Biz, HBDH (Halkların Birleşik Devrim Hareketi) çatısı altında birleşmiş örgütler olarak 5. Genel Konsey toplantımızı Haziran sonunda yaptık. Toplantı sonuçlarını kamuoyuna bir açıklama ile duyurduk ve başta gençler ve kadınlar olmak üzere tüm emekçi halkımızı ve tüm ezilenleri AKP-MHP faşizmine karşı topyekûn direniş seferberliğine çağırdık.
5. Genel Konsey toplantımızın ana fikri, içinde bulunduğumuz siyasi ve askeri duruma ilişkin analizleri böyle bir çağrıda odaklandı. Çünkü böyle bir çağrı yapmamızın iki temel dayanağı, ya da nedeni vardı. Birincisi, Erdoğan-Bahçeli faşizminin ayakta kalabilmek için her türlü yöntemi ve aracı kullanarak hiçbir hukuk ve ahlak kuralı dinlemeden yürüttüğü topyekûn faşist-soykırımcı saldırıydı.
Faşizim tüm topluma, başta Kürtler, kadınlar ve gençler olmak üzere ezilen, sömürülen tüm kesimler ve halklara dönük, 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde, yine 1990’ların topyekûn faşist çete saldırı süreçlerinde görünenin kat kat üstesinde vahşi saldırı yürütüyordu. Her gün polis, asker, faşist çeteler sokaklarda, mahallelerde, evlerde, okullarda, iş yerlerinde, dağlarda, ovalarda, her yerde adeta sürek avı yürütür hale gelmişti. Toplum tam bir faşist baskı ve terör altına alınmış, ezerek ve korkutularak faşizme biat eder ve faşist saldırganlığa boyun eğer hale getirilmek isteniyordu. Öyle ki her gün onlarca insan ölüyor, kan dökülüyor, yüzlercesi yaralanıyor, tutuklanıyor, işinden atılıyor, tecavüz ediliyor, kadınlar katlediliyor, gençler özel savaşın fuhuş, uyuşturucu gibi en alçakça bitirici, tüketici saldırılarına maruz kalır durumdaydı. Kürdistan’ın dağında, şehrinde, sokağında faşist soykırımcı güçler her gün onlarca insanı katlediyor. Öyle ki Kürde dair ne varsa, en kutsal değerler de dair, her şeye saldırı oluyordu. İnsan onuru ve haysiyeti faşist terörle kırılmak ve kişiliksizleşmiş bir birey ve toplum gerçeği ortaya çıkartılmak isteniyordu. Kısaca faşist baskı ve terörde bir sınırsızlık durumu, topyekûn saldırı durumu vardı.
Bu durumu değerlendiren, analiz eden Halkların Birleşik Devrim Hareketi Genel Konsey toplantımız buna karşı topyekûn bir direnişi seferberlik düzeyinde yürütme kararı aldı. Bunu, içinde bulunduğumuz dönemde var olmanın, özgür yaşamanın, demokrasiye inanmanın, kendi kültürü ve ahlakıyla insanca yaşamanın gereği olarak gördü. Erdoğan-Bahçeli faşizminin terörle biat ettirme ve iktidar ömrünü uzatma çabasına karşı HBDH toplumun hiçbir şeyi kabul etmemesini, faşist saldırıya asla boyun eğmemesinin, itaat etmemesini, her yerde faşizme karşı ve onu darbeleyecek bir duruş, söz, davranış göstermesini gerekli gördü. Faşizme karşı ancak böyle durulur, böyle mücadele edilir biçiminde bir değerlendirmeye ulaştı.
Diğer yandan bütün bu vahşi, ölçüsüz, insanlık dışı saldırılarına rağmen AKP-MHP faşizmini en zayıf dönemini yaşar halde gördü. HBDH Genel Konsey toplantısına katılan devrimciler yaptıkları analizlerde her ne kadar tüm ipleri Tayyip Erdoğan ele geçirmiş olsa da, öyle elinde tutabileceği çok fazla bir ipin kalmamış olduğunu değerlendirdiler. Örneğin dış dünyadan ve bölgeden tecrit olmuş bir AKP iktidar gerçeği var. Ne klasik müttefikleri kendisine sahip çıkıyorlar ne de bu dünya ve bölge Tayyip Erdoğan’ı artık kabul ediyor. O çok bel bağladığı, güvendiği NATO, Avrupa Birliği, ABD yıkılması için her türlü politikayı geliştiriyor. İşte bölgede en çok bel bağladığı ve geçen yıllarını kurtardığı Suudi Arabistan yönetimi şimdi Katar krizi çerçevesinde en fazla Tayyip Erdoğan yönetimini hedeflemiş durumda. Suudi, Mısır başta olmak üzere mevcut haliyle Katar dışında kendisine dost olan hiçbir Arap devleti bulunmuyor. Neredeyse Ortadoğu’daki dayanağı tarihi rakibi İran olmuş durumda. O da Kürt karşıtlığı, Kürt düşmanlığı nedeniyle sadece Kürt Özgürlük Mücadelesini engellemek için birbiriyle ilişki kurabiliyor, bir araya gelebiliyorlar. Yani sadece Kürt soykırımını yürütmede müttefik olabiliyorlar, birbiriyle dayanışabiliyor. Onun dışında tüm ekonomik ve siyasi konularda değil dostluk, tarihten gelen ve günümüzde de iyice derinleşmiş bulunan bir karşıtlığı yaşıyorlar. Kürt düşmanlığı ve ulus devlet faşist statükosunu korumada, ki dayanışma durumları da genel karşıtlıkları ve rekabetleri nedeniyle her zaman için de çok ciddi bir güvensizliği ifade ediyor. Şunu insan rahat söyleyebilir; şimdiye kadar hiçbir Cumhuriyet Hükümeti bugün Tayyip Erdoğan yönetiminin dünyada ve bölgede içine düştüğü tecritlik durumunu yaşamamıştır. Böyle tecrit edilen, karşı çıkılan ve bu durumun açıkça yapıldığı bir tarihsel dönem hiç olmamıştır. Hatta Osmanlı yönetimlerinde bile bu duruma düşen Padişah az bulunur. Diğer yandan ortada devlet diye bir şey kalmamıştır. Çok güçlü dayanak olan bürokratik devlet yapısı kırk yıldır Kürdistan’da yürütülen savaşın sonucunda zaten çok ciddi bir biçimde darbelenmiş, parçalanmış, en azından Kürdistan’da tümden işlemez hale getirilmişti. Ortaya kaskatı bir faşist özel savaş rejimi çıkmıştı.
