaygınlaşıp arttıkça, artık mızrak çuvala sığmaz noktaya gelince sınırlı düzeyde sonuçları ifade etmek zorunda kaldılar. Belli bilançolar veriyorlar ama daha şimdiden Korona Virüs salgını yaşanan ekonomik, siyasi ve askeri krizi daha da ağırlaştırıp, derinleştirerek AKP-MHP faşizmini çöküşün eşiğine getirmiş bulunuyor. İşte 10 Nisan günü sokağa çıkma yasağı ilan edilirken yaşananları gördük. Tayyip Erdoğan hükümetinin süreci yürütmede, krizi yönetmede ne kadar aciz duruma düştüğü ortada. Arkasından soykırımcı bakan Süleyman Soylu’nun istifa girişimi gündeme geldi. Bu da açıkça gösterdi ki artık AKP-MHP faşizmi süreci yönetemiyor. Derin bir çöküş içerisinde. Baskıyla halkın malına el koyarak, her türlü tehlikeye karşı insanları işe göndererek ayakta kalmaya çalışıyor. ‘Evde kal Türkiye’ diye bir kampanya hazırlamışlar, evde kalınması istenenler; altmış yaşın üstündeki emeklilerle, yirmi yaşın altındaki öğrencilerdir. Çalışanları her türlü tehlikeye rağmen işe gönderiyorlar. Çalıştırıyorlar. Çünkü çalıştırmazlarsa çökecekler. Bunu net bir biçimde görüyorlar.

Diğer yandan Süleyman Soylu’nun girişimi de ilginç oldu. O istifa etti. Faşist şef Tayyip Erdoğan istifayı kabul etmedi. Acaba bir gösteri miydi? Mevcut durum bir yanıyla Tayyip Erdoğan hükümetinin yönetemez duruma düştüğünü, çöküş ve çözülüş sürecinde olduğunu gösteriyor. Ama diğer yandan da Süleyman Soylu’nun tabii bir bireysel, siyasi hamlesi olarak da ortaya çıkıyor. Aslında Tayyip Erdoğan’ın halefi kim olacak anlamında bir saldırı. Kendi bireysel durumunu oldukça güçlendirici bir saldırı yaptı. Zaten talimatı uyguladık diyerek sorumluluğu Tayyip Erdoğan’a yükledi. Güya üzerime alıyorum, istifa ediyorum diyerek âlicenaplık gösterdi, o da bir bireysel puan oldu. İstifayı Tayyip Erdoğan ret etti, bu şekilde Süleyman Soylu’ya ne kadar muhtaç olduğunu ortaya koymuş oldu. Böylece Süleyman Soylu önemli bir bireysel hamle yapmış oldu.

Tabii Tayyip Erdoğan’la bir sorunu yok. Fakat Tayyip Erdoğan sonrası AKP’yi kim ele geçirecek kavgasının ciddi bir biçimde sürdüğü anlaşılıyor. Öyle görülüyor ki 2 parti doğurdu ama AKP’nin içi henüz netleşmedi. AKP kazanı fokur-fokur kaynamaya devam ediyor. Mevcut durum onu gösteriyor. Halihazırda Tayyip Erdoğan’ın yerini kim alacak çekişmesi AKP içinde ciddi bir mücadele haline gelmiş bulunuyor. Bir durum bir bunu gösteriyor. İkincisi ise Tayyip Erdoğan’ın gidici olduğunu ortaya koyuyor.

Böyle kritik bir aşamada sözde Tayyip Erdoğan’a en bağlı bakan böyle bir bireysel girişimde bulunursa bunun anlamı her türlü riski göze almak olur. O da Tayyip Erdoğan’a gidici gözüyle baktığı anlamına gelir. Süleyman Soylu’ya göre Tayyip Erdoğan gidicidir. O halde geç kalmamak, gerekli hamleleri yaparak Tayyip Erdoğan’ın halefi olmayı başarmak gerekir. Söz konusu istifa girişiminin bu amaçla olduğu tartışma götürmeyen bir gerçek. Bütün bunlar da AKP’nin durumunu,  AKP-MHP ittifakının geldiği noktayı, onların yönetimindeki TC’nin yaşadıklarını gösteriyor. Dikkat edilirse aslında kararları Devlet Bahçeli veriyor. Son tahlilde karar veren o, diğerleri sadece yürütüyor. AKP böyle bir noktaya gelmiş durumda. MHP’ye muhtaç bir AKP var. AKP’ye muhtaç bir TC var. 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan meclisin kurduğu söylenen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin geldiği nokta budur.

Sonuç olarak şunu söylemek gerekir, kuşkusuz bir tahmin ama pek de hatalı bir tahmin olmayabilir; herhalde bu Korona Virüs salgını çok insan öldürdüğü gibi çok iktidarı da yıkacak ve yıkılan bu iktidarların başında da her hâlde AKP-MHP faşizmi gelecek.

Soru 2) Hapishanelerin işkencehaneye döndüğü bir dönemde Türkiye’de salgından dolayı gündeme geldiği söylenen yeni infaz yasası nedir? Ne tür sonuçları olacaktır?