Tayyip-Fetullahçı çatışması temelinde darbeler ve karşı darbelerle geçen süreç içerisinde geriye kalan bürokratik sistem de dağılıp gitti. Ortaya devlet yerine gerçekten de Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’nin faşist çeteleri kaldı. Her türlü suçluyu, katili, şoven milliyetçi, ırkçıyı parayla besleyerek, bir araya getirerek örgütledikleri sadist, insanlık düşmanı, Kürt düşmanı, kadın düşmanı, emekçi düşmanı bir güruh ortaya çıkartıldı, daha fazla da çıkartılmaya çalışılıyor. Şimdi Tayyip Erdoğan’ın tuttuğu ip bunlardan oluşuyor. Dayandığı güç bunlardır. Bunları istediği kadar yönlendirse de böyle bir yapının çok fazla bir güç ifade etmeyeceği açıktır. Her gün kırk emir verebilir, en vahşi emirlerini bile bu güçlere uygulatabilir, ama böyle bir gücün aslında güç değil zayıflık olduğu, yağma ve talan eden bir çetecilik olduğu ortadadır. Bu anlamda 4.000 yıllık devlet geleneğinin olduğu, Osmanlı’dan gelen ve Cumhuriyet olarak kurumlaşmaya çalışan devlet yapısının bu biçimde parçalanıp yok olması tabi mevcut Tayyip Erdoğan iktidarını en zayıf duruma getirmiştir. Ordusu, bürokrasisi olmayan, işlemeyen, bir karar mekanizması olmayan, en önemlisi hukuku ve adaleti bulunmayan bir sistem ortaya çıkarmıştır.
Bu sistem çok vahşi ve saldırgan olabilir, fakat güçlü değildir. Çok zayıftır. Bir de önemli bir güç kaynağı olarak mevcut yönetimin kaybettiği bir devlet dayanağı var. Son olarak tüm toplumsal kesimlerin gittikçe artan muhalefeti, direnişi söz konusu. Bunun ölçüsünü 16 Nisan referandumu belirledi. Bütün baskı ve hileye rağmen ancak %51 oy alabildiğini ve referandumu kazanabildiğini ilan eder duruma düştü. Toplumun en azından yarısının Erdoğan-Bahçeli faşist yönetimine karşı olduğunu gizleyemedi. Özellikle de büyük kentler; İstanbul, Ankara, İzmir, Çukurova, Amed, Van gibi Türkiye toplumunun ve Kürt halkının nabzını tutan, siyasi eğilimini belirleyen, kararını oluşturan bütün büyük kentlerde Erdoğan-Bahçeli faşizmine “Hayır” dendi. Çok yüksek oy oranlarıyla barıştan ve demokrasiden yana, demokratik çözümden yana tutum kondu. Böylece açığa çıktı ki toplum bu yönetimden rahatsız. Böyle bir yönetim istemiyor. Bu yönetime karşı. Bundan kurtulmak istiyor. Bu tutum ve istek referandumda net bir biçimde ortaya konmuştur. Dahası günlük yaşam ve mücadele içerisinde de geniş toplumsal kesimlerin her gün artan anti-faşist direnişleri söz konusudur.
Kürt halkı, faşist terör, katliam, saldırı ne kadar zalim olursa olsun, ne kadar topyekûn olursa olsun özgür yaşam için direnmekte ve bunun gerektirdiği her türlü bedeli ödemekte sonuna kadar kararlı bir tutum gösteriyor. Önderliğiyle, Gerillasıyla, gençlik ve kadın hareketleriyle her gün yürüttükleri özgürlükçü ve demokratik direnişleri bunu net bir biçimde ortaya koyuyor. Vuruluyor, kırılıyor, evsiz barksız kalıyor ama asla Erdoğan-Bahçeli faşizmi karşısında boyun eğmiyor, diz çökmüyor, biat etmiyor. Mehmet Tunçlar, Asya Yüksellerin, Pakize Nayırların izinde yürüyor. Silopi, Cizre, Sur, Şırnak, Gever, Nusaybin direnişlerini örnek alıyor. Onurla yaşamayı, Cizre halk başkanı Mehmet Tunç’un ifade ettiği gibi her şeyin üzerinde tutuyor. Gerillanın yazla birlikte tüm kırsal alandaki anti-faşist eylemliliğinde gözle görülür bir artış yaşanıyor. Öyle ki gerilla faşizmden yaptıklarının tümünün hesabını soruyor.
Bununla birlikte Kürdistan’daki bu direniş gerçeği Türkiye’nin de dört bir yanına gittikçe daha fazla yayılıyor. Kadınlar tacize, tecavüze, katliama karşı daha çok tutum geliştiriyorlar, eylem yapıyorlar, direnişe geçiyorlar. Gençliğin belli kıpırdanışları var. Doğrusunu söylemek gerekirse özellikle Türkiye’deki üniversite gençliği bu konuda zayıftır. Çok daha fazla olabilir. Gidişat biraz öyle olacak gibi de görünüyor. En azından, 16 Nisan referandumunda pasif bir biçimde de olsa gençliğin faşizme hayır dediğini biliyoruz. Bu pasif tutumun giderek önümüzdeki süreçte anti-faşist direnişte aktif hale geleceği, hatta direnişin öncüsü konumuna ulaşacağı da rahatlıkla söylenebilir. Daha önemli olan sokaktaki insan direniyor, işinden atılan insan açlık grevi yapıyor, ölüm orucuna giriyor, propaganda yürütüyor. Tutuklanmak istenen insan kabul etmiyor, direniyor. Zindana konan zindanda direniyor. Köydeki toprağına sahip çıkıyor, doğasını kaybetmemek için direniyor. Mahalledeki özgür bir yaşam için direniyor. Toplumda faşist baskı ve teröre karşı demokrasi bilinci ve arayışı gittikçe daha çok gelişiyor ve yayılıyor. Bunun ne kadar büyük bir kuvvet olduğunu 16 Nisan referandumunda gördük.
Yine ölmüş halinden yeniden diriltilmeye çalışılan Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Adalet” isimli yürüyüşünde gördük. Kılıçdaroğlu’nun amaçları farklı olabilir. Bir özel savaş planı doğrultusunda hareket etmiş bulunabilir. Birileri “Yürü ya Kemal” demiş o da yürüyüşe geçmiş olabilir. Ki bunlar bir gerçeği ifade ediyor. Aslında faşizme o kadar destek verdikten sonra, artık tümden tükenince faşizmin alternatifi olarak devrimci demokrasi ortaya çıkınca faşist özel savaş merkezinin bu devrimci demokrasiyi geriletmek, bu cepheyi geriletmek, faşizme sahte bir alternatif ortaya çıkartmak için Kemal Kılıçdaroğlu’na “Yürü” dediği bir gerçektir. Fakat Kılıçdaroğlu gerçeği böyle olsa da yürüyüşe verilen destek, değişik toplumsal kesimlerin katkısı, öncülük edilirse aslında ne kadar büyük bir anti-faşist potansiyelin var olduğu net bir biçimde ortaya koymuş durumda. Bu söz konusu yürüyüşte de açık bir biçimde toplumun faşizme karşı olduğunu, her türlü direnişi yürütebileceğini, kesinlikle özgür ve demokratik yaşamdan yana tutum içinde bulunduğunu net olarak gördük. Böylece aslında başta Kürdistan’daki direnişi desteklemek üzere “Biz bu suça ortak olmayacağız” diyen aydınlardan bugüne faşizme karşı ülkeye, demokratik yaşama, demokratik topluma sahip çıkan ve onu var etmek isteyen yaygın ve etkin bir direniş konumuna ulaştık. Bunun giderek daha fazla yaygınlaşacağı, derinleşeceği, örgütlü ve sonuç alıcı bir eylem düzeyine ulaşacağı açık.
Bu anlamda da tüm toplumsal kesimlerden de giderek Erdoğan-Bahçeli faşizminden soyutlanma durumu var. Toplumun değişik kesimleri gittikçe daha fazla bu faşist diktatörlüğe karşı çıkıyorlar, reddediyorlar onu. Seni istemiyoruz diyorlar. Kardeşçe demokratik bir arada yaşamayı esas alıyorlar, doğru buluyorlar. Böylece toplumsal temelini, kitle desteğini daraltıyorlar faşizmi. İşte böyle bir durumda yaşanıyor, dünyadan ve bölgeden tecrit olmuş. Dış dayanaklarını kaybetmiş. Her zaman toplumun başında bir sopa gibi tutulan ve kullanılan devlet gücünü kaybetmiş, toplumsal destek çok değişik kesimleriyle toplumsal desteğini kaybetmiş. Giderek daralmış. Adeta yıkımın eşiğine gelmiş. Ayakta kalmak için çırpınan bir Erdoğan-Bahçeli gerçeği var ortada. İşte bu gerçeği bu biçimde açığa koyup değerlendirerek HBDH faşizmin yıkılabileceğini, içinde bulunduğumuz sürecin Erdoğan-Bahçeli faşizminin yıkma süreci olduğunu, faşizmin bütün vahşetine, katliamına, terör ve saldırısına rağmen aslında en zayıf dönemini yaşadığını, anti-faşist örgütlü direnişin kısmen geliştirilmesi durumunda bu faşist diktatörlüğünün yıkılabileceğini değerlendirmiştir. Aslında bundan da öte yıkılmış, çökmüş, canlılığını kaybetmiş bir cesedin var olduğunu değerlendirmiştir, ki etrafı kokutmaması için, doğaya ve insanlığa zarar vermemesi için bu cesedin çürümeden gömülmesi gerektiği değerlendirmiştir. Böylece faşizmi gömme eylemini gerekli görmüştür.