Evet, Türkiye’de bir yandan derin kriz yaşanır ve bu açıktan yönetememe krizi haline gelirken diğer yandan da AKP-MHP faşist iktidarının kendi yandaşlarını cezaevlerinden çıkartmak için ‘Yeni İnfaz Yasası’ adı altında yeni bir yasa çıkartmaya çalıştığı gözleniyor. Öncelikle şunu belirtelim: Bu şu anda gündeme gelen bir husus değil. Uzun süredir Devlet Bahçeli ve MHP’nin gündeminde olan bir konu durumundadır. Bunu faşist şef Devlet Bahçeli geçmişte defalarca gündeme getirdi. Resmen AKP’ye götürdüler. Fakat Tayyip Erdoğan Yönetimi şimdiye kadar koşulları bunun için uygun bulmadı. Zamanı ve zemini yeterli görmedi. Bekletti. Şimdi bu durum gündeme getiriliyor. Demek ki zaman ve zemin AKP için de uygun hale geldi. MHP’nin söz konusu tasarısını kendileri düzenleyerek, kendilerine de uygun hale getirerek meclise getirmiş bulunuyorlar.

Aslında dünyada birçok örnek var. Korona Virüs saldırılarının en çok tehdit ettiği yerlerin başında cezaevleri geliyor. Bu yönlü insan hakları örgütlerinin, BM’ye bağlı çeşitli kurumların çağrıları var. Başta İran olmak üzere birçok devlet on binlerce tutukluyu bu temelde tahliye etmiş durumda. Yani dünya genelinde böyle bir kamuoyu durumu var. Bu ortamdan yararlanarak MHP’nin temel ilkelerini oluşturduğu,  AKP’nin de tasarı haline getirdiği yeni bir infaz kanunu çıkartarak kendi yandaşlarının tahliyesini sağlamak istiyorlar. Bu Korona Virüs saldırısının ortaya çıkardığı zemini kendi yandaşlarını kurtarmak için kullanmak istiyorlar. Bu oldukça net ve açık bir durum. Hâlbuki insan hakları örgütleri, BM bütün cezaevlerindeki tutsakların bırakılmasını istiyorlar. Fakat AKP-MHP ittifakı tamamen kendi yandaşlarını, hırsızları, tecavüzcüleri, katilleri affetmeyi, cezaevlerinden çıkartmayı, AKP-MHP faşizmine karşı düşünsel, siyasi bakımdan mücadele etmiş ve tutuklanmış olanları da zindanlarda tutup ölümle yüz yüze getirmeyi öngören bir yasa çıkartmaya çalışıyor.

Mevcut tartışmaların anlamı budur. Ayrıntıları biz bilemiyoruz. Hukuki açıdan çok fazla bir şey diyecek durumda değiliz. Anayasaya aykırı olduğu söyleniyor. Aslında devlet kendine karşı işlenen suçları affedebilirmiş, topluma karşı işlenen suçları affedemezmiş, fakat mevcut yasa ise tersini yapıyor; topluma karşı işlenen suçları affetmeyi öngörüyor, devlete karşı işlenmiş sözde suçları ise affetmiyor, bu suçla yargıladıklarını cezaevinde tutuyor.

Bunun anlamı şu: Dünyada Korona Virüse karşı mücadelenin ortaya çıkardığı olumlu atmosferden yararlanarak kendi yandaşlarını, hırsızları, katilleri, tecavüzcüleri hapishanelerden çıkartıp, kendilerine muhalif olan gazetecileri, yazarları, siyasetçileri, gençleri, kadınları, parti yöneticilerini, milletvekillerini ve belediye başkanlarını ise zindanlarda tutup toplu katliamla yüz yüze getirmeyi hedefliyorlar. Bu durum ciddi bir durumdur. Mevcut olan gerçekten de tehlikelidir.  AKP-MHP ittifakı toplu idam gibi bir tutumu öngörmektedir. Zaten faşist şefler; Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli zaman zaman toplu mitinglerde idamdan yana olduklarını açıklamışlardı. Öyle resmi bir yasa çıkaramadılar ama bu biçimde toplu bir idamı cezaevlerinde gerçekleştirmeyi hedefliyorlar. Toplu katliam yapmak istiyorlar. Bu biçimde muhaliflerinden kurtulmayı öngörüyorlar. Güya kendileri yapmamış olacak ama hastalık nedeniyle ölmüş olacaklar.

Zaten cezaevlerinde bir süredir yoğun bir baskı ve işkence vardı. Tutukluların sayısı üç, dört kat artmıştı. Yaşanamaz bir durumdaydı. Yüzlerce hasta tutsak vardı. Sürekli ölüm haberleri geliyor, tabutlar çıkıyordu. Şimdi bunu toplu bir katliama dönüştürmek istiyorlar. Bu çok açık ve net bir durumdur. Bunun hukukla, insani değerle bir izahı yoktur. Tamamen bir siyasi karar, siyasi husumet ve katliamcı saldırıdır. Bu yasayı bu temelde çıkartır da uygulamaya koyarlarsa böyle görmek gerekir ve buna karşı da bu temelde bir mücadele etmek kesinlikle gerekir.