İşte topyekûn anti-faşist direniş çağrısı, bunun için seferberlik çağrısı bir de buraya dayanmaktadır. Yani bir yandan faşist terör ayakta kalabilmek için en vahşi katliamları yapıyor. Buna dur demek lazım. Bu katliamların önünü almak gerekli. Bunun için de kesinlikle susmamak, durmamak, her gün artan oranda direnmek, bunun için bilinçlenmek, örgütlenmek lazım. İkincisi, böyle bir direniş örgütlü ve etkili bir biçimde yürütülürse çok kısa sürede zafere ulaşabilir. Çünkü faşizm can çekişiyor. Yıkım sürecinde. Bütün güç kaynaklarını ve dayanaklarını kaybetmiş durumda. Uyguladığı ölçüsüz terör ve katliam da aslında bu zayıflığın sonucu oluyor. Böyle bir durumda faşizme karşı direnişin büyük bir demokrasi zaferine dönüşmesi imkan dahilindedir. Demokratik devrimi gerçekleştirmenin, faşizmi yıkmanın, halkları kardeşçe ve özgürce bir arada yaşayacağı bir demokratik sistemi ortaya çıkartmanın koşulları her zamankinden daha fazla oluşmuştur. İşte böyle bir noktada “Faşizmi Yıkacağız, Halklarımız Kazanacak!” şiarıyla, “Faşizmi Tarihe Gömme” şiarıyla tüm halkları, ezilenleri, anti-faşist topyekûn direnişe çağırmayı, böyle bir direnişi faşizmi yıkma ve demokratik devrimi zafere taşıma anlayışı ve hedefi doğrultusunda yürütmeyi gerekli görmüştür. HBDH 5. Genel Konsey toplantısı ardından yapılan açıklamanın, çağrının bu temelde ortaya çıktığı, kapsamlı bir toplumsal, siyasal ve askeri analize dayandığı, geçmişle bu günün iç içe güçlü bir biçimde değerlendirilmesinden çıktığı tartışma götürmez bir gerçektir. Yani öyle günlük heyecanın ortaya çıkardığı bir sonuç değildir, tersine çok yönlü, tarihsel, güncel çerçevede kapsamlı bir analizin ortaya çıkardığı düşünsel gerçekliklerdir.
Böyle bir analiz temelinde HBDH Genel Konseyi faşizmin yıkılabileceğini, yıkılma aşamasında olduğunu ve faşizmi yıkıp, demokratik devrimi zafere götürme mücadelesini böyle bir dönemde etkili bir biçimde geliştirilmesi gerektiğini tespit ederek söz konusu çağrıyı yapmıştır. Böyle bir tespit temelinde faşizme karşı yürütülecek demokrasi mücadelesine bütün alanlara dair kararlaşmasını, planlamasını ortaya çıkarmış, kendi örgütlü güçlerini böyle bir mücadeleye daha etkin ve öncü düzeyde nasıl seferber edeceği konusunda önemli sonuçlara ulaşmış bir hareket olarak tüm toplumsal kesimleri de susmadan, boyun eğmeden, mücadeleyi geleceğe ertelemeden, günün görevi olarak ele alıp içinde bulunduğumuz süreçte yürüttüğü faşizmi yıkma ve demokratik devrimi zafere taşıma mücadelesine tüm kesimlerin katılması için söz konusu çağrıyı yapmıştır. Bu çağrı bütün toplumsal kesimleri hedefliyor.
Başta kadınlar, gençler ve emekçiler olmak üzere tüm ezilenlere hitap ediyor. Bu çağrı faşizmi yıkmayı ve kardeşçe bir arada yaşanacak bir demokratik sistemi kurmayı hedefliyor. Bu çağrı güçlü bir analize ve somut durumların kapsamlı bir değerlendirmesine ve doğru düşüncelerin ortaya çıkartılmasına dayanıyor. Dolayısıyla anlamlıdır, gerçeği yansıtıyor, gerçekleşebilir, bu nedenle de ilgili herkesin bu çağrıya cevap vermesi varoluşu, başkalarıyla birlikte demokratik bir sistem içerisinde özgürce yaşayacağı bir ortama kavuşması açısından gereklidir. Biz bu çağrıyı bir kere daha yineliyoruz, önemsiyoruz, herkesi, tüm ezilenleri yarış içerisinde Erdoğan-Bahçeli faşizmini yıkmak, tarihe gömmek, Türkiye’yi tüm farklılıklarıyla birlikte demokratik sistem içerisinde özgürce yaşanan bir toprak parçası haline getirmek için daha fazla mücadele etmeye davet ediyoruz.