Yani mevcut durumun öyle anlaşılmayacak, tartışılacak bir yanı yoktur. Durum son derece nettir.  AKP-MHP faşizmi kendine muhalif olan herkesi topluca katletmeyi hedefleyen bir planlı çaba içerisindedir. O halde buna karşı herkesin duyarlı olması, birleşip mücadele edilmesi, zindanlardaki siyasi tutsaklara, düşünce tutuklularına sahip çıkılması gerekiyor. Bu büyük bir insanlık görevi, hiçbir ortam böyle bir görevi yürütme, bunun için mücadele etme önünde engel olamaz. Herkes böyle bilmek durumunda. Eğer gerçekten de AKP-MHP faşizmi böyle bir sonucu ortaya çıkartırsa bunun Türkiye’de sonu gelmez bir iç çatışmayı yaratacağının da bilinmesi gerekir. Bu şekilde on binlerce insanın göz göre göre toplu idam, toplu infaz gibi katliamla yüz yüze bırakılmasını öyle kabul edilir, anlaşılır, sineye çekilir bir yanı yoktur. Bunun derin bir iç yarılma, yoğun çelişki ve çatışma yaratacağı tartışma götürmez bir gerçektir.

Soru 3) Alternatif sistemlerin tartışıldığı bir dönemde HBDH’nin Ankara’dan Karadeniz’e kadar gerçekleştirmiş olduğu eylemleri nasıl anlamak, görmek lazım?

Dikkat edilirse AKP-MHP iktidarı kendi dışındakilere siz durun evde kalın diyor ama kendileri istediklerini yapmaya devam ediyorlar. İstanbul’u parselleyen ihaleler düzenlemekten geri durmuyorlar. Cezaevlerinde, toplum üzerinde her türlü baskıyı uyguluyorlar. Her türlü salgın tehdidine karşı insanları fabrikalara, işyerlerine gönderip çalıştırıyorlar. Hiç kimsenin sağlığını bu noktada dikkate almıyorlar. Kuzey Kürdistan’da toplum üzerinde savaşı, saldırılarını sürdürüyorlar. HPG gerillalarına karşı savaşı, HDP’ye karşı siyasi baskıları, belediyelere kayyum atama saldırılarını hiç durdurmuyorlar. Idlib’e askeri yığınağı sürdürüyorlar. Heftanîn’e, Xakurkê’ye, tüm Güney Kürdistan’a dönük işgalci saldırılarını devam ettiriyorlar. Libya savaşından bile kendilerini geri çekmiş değiller. Şimdi bu durumun doğru anlaşılmayı ve değerlendirilmeyi gerektirdiği açık.

Kuşkusuz Korona Virüs saldırısını ciddiye almak, tedbirli davranmak gerekli fakat bu şu anlama gelmiyor; faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı mücadele dursun, kapitalizme, erkek egemen zihniyet ve siyasetin saldırılarına karşı mücadele edilmesin. Hayır, kesinlikle eğer böyle anlaşılırsa bu hem çok yanlıştır, hem de tehlikelidir. Şunu bilmek lazım Korona Virüse karşı mücadele kapitalizme karşı mücadeleden ayrılamaz. Çünkü Korona Virüs saldırısı bir kapitalist saldırıdır. Kapitalizmin azami kâr hırsıyla doğaya ve topluma yönelttiği saldırılar zayıflatılmadıkça Korona Virüs benzeri salgınların önü kesinlikle alınamaz. Eğer bu tür salgınları azaltalım, önünü alalım diyorsak o halde onu ortaya çıkartan nedenleri ortadan kaldırmamız gerekir ki bu nedenin de kapitalist sistemin azami kâr için doğaya ve topluma yönelttiği saldırılar olduğu tartışma götürmeyen bir gerçektir. Bu bakımdan Korona Virüs salgınına, onun öldürücü durumuna karşı tedbirli olmak gerekli ama aynı zamanda onu ortaya çıkartan kapitalizme ve faşizme karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesini de yeni, uygun yol ve yöntemler, tarzlar geliştirerek yürütmek de gerekli.

Böyle bir mücadelede de hiç geri kalmamak, ertelememek, zayıf konuma düşmemek lazım. Eğer öyle anlaşılır ve zayıf duruma düşülürse en kötüsü yapılmış olur. En tehlikeli konuma düşülmüş olur. Burada önemli olan mücadelenin gerekliliğini bilmektir, ikinci olarak ise eskiye dönüleceği beklentisi içerisinde olmamak ve tabii ki mevcut duruma uygun yeni mücadele yol ve yöntemleri bularak, bunu sağlayacak bir yaratıcılığı göstererek faşizme ve kapitalizme karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesini yükseltmek gerekir.

Burada önemli olan yaratıcılıktır. Koşullara uygun yeni mücadele yol-yöntemleri bulmaktadır. Eski, alışkanlık haline gelmiş yol, yöntemlerle mücadele edilemeyince buradan ‘işte kapitalizme, faşizme, sömürgeciliğe, soykırımcı erkek egemen zihniyet ve siyasete karşı mücadele edilemiyor’ dememek gerekli. Evet,mevcut durumda eski yol ve yöntemlerle mücadele edilemez. O yol ve yöntemleri değiştirmek gerekiyor. Yaratıcı davranmak, mevcut koşullara uygun yeni mücadele yol ve yöntemleri bulmak gerekli. Eğer böyle bir yenilenme olur, yeni mücadele yol ve yöntemleri bulunursa erkek-egemen, faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı her koşulda aktif, etkin mücadele edilebilir. Buna da inanmak lazım. Bu konuda kararlı, istekli, direngen davranmak lazım.

Başta şunu söyleyebiliriz: Bir şok yaşar gibi bir durum oldu. Özellikle iktidar güçleri medya üzerinden öyle bir psikolojik savaş yürüttüler ki adeta insanları ‘hop oturur, hop kalkar’ hale getirdiler. Korku içine sokup her türlü mücadeleden uzaklaşır hale getirmek istediler. Bunun belli bir etkisi de oldu. Belli bir dönem  çeşitli örgütler, partiler, yine bireyler düzeyinde belli bir şaşkınlık durumu yaşandı. Fakat şimdi bu önemli ölçüde aşılıyor. Bunun işaretleri var. Biraz yavaş yavaş olsa da bu şaşkınlığı aşan, dolayısıyla yeni durumu tahlil eden devrimci-demokratik hareket, eski ile olmayınca yeni koşullara uygun mücadele yol ve yöntemleri bularak, yeni tarzlar geliştirerek AKP-MHP faşist soykırımcı saldırılarına karşı ideolojik, askeri, siyasi bir mücadeleyi geliştiren bir konuma doğru yönelim gösteriyor. Bu oldukça önemli, anlamlı, bunu hızlandırmak lazım.

Tabii dikkatli ve duyarlı olmak da gerekli ama geç de kalmamak lazım. Oldukça yaratıcı olmaya, iddialı, iradeli olmaya ihtiyaç var. Bu da giderek her alanda gelişiyor. Psikolojik savaşa karşı yürütülen önemli bir devrimci propaganda çalışması mevcut. Her türlü basın-yayın organı değerlendirilerek hem Korona Virüs saldırısının nedenleri açığa çıkartılıp insanlar bilinçlendiriliyor, hem Korona Virüse karşı sağlığını koruyacak tedbirler nasıl alınır; bu çerçevede bireyler ve toplumlar eğitilmeye çalışılıyor, hem de Korona Virüs salgınına dayanarak insanları korkutup, iradesiz kılmayı öngören psikolojik savaşa karşı önemli bir devrimci propaganda mücadelesi içinde olunuyor. Bu düzey önemli ölçüde gelişti. Bu insanları, toplumları, örgütleri büyük ölçüde aydınlattı, etkiledi. Bu çerçevede de giderek toplumsal mücadeleler, siyasi mücadeleler, askeri mücadeleler gelişiyor.

İşte gençliğin, kadınların önemli mücadeleleri var. Her tarafta gençler bu duruma karşı çıkan mücadeleler yürütüyorlar. Özellikle kadın örgütleri kadın üzerindeki baskıyı artıran her tür girişime karşı pratik yaşamdan çıkarttıkları sonuçlara dayanarak yeni mücadele yol ve yöntemleri bulup, bu temelde erkek-egemen zihniyet ve siyasete karşı her koşulda mücadelelerini daha yetkin bir biçimde geliştiriyorlar. Demokratik siyaset alanı, AKP-MHP faşizminin kendi yandaşlarını cezaevlerinden çıkartmak için geliştirmeye çalıştıkları infaz yasası başta olmak üzere hem sokakta, hem mecliste yeni türden bir mücadele tarzı ve düzeyini geliştiriyorlar. Bu yönlü HDP’nin önemli adımları var. AKP-MHP faşizmini teşhir eden, gerçekleri topluma taşıyan, dolayısıyla insanları aydınlatan, hem açıklamaları hem de yeni yöntemlerle geliştirdikleri pratik eylemleri aydınlatıcı olmaktadır.

Tabii en önemli ve etkili olan AKP-MHP faşist saldırılarına karşı gelişen anti-faşist direniş oluyor. Bu HBDH milislerinin ve YPS savaşçılarının, bir bütün HPG gerillasının her alanda, her düzeyde AKP-MHP faşizmine karşı geliştirdikleri etkili eylemler sürecin doğru anlaşılması ve doğru devrimci tutum takınılması bakımından önemli rol oynuyorlar. Bu noktada kırsal alanda HPG gerillalarının etkili eylemleri var; Serhat’tan Heftenîn’e, yine Heftenîn’den Xakurkê’ye, Mardine, Amede kadar gelişen faşist ordu sürülerine ağır darbeler vuran gerilla eylemleri söz konusu, daha önemlisi de HBDH milislerinin ve YPS savaşçılarının kentlerde geliştirdikleri eylemlerdir.