Diğer önemli bir husus söz konusu mücadelenin nasıl yürütüleceği, nerede yürütüleceği, kimler tarafından nasıl ele alıp yürütüleceği konusu oluyor. Bilindiği gibi çok yaygın ve derinlikli bir pratik geliştirememiş olsa da kuruluşundan bu yana HBDH bu konulara hep dikkat çekmiş, bu temelde toplumu aydınlatmaya, bilinçlendirmeye çalışmış ve faşizme karşı demokrasi cephesini daha çok güçlendirerek, örgütleyerek, etkili kılarak tarihi görevini yerine getiren bir toplumsal gerçekliği ortaya çıkartmaya çalışmıştır. HBDH’nin 2016 Martında kendini ilan edişi bu temelde olmuştur. 12 Mart 1971 askeri darbesinin başlattığı faşistleştirme sürecine karşı Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin ortaya koyduğu tutumu, demokratik Türkiye amacını ve hedefini sahiplenen gerçekleştirmek üzere bir irade gücü olduğunu tüm topluma ilan etmiştir. Türkiye ve Kürdistan’ın belli başlı devrimci-demokratik parti ve örgütleri bir araya gelmiş, 12 Mart faşist darbesinin 45. Yıldönümünde “Faşizmi Yıkacağız Ve Halklarımız Kazanacak” şiarıyla yeni bir toplum, yeni bir ülke, demokratik bir düzen yaratmak üzere büyük bir mücadele yürüyüşünü ilan etmiştir. Bu gerçekten de önemli bir çıkıştı. 45. Yıldönümünde faşist güçlere, oligarklara, işbirlikçi, tekelci yapılara karşı verilmiş en etkili, en doğru, en yerinde bir cevaptı. Dolayısıyla büyük bir umut yarattı söz konusu devrimci-demokratik çıkış. İlgi yarattı. Bir çok kesimde beklenti ortaya çıkarttı.
HBDH Geçen süreçte bu çıkışı örgüte ve eyleme dönüştürmek için önemli bir çaba içerisinde oldu. Toplantılarla, değerlendirmelerle bu sürecin gelişmelerini analiz ettiği gibi görevlerini de ortaya koyup ilgili toplumsal kesimlere hep mücadele çağrısı yaptı. Eksiklikler ve hatalar konusunda özeleştirel bir yaklaşım gösterdi. Erdoğan-Bahçeli faşizmine karşı başta Kuzey Kürdistan olmak üzere Türkiye’de, bölgede, dünyada alternatif olan, mücadele eden faşizmi yıkacak ve Türkiye’yi demokrasiye kavuşturacak tek güç olduğunu faşizmin alternatifi olduğunu, demokratik Türkiye’nin yaratıcısı olduğunu ortaya koymuştur. Her ne kadar bu konuda zaferi gerçekleştirmiş bir eylemi ortaya çıkmasa da, geçen bir buçuk yıllık süre içerisinde Erdoğan-Bahçeli faşizmine karşı tüm cephelerde en etkin ve aktif mücadeleyi yürüten güç HBDH olmuştur. Gerillasıyla, gençliğiyle, kadınıyla, tüm ezilenleriyle, demokratik siyasetiyle gerçekten de HBDH’nin açtığı yolda, yine HBDH’nin çağrısı temelinde faşizme karşı görkemli bir direniş gösterilmiştir. Öyle ki artık toplumun tüm kesimleri faşizmin yıkılacağına, Türkiye’nin demokratikleşeceğine inanıyor. Bölgenin ve dünyanın belli başlı tüm güçleri AKP-MHP faşizminden umut kesiyor. Artık Türkiye’nin böyle bir faşist iktidarla herhangi bir geleceğinin olamayacağını, yeni Türkiye’nin faşizmin yıkılması ve bütün farklılıkları katılımcı demokrasi içinde birleştiren yeni bir sistemde olacağını görüyor ve kabul ediyor. Bu anlamda anti-faşist demokrasi cephesi çok daha faza güçleniyor. Her tarafta adım adım gelişiyor. Her şeyden önce bunun gerekliliği büyük bir bilinç haline gelmiş oluyor.
Bu doğrultuda herkes kendi çapında belli bir direniş de yürütüyor. Bu direnişi daha örgütlü kılmak, etkili hale getirmek için yürüttükleri önemli bir çaba da var. Hem bilinç ve örgütlülük büyüyor, hem de bunlar büyüdükçe anti-faşist direniş gelişiyor ve yayılıyor. Bu gözle görülen bir gerçek. Şunu net söyleyebiliriz; Erdoğan-Bahçeli faşizmine karşı doğru tutum almış, her zaman direnmiş, her cephede direnmiş, faşizmi sürekli darbeleyerek yıkımın eşiğine getirmiş olan güç kesinlikle HBDH’dir. Bu Hareket içerisinde yer alan Parti ve Örgütlerin mücadelesidir. Bu temelde gelişen silahlı direniş, serhildan, demokratik kitle eylemliliği, itaatsizlikler, faşizme her cephede vurulan darbeler, anti-faşist propaganda ve açıklamalar oluyor. Zindandan dağa, sokaktan okula ve iş yerine kadar değişik toplumsal kesimler bu çerçevede gittikçe artan bir direniş içerisine girilmiş bulunuyor. Öncelikle bu gerçeği görmek lazım.