Son dönemlerde bu konuda önemli bir tırmanış var. Hemen hemen bütün Türkiye metropollerinde eylemlilik var; Ankara’da, Karadeniz’de HBDH milislerinin geliştirdikleri AKP-MHP faşizmine öldürücü darbe vuracak nitelikte eylemler olma özelliğine sahipler. Özellikle şehirlerde gerçekleşen eylemlerin AKP-MHP faşizmine ağır darbeler vurduğu, onu büyük korku içine soktuğu açık. Her türlü savaşa destek veren güçlerden, katillerden, tecavüzcülerden, ajan-ihbarcı yapıdan hesap soran anti-faşist direniş eylemleri gerçekten de faşizmin Korona Virüs salgınından da yararlanarak baskı uygulamalarını boşa çıkardığı gibi AKP-MHP faşizminin çöküşünü hızlandırmada da önemli rol oynuyor. Aslında süreci belirleyen, tarihi öneme sahip gelişmeler bunlar oluyor. Bu temelde faşizme karşı mücadele eden herkesi selamlamak lazım, iradelerini, eylemlerini kutlamak gerekli. Tarihi yazanların onlar olduğu çok iyi bilinmeli. İnanıyoruz, umut ediyoruz bu daha çok gelişecek, yayılacak, özellikle Türkiye gençliği bu kadar katliama, yokluğa, kırıma neden olan zihniyet ve siyaseti yok etmek için daha çok bilinçlenecek, örgütlenecek, faşizme karşı Birleşik Devrim Mücadelesini zafere taşımak, demokratik çözümü gerçekleştirmek için daha fazla mücadeleye katılacak.

Bu temelde bütünlüklü bir mücadeleyi her alanda etkili bir tarzda geliştirmeye ihtiyaç var. propagandayı, siyasi, diplomatik çalışmaları, toplumsal ve askeri eylemliliği her yerde daha çok geliştirmeliyiz. Bir yandan faşizmin ipliğini pazara çıkartır, onun çöküş sürecini hızlandırırken kendi demokratik toplumcu alternatifimizi de somut olarak ortaya koymalıyız. Gerçekten kadın özgürlük devriminin düşünsel ve eylemsel yanları her alanda geliştirilmeli, ekolojik devrimin bütün özellikleri bilince çıkartılmalı, ekolojik bilinç, örgütlülük ve eylem her tarafa yayılmalıdır. Dikkat edilirse bu alanda belli bir eylemlilik olsa da şimdiye kadar yapılanın çok yetersiz kaldığı ortada. Hem içerik olarak dar ve yüzeysel, hem örgütsel olarak çok dağınık, hem eylemsel olarak çok tek düze, sonuç vermeyen bir düzeyde kalıyor. Bütün bunların sonucunda da işte Kapitalist sistem Korona Virüs gibi saldırıları ortaya çıkartıyor, doğayı, çevreyi, toplumu tahrip ediyor.

Eğer bugün Korona Virüs salgını gibi her gün binlerce insanın ölümüne yol açan bir illet ortaya çıkmışsa kuşkusuz bundan kapitalist sistem sorumlu, kapitalistler sorumlu, iktidar ve devlet güçleri sorumludur. Ama onların karşısında duramayan, kapitalizme karşı etkili mücadele yürütemeyen, ekolojik bilinci, örgütlülüğü, eylemi güçlü bir biçimde geliştirerek kapitalizmin doğayı ve toplumu tahrip eden saldırganlığına dur diyemeyen devrimci-sosyalist, özgürlükçü duruşlar, anlayışlar, örgütlenme ve mücadeleler de belli bir sorumluluğa sahipler. Demek ki zayıf kalmışlar. Kuşkusuz Korona Virüsü ortaya çıkartmanın suçlusu değiller ama onu engelleyememiş olmakla da belli bir sorumluluk altındadırlar. Bu nasıl bir sorumluluktur? Demek ki mücadelede zayıf kalmışlar. Bilinçlenmede, örgütlenmede, eyleme geçmede yetersiz olmuşlar ki faşist, kapitalist güçler doğaya ve topluma saldırarak Korona Virüs gibi bir salgının ortaya çıkmasına yol açmışlar. Bu bakımdan elbette devrimci-demokratik güçler de kendisi sorumluluklarını görmeliler.Demek ki ekolojik bilinç, örgütlülük ve eylemde yetersizler, zayıflar.