Bu anlamda faşizmin alternatifi HBDH’nin temsil ettiği devrimci demokrasi oluyor. Bu temelde gelişen direniş oluyor. Türkiye’deki siyasi hareketliliği yönlendiren, demokratik Türkiye’nin temsilcisi olan, Türkiye’deki siyasi mücadelenin birinci aktörü olan temel güç bu. Bu durumu geriletmek için bir özel savaş oyunu olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nu üfleyerek yine meydanlara atanlar oldu. Rol çaldırtmaya çalışanlar oldu. Bunun ne anlama geldiğini biz iyi biliyoruz. Faşizme karşı direnenler, mücadele edenler de iyi anlıyor ve görüyorlar. Kemal Kılıçdaroğlu’nun nasıl faşizmin koltuk değneği olduğunu iyi biliyorlar. Milletvekili dokunulmazlıklarını kaldırarak, Yedi Kule Ruhu toplantısına katılarak, 20 Temmuz OHAL darbesine “Evet” diyerek Tayyip Erdoğan faşizmine sıkıştığı ve zorlandığı her anda destek veren Kemal Kılıçdaroğlu yönetimi olmuştur. Bunu herkes biliyor. Hatta yaptığının demokratik tutum olmadığını yanlış olduğunu söyleye söyleye yapmıştır bunu. Bu da yine herkesin bildiği ve anladığı bir gerçeklik oluyor.
Bu bakımdan faşizmin en güçlü destekçilerinden biri olduğunu unutmamak lazım. Yaptıklarını toplum unutmuyor, biliyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun unutulması da mümkün değil. Aslında öyle bir tutumun kendisini bitirdiği, yeniden doğuş yapıyor sözlerinden anlaşılıyor. Ama gerçekten doğuş yapıyor mu Kılıçdaroğlu buraya bakmak lazım. Doğuş yapabilir mi? Yapamaz demeyelim. Ama böyle özel savaşın çizgisinde hareket ederek, faşizmin ayıplarını kapatan tutumlar göstererek olmaz. Yeniden doğuş için doğru düşünce ve etkili eylem gerekli. Doğru düşünce de Türkiye’nin sorunlarını doğru tespit etmeyi gerektirir. Örneğin Kürt sorunu, örneğin kadın sorunu, örneğin Alevi sorununu, örneğin emekçilerin hak ve adalet sorunlarını, örneğin savaş sorununu, AKP’nin ülkeyi dört bir yana saldırtarak ortaya çıkardığı savaş durumunu doğru değerlendirmekle olur. Ardından bu değerlendirmenin gerektirdiği demokrasi cephesine girmekle olur. Başkalarıyla birlikte bir anti-faşist demokrasi cephesinde birleşip örgütü, eylemi bu temelde geliştirmekle oluyor.
Bunun başında tabi HDP’ye yaklaşım geliyor, HDK’ye yaklaşım geliyor, Kürt Direnişine, PKK’ye doğru yaklaşım göstermesi gerekiyor. DAİŞ’le PKK’yi aynı tutarak, HDP’lileri hapse koydurtarak, faşizm sıkıştığında dışarıya asker göndermeye, Kürdistan’a askeri saldırı yaptırtmaya, milletvekili dokunulmazlığı kaldırtmaya, OHAL faşizmine “Evet” diyerek bu olmaz. Bu tutumlar ancak faşizm yardakçılığı olur. Faşizm kuyrukçuluğu olur. Faşizm destekçiliği olur. Nitekim Kemal Kılıçdaroğlu böyle bir tutum gösterdi. Her şeyden önce ciddi bir özeleştiri yapması, geçmişteki yanlışlarını ortaya koyması, yanlış yaptığını ve bu yanlışlarını görerek düzeltmek istediğini tüm topluma özür dileyerek ifade etmesi gerekiyor. Ardından doğru anlayışları ortaya koyması lazım. Kürt sorununa ne diyor? Cizre’nin, Sur’un yakılıp yıkılmasına ne diyor? Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 19 yıldır İmralı’da bu biçimde tutulmasına ne diyor? Her gün sokakta katledilen kadın için ne diyor? Aç, ölüm eşiğine gelmiş insanlar için, emekçiler için ne diyor? Adaleti herkes için uygulanır görüyor mu? Zindanlara doldurulmuş tüm insanların özgürleştirilmesini istiyor mu? Bunların ortaya konması lazım. Bu konuda turnusol kağıdı Kürt sorunudur. Kürt varlığının ve özgürlüğünün kabul edilip edilmemesinin sorunudur. Bu olmadıkça Kemal Kılıçdaroğlu Türkiye’nin hiçbir sorununu çözemez. Dahası özünde Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’den ayrı herhangi bir fikir ileri süremez. Nitekim mevcut durumda zaten herhangi bir ayrılığı yoktur. Sadece farklı iktidar blokları olmaktan, çıkar blokları olmaktan öte bir farklılıkları yok. O açıdan tabi gerçekten yeniden doğuş yapabilmesi için böyle bir tutum içine girmesi gerekiyor. Özeleştiri gerekiyor. Doğru düşünceleri başta Kürt sorunu üzerine olmak üzere ortaya koyması lazım, başta HDP olmak üzere tüm demokratik güçlerle birlikte Erdoğan-Bahçeli faşizmine karşı ortak bir demokrasi cephesini dahil olması, böyle bir cephenin geliştirilmesine katılması lazım. Bunun dışında bir yeniden doğuş filan olamaz. Bunun dışındaki tutumların hepsi aslında demokrasi cephesini bölmeye, faşizme destek vermeye, hizmet edeceğini çok iyi görüyoruz biz. Herkes de görmeli. Kemal Kılıçdaroğlu da bilmeli ki kimseyi kandıramaz, aldatamaz. Herkesin gözü açık, uyanık ve gerçekleri görüyor.