Aynı şekilde kadın özgürlükçü bilinç, örgütlenme ve eylemde, kadın özgürlük devrimini geliştirmede de zayıflıklar var. Son dönemlerde belli bir etkinlik, yaygınlık olsa da içerik olarak da, genişlik olarak da henüz başlangıç aşamasında bulunuyor. Mevcut olanı kesinlikle yeterli görmek mümkün değil. Çünkü şu ortaya çıkıyor: Kadın özgürlüksüz bilinç ve yaşam olmaz, ekolojik bilinç ve örgütlülüğe dayanmadan da kadın özgürlük devrimi gerçekleşmez. Bu net bir biçimde açığa çıkıyor. O halde söz konusu eylemleri, ekolojik bilinci, örgütlülüğü ve eylemi geliştirme temelinde daha da çeşitlendirmeliyiz, yükseltmeliyiz, geliştirmeliyiz. Demokratik toplumcu hareketi kadın özgürlüğüyle birlikte ekolojik devrime de dayandırarak geliştirmeli, teorik temellerini ve pratik tarzını doğru oluşturarak başarılı bir biçimde yürütüp kendi demokratik, toplumcu alternatifimizi ortaya çıkartmalıyız. Pratikte yaşanır hale getirmeliyiz. Eylemlerimiz bir yandan erkek egemen, faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaseti darbeler, yıkıma götürürken, diğer yandan da ekolojist, kadın özgürlükçü, demokratik toplumcu hareketi bilinçlendirip, örgütleyip eylemli kılmayı, geliştirmeyi bir alternatif haline getirmeyi sağlamalı. Böyle olursa söz konusu eylemler büyük başarılar elde ederler, kazanımlar sağlarlar. Faşizmi yıkan, demokrasiyi kuran gelişmelerin yaratıcısı olurlar.

Soru 4) Günümüzde sistem tüm yönleriyle büyük bir çıkmazı yaşarken, yaklaşmakta olan 1 Mayıs nasıl bir anlam ve role sahip olacaktır?

Evet, Birleştik Devrim Hareketi ve Türkiye halkları olarak yeni bir 1 Mayıs sürecini yaşıyoruz. 2020 yılı 1 Mayısı’na yürüyoruz. İşçi ve emekçilerin birlik-dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs’ı bir yandan Korona Virüs salgınına, diğer yandan onu ortaya çıkartan kapitalist modernite sistemine karşı büyük mücadele içerisinde yaşıyoruz. Her şeyden önce tüm işçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin, Kürtlerin ve ezilen tüm halkların 1 Mayıs’ını şimdiden kutluyorum. Bu 1 Mayıs’ın özgürlük, eşitlik ve demokrasi mücadelemize daha büyük güç katacağına dair inancımı ifade etmek istiyorum. Başta 1977 Taksim şehitleri olmak üzere onlarca yıldır dağda faşist-sömürgeci güçlere karşı 1 Mayıs’larda kahramanca savaşarak şehit düşen yoldaşları, Ramazan Kaplan, Mehmet Karasungur ve Azad Siser Yoldaşlar şahsında saygı ve minnetle anıyorum.

1 Mayıs, işçi ve emekçiler için bir bilinçlenme, örgütlenme ve eylem günü, kendi gerçeğini tanıma, karşıtlarını çözme ve kendi özgür, eşit ve yaşam alternatifini geliştirmek için örgüt ve eylemlilik durumunu daha fazla geliştirme günü oluyor. Buna yöneltiyor. Biz inanıyoruz bu 2020 1 Mayıs’ı çok daha fazla bu temelde geçecek. Dikkat edilirse Mart ayının ve Nisan ayının önemli günleri vardı. 8 Mart’tan sonraki günler, Newroz’da dahil Korona Virüs salgını nedeniyle yeterince etkili bir biçimde kutlanamadı. Durum yeniydi. Bir şaşkınlık vardı. Nasıl yaklaşılacağı tam bilinemedi. Dolayısıyla yeni, yaratıcı yol ve yöntemler geliştirilemedi. O zaman da şu söylenmişti: Bu şaşkınlığı 1 Mayıs’ta aşacağız, Mart ve Nisan aylarında yapmamız gerekip de yapamadıklarımızı 1 Mayıs’a ve aynı zamanda şehitler ayımız olan Mayıs ayı boyunca geliştireceğimiz eylemliliklerle yaşatacağız, yerine getireceğiz. Şimdi bunun zamanıdır.

Kuşkusuz Korona Virüs tehlikesine karşı tedbirler öngörülmelidir. Tedbirleri öngörme temelinde AKP-MHP faşizmine karşı nerede, nasıl mücadele edilebiliyorsa onları bulup mutlaka mücadele etmek de gerekir. Buna göre gerçekten şimdiden hazırlıklı olmak lazım. Çeşitli kadın ve gençlik örgütleri, işçi sendikaları, emekçi örgütleri, demokratik siyaset güçleri, devrimci-demokratik parti ve gruplar bu konuda önceden hazırlıklı, tedbirli olmalılar. 1 Mayıs’ın AKP-MHP faşizminin daha fazla teşhir edildiği, darbelendiği, özgürlük, eşitlik bilincinin, örgütlülüğünün, komünal dayanışma, paylaşım ruhunun ve anlayışının daha çok geliştiği, her alanda koşullara uygun örgüt ve eylem biçimleriyle faşizme, kapitalizme ve sömürgeciliğe karşı etkili mücadele edildiği bir gün haline kesinlikle getirmek gerekir. Bunun için belki geçmişte olduğu gibi büyük mitingler yapılamayabilir ama tek eylem biçimi büyük miting ya da yürüyüş yapmak değildir. Onun dışında da 1 Mayıs’ı doğru anlayacak ve yaşayacak, faşizme ve kapitalizme etkili darbeler vurabilecek bin bir türlü eylem biçimi geliştirilebilir. Küçük birimler kutlamalar yapabilirler. Dikkatli olmak kaydıyla toplantılar, tartışmalar yapılabilir. Küçük birimlerin sokak eylemleri geliştirilebilir. Koşullara göre biraz yaratıcı yaklaşılırı ve araştırılırsa nasıl mücadele etmek gerektiği rahatlıkla bulunabilir. İşte böyle bir yaklaşım kesinlikle olmalı. 1 Mayıs Türkiye’nin ve Kürdistan’ın her alanında anlamına en uygun bir biçimde kutlanmalı ve yaşanmalı, anti-faşist mücadele ve anti-faşist Birleşik Devrim Mücadelemiz bu 1 Mayıs vesilesiyle her alanda çok daha güçlü geliştirilebilmeli.

Özellikle AKP-MHP faşizminin zindanlarda toplu infazlar geliştirmeye yönelen saldırılarına karşı zindanlardaki devrimci tutsaklara sahip çıkılmalı. Onların her türlü direnişleri, tutumları, güvenlikleri sahiplenilerek faşizme karşı bu temelde etkili mücadele yürütülebilmeli. Bunun gerçekleşebileceğine inanıyoruz. 1 Mayıs’la başlayan Mayıs ayının her zamankinden daha fazla AKP-MHP faşizmine karşı etkili bir mücadele ayı olacağına inanıyor, bu temelde başta Önder Abdullah Öcalan olmak üzere tüm zindanlardaki devrimci tutsakların, tüm devrimci-demokratik güçlerin, işçi ve emekçilerin 1 Mayıs’larını yeniden kutluyor, bu 1 Mayıs’ta ülkeyi ve toplumu AKP-MHP faşizminden kurtaracak özgürlük ve demokrasi mücadelesini daha güçlü geliştirmeye çağırıyorum.

Soru 5) 1972’de Deniz’i, Yusuf’u ve Hüseyin’i idama götüren 6 Mayıs neydi, nasıl gelişti? Bu noktada sol-sosyalist güçlere düşen görevler nelerdir?

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilişlerinin 48. Yıldönümü geliyor. 6 Mayıs 1972’de Mamak’ta katledildiler. Bu faşist ve vahşi katliamın 48. yıldönümündeyiz. Türkiye Devriminin Büyük Önderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın şehadetlerinin yeni bir yıldönümünü yaşıyoruz. 48. şehadet yıldönümlerinde Büyük Devrimci Önderler Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı saygı ve minnetle anıyorum. Amaçlarını başarma ve anılarını yaşatma sözümüzü yineliyorum.

6 Mayıs 72, 30 Mart 72’yle birlikte önemli bir gerçekliği ifade ediyor. Devrimci, militan, önder duruş ve yaşam nasıldır bunu bize gösteriyor. Diğer yandan TC faşizminin devrimci önderlere yaklaşımı, faşist, katliamcı saldırganlığı nasıl yaşanıyor, bunu da bize net bir biçimde gösteriyor. 30 Mart 1972’de Kızıldere’de de, 6 Mayıs 1972’de Ankara-Mamak’ta da tüm Türkiye halkları, devrimci-demokratik güçler olarak biz bu gerçekleri net bir biçimde gördük. Devrimci militanlığın, önderliğin nasıl olduğunu da gördük. Faşist soykırımcı saldırganlığın, katliamcılığın nasıl olduğunu da gördük. 48 yıldır bu temelde yaşanan büyük bir mücadele var ve hepimiz böyle bir mücadelenin içerisindeyiz. Evet, faşist-soykırımcı düşman Deniz, Yusuf ve Hüseyin’i idam etti. Kızıldere’de Mahir Çayan ve arkadaşlarını katletti. Böylece Türkiye halklarını susturabileceğini, Türkiye gençliğini durdurabileceğini, devrimci-demokratik hareketi ezebileceğini sandı ama yanıldı, bu geçen 48 yıllık süre içerisinde bin bir defa kanıtlanmış durumda. Hepimiz bu kanıtın birer parçası oluyoruz. Çünkü devrimci bilinci, iradeyi, direngenliği biz bu önderlerden aldık. Mahirlerden, Denizlerden, İbrahimlerden, Yusuf ve Hüseyinlerden aldık. Devrimci kararlılığı, inancı onlarda gördük. Devrimci kahramanlığı onlardan öğrendik. Bize bu ruhu, bilinci, iradeyi, derin bilinçleri, kahramanca duruşları, yenilmez iradeleriyle bu devrimci Önderler öğrettiler, gösterdiler.

Türkiye Devrimci-Demokratik Hareketi yarım yüz yıldır bu kahramanlık çizgisinde yürüyerek bugüne kadar geldi. Bugün Denizlerin, Hüseyinlerin, Yusufların faşist düşman karşısında baş eğmeyen duruşları, idam sehpasında özgürlük, bağımsızlık için, halkların kardeşliği için ortaya koydukları yüksek inanç ve büyük haykırışları hepimize yol gösteriyor, gerçekleri bize öğretiyor.