Bu bakımdan şunu bilmek gerekli; zafer yaratamadıysa da geçen bir buçuk yıl içerisinde Bahçeli-Erdoğan faşizmine karşı doğru tutum içinde olan, her dönemde faşizmi darbeleyen ve yıkımın eşiğine getiren mücadeleyi HBDH yürütmüştür. Halkların Birleşik Devrim Hareketi içerisinde yer alan parti ve örgütlerin mücadelesi anti-faşist cepheyi oluşturuyor. Demokrasi cephesini ifade ediyor. Erdoğan-Bahçeli faşizminin demokratik alternatifi oluyor. Bugün 5. Konsey toplantısıyla bu gerçekliği bir kere daha tespit etmiş ve bu temelde tüm kesimleri HBDH’nin ortaya koyduğu ilkeler temelinde birleşmeye, örgütlenmeye ve faşizmi yıkma, demokratik devrimi zafere taşıma mücadelesini daha aktif, daha etkin katılmaya çağırmıştır. Bununla da sınırlı kalmamış nasıl mücadele edecekleri konusunda da bilinçlendirmeye, yol göstermeye çalışmıştır.
Geçen süreçte Özgür Kadın Hareketi kendi arasında birleşerek Kadınların Birleşik Devrim Hareketini ortaya çıkartmış. Birleşik Devrimin ve anti-faşist demokrasi cephesinin kadın kolunu oluşturmuştur. HBDH’nin 5. Genel Konsey toplantısı benzer bir biçimde tüm halklardan gençliğin de Birleşik Devrim Hareketini yaratarak anti-faşist demokratik devrim direnişinin her cephede ve her bakımdan öncüsü haline gelmesi için önemli bir değerlendirme ve kararlaştırma ortaya çıkartmıştır. Gençliğe bu temelde çağrılar yapmıştır. Gençlik örgütlerine bu çağrılarını iletmiştir. Gençliği Birleşik Devrim Hareketi çizgisinde bilinçlenip örgütlenerek, var olan örgütlü güçlerini bir araya getirerek Birleşik Devrim Mücadelesinin öncüsü olmaya çağırmıştır. Bu da gençlik hareketinde önemli bir yankı bulmuş, hareketlenme ortaya çıkartmış. Gençlik örgütleri bu temelde Birleşik Devrim Mücadelesini nasıl geliştirecekleri yönünde ciddi bir arayışa girmişlerdir. Önümüzdeki yakın süreçte bunlar örgüte dönüşecek, ete-kemiğe bürünecek gerçekten de Birleşik Devrim Mücadelesinin her şeyden önce bir devrimci gençlik mücadelesi olduğu açığa çıkacaktır. Bütün gençler bunu kesinlikle göstereceklerdir. Dağa çıkıp gerillaya katılarak. Kentte birleşik direniş güçlerini oluşturarak, öz savunmayı geliştirip bütün faşist çetelere karşı çok değişik yöntemlerle etkili bir direniş geliştirerek, serhildanı ortaya çıkartarak, demokratik siyasi mücadeleye öncülük ederek anti-faşist devrimci demokrasi mücadelesini öncü ve temel gücü olduğunu gençlik net bir biçimde ortaya koyacaktır. Biz buna inanıyoruz.
Başta yüksek öğrenim gençliği olmak üzere tüm Türkiye gençliğini böyle aktif bir mücadeleye çağırıyoruz. Gençlik örgütlerini de kendilerini daha çok büyütmeye, güçlerini birleştirmeye, anti faşist direnişteki öncü rollerine ve görevlerine sahip çıkmaya, bu görevlerin gereğini başarıyla yürütmeye davet ediyoruz. Özellikle de şuna dikkat çekiyoruz; eğer kendileri mücadelelerini büyütmezlerse, yürüttükleri mücadeleye sahip çıkamazlarsa söz konusu mücadelelerini zafere taşımazlarsa işte sahte öncülükler ortaya çıkabilir. Kemal Kılıçdaroğlu örneğinde görüldüğü gibi. Şehit kanıyla sulanan bu büyük anti-faşist direnişin ortaya çıkardığı sonuçları paylaşmaya, çalmaya, hırsızlamaya çalışan bir sürü kesim, güç, sahte önderlik ortaya çıkabilir. Hırsızlar türeyebilir. Bunlara fırsat vermemek lazım. Bunun için de boşluk bırakmamak gerekiyor. Görev ve sorumluluklara daha fazla sahip çıkmak lazım. Anti-faşist direnişi hem daha çok örgütlemek ve büyütmek hem de bunu birleşik devrimin zaferi çizgisinde yürütmek, dolayısıyla kalıcı kılmak gerekiyor.