Bu çizgi günümüzde Halkların Birleşik Devrim Hareketinde ortak bir örgütlülüğe ve eyleme dönüşüyor. Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin bilinciyle, iradesiyle, ruhuyla eğitilen devrimci gençlik, HBDH milisleri bugün Türkiye’nin dört bir yanında faşist-sömürgeci katillerden hesap soran devrimci eylemliliği her alanda geliştiriyorlar. Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in devrimci ruhu bu mücadelelerde yaşıyor. Büyük Devrimci Önderler bugün de özgürlük ve demokrasi mücadelemizin önünü aydınlatıyorlar. 48 yıldır bu devrimci önderler gençlerin, kadınların, işçi ve emekçilerin geliştirdiği özgürlük ve demokrasi mücadelesinde yaşadılar. Bugün de Birleşik Devrim Mücadelemizde yaşıyorlar. Dağların doruklarında düşmana kahredici darbeler vuran gerillanın alnındaki yıldız olarak yaşıyorlar. Metropol kentlerde faşist-soykırımcı ajan-ihbarcı yapıya darbe üstüne darbe vuran öz savunma güçlerinin, devrimci gençliğin milis örgütlenmelerinin eylem kararlılığında yaşıyorlar. İşçi ve emekçilerin, kadınların, gençlerin, Kürt halkının özgürlük ve demokrasi bilincinde, iradesinde, örgüt ve eylemliliğinde yaşıyorlar. 48 yıldır bize yol gösterdiler, önümüzü aydınlattılar, düşman gerçeğini ve ona karşı devrimci militan duruşun nasıl olması gerektiğini öğrettiler. Biz onlardan öğrenerek yol yürüdük, mücadele ettik, bugüne geldik, bugün de daha çok öğreniyoruz, bu öğreti temelinde daha güçlü savaşıyoruz.

49. yılda Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in anısını Birleşik Devrim Mücadelemizde her alanda geliştireceğimiz eylemlerle çok daha güçlü yaşatacağız. Mayıs şehitler ayını, AKP-MHP faşizmine darbe üzerine darbe vurulan bir ay haline kesinlikle getireceğiz.

Bu temelde şehadetlerinin 48. yıldönümünde Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ı, onların şahsında tüm Türkiye Devrim Şehitlerini saygı ve minnetle anıyor, tüm Türkiye gençliğini bu büyük Devrimci Gençlik Önderlerini daha doğru anlamaya, anılarına daha güçlü sahip çıkmaya ve onların açtığı yolda daha çok örgütlenip, özgürlük ve demokrasi mücadelesini geliştirmeye çağırıyorum.

13.04.2020

Önceki Yazı

Savaşarak Örgütlenecek, Örgütlenerek Yaşamın Değişiminde Özne Olacağız !

Sonraki Yazı

DKP/BÖG: 1 Mayıs’ta Özgürlük Sokakta, Kurtuluş Kavgada! 

HBDH

HBDH

Sonraki Yazı

DKP/BÖG: 1 Mayıs’ta Özgürlük Sokakta, Kurtuluş Kavgada! 

MLKP MK: Yaşam için yaşam grevi, 1 Mayıs'ın çığlığı olsun

SON EKLENENLER

HBDH Erhan Doğan Milisleri: “İstanbul/Gaziosmanpaşa’da, AKP Gençlik Kolları üyesi faşist Fahrettin Dündar, milislerimizin hedefi oldu”

10 Ağustos 2022

HBDH Sinan Dersim Milisleri: “5 Ağustos günü Amed-Silvan otoyolunda zırhlı araca saldırı gerçekleştirdik”

8 Ağustos 2022

HBDH Mahsum Korkmaz Milisleri: “Amed’de faşist iktidar destekçisi özel şirketin aracına eylem düzenledik!”

7 Ağustos 2022

HBDH Atakan Mahir Milisleri: “İzmir/Menemen’de Halk Düşmanı Faşizmin Bekçilerini Vurduk!”

6 Ağustos 2022

HBDH Ahmet Kesip Milisleri, 15 Ağustos Diriliş Hamlesi’ni selamlamak için, Amed’de uyuşturucu tacirlerine bombalı eylem düzenledi!

4 Ağustos 2022

Hîvron Razmuhi – Faşizme karşı direnişi büyütelim, devrimci savaşı yaygınlaştıralım

3 Ağustos 2022

HBDH Süleyman Cihan Milisleri: “Faşist İktidar Destekçisi Kipaş Kağıt Fabrikasına Eylem Düzenledik”

3 Ağustos 2022
Sonuç yok
Tüm sonuçları göster
  • Açıklamalar
  • Bileşenler
  • KBDH
  • Gençlik
  • Eylemler
  • Birleşik Devrim Dergisi
  • Şehitler
  • Forum
  • MATERYALLER

© 2016 - HBDH.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In