Bu temelde önemli bir sürece girmiş bulunuyoruz. Faşist reis Tayyip Erdoğan da kritik bir sürece girildiğini ifade etti. Onun girdiği kritik süreç yıkılacağı süreçtir. Bizim de girdiğimiz önemli süreç anti-faşist devrimci demokratik mücadeleyi daha çok örgütleyip yayarak devrimi zafere taşımamız sürecidir. Biz de 5. Genel Konsey toplantımızda bunları tartıştık, kararlaştırdık. Sürecin böyle bir süreç olduğunu, üzerimize böyle tarihi bir görev ve sorumluluğun yüklendiğini, HBDH olarak bu görev ve sorumluluğu üstlenip gereklerini pratikte mutlaka yerine getirmemiz gerektiğini tespit ettik. Kararlarımızı bu temelde aldık, planlarımızı buna göre oluşturduk, çağrılarımızı bu esas üzerinde yaptık, eylem çizgimizi buna göre belirledik. Bu temelde de çok önemli ve yeni bir mücadele sürecine girdik. Her gün bu mücadele dört bir yanda gelişiyor. Her türlü yöntemle gelişiyor.
Faşizme anladığı dille daha fazla cevap verme ve yaptıklarının hesaplarını ondan bir bir sorma mücadelemiz büyüyor. Bu mücadeleyi her gün daha fazla da büyütmekte, geliştirmekte ve zafere taşımakta kesinlikle kararlı bulunuyoruz. Bunun için de tüm ezilenleri bu gerçekleri görmeye ve bu temelde tavır almaya, tutum belirlemeye, faşizme karşı demokrasi cephesine birleşerek mücadele etmeye davet ediyoruz. Birinci şart kesinlikle bu. Bir defa gerçekleri görmek gerekiyor. Durmamak lazım, susmamak lazım. Cesaretle mücadeleye atılmak gerekli. Faşizme karşı direnişin genel kuralıdır: “Susma, sustukça sıra sana gelecek.” İşte sıranın tek tek her birimize gelmesini beklemeden el birliği ederek hepimiz her bir yerden büyük bir sorumluluk duygusuyla, demokrasi bilinciyle mücadeleye girersek işte o zaman faşizm daha fazla tahribat yaratmadan, katliam yapmadan, zarar vermeden yıkılır. Toplumsal dokumuz faşizmin yıkımından kurtulur, kendisini demokratik sistem içerisinde, politik ahlaki toplum ilkeleri temelinde yeniden inşa eder, örgütler ve kurtulur. Bu bakımdan bir kere gerçekleri görmek, susmamak, sorumlu davranmak ve mücadele etmek şart.
İkincisi, mücadelenin yol ve yöntemlerinde zenginlik gereklidir. Biz son konsey toplantımızda bunlar üzerinde de durduk. Kuşkusuz herkes kendi gücüne göre, kendi konumuna göre mücadele eder. Faşizme karşı direnişin tümü kutsaldır, değerlidir. Büyüğü-küçüğü yoktur, iyisi-kötüsü yoktur, azı-çoğu yoktur. Hepsi değerlidir, anlamlıdır, hepsinin birleşmesinde anti faşist direniş ve demokratik devrim hareketi doğar. Bu bakımdan bir kere herkes konumu neyse, elinden ne geliyorsa, gücü neye yetiyorsa o temelde mücadele edebilir. Kimse kimseden mücadelesini dıştalamamalı, tam tersine herkes faşizme karşı küçük-büyük demeden yürütülen her mücadeleyi kendi mücadelesi olarak görüp sahip çıkmalıdır. Bu bakımdan da faşizme karşı direnişin tek yöntemi yoktur. Şöyle direnilir, böyle yapılır, herkes aynısını yapmalı denemez. Tam bir zenginlik gerekiyor. Binlerce eylem biçimini toplumsal zenginlik içerisinde, toplumsal renklere uygun bir biçimde anti-faşist direniş içerisinde ortaya çıkması, gelişmesi gerekiyor. Hepsinin de saygın ve değerli olduğu bilinmesi lazım. Yani silahla savaşabilen silahla direnmeli, molotofla savaşabilen molotofla savaşmalı, yürüyüş yapabilen yürüyüş yapmalı, açıklama yapabilen açıklama yapmalı, açlık grevi yapabilen açlık grevi yapmalı, protesto edebilen protesto etmeli, propaganda yapabilen propaganda yapmalı. Hiçbir şey yapamayan da Erdoğan-Bahçeli faşizminin yıkılması için günde beş vakit dua etmeli. Bu da değerlidir ve anlamlıdır. Yeter ki anti-faşist cephede olalım, yeter ki anti-faşist direniş ruhuyla dolu olalım. Yeter ki faşizmin yıkılıp, halklarımızın kazandığı büyük mücadelede pay sahibi olmaya çalışalım. Bu temelde bir defa diğer önemli bir husus da herkesin olduğu yerde “Benim gücüm az, imkanım yok, yapacağımın çok fazla anlamı yok, değeri yok” demeden faşizme karşı direnişi güçlü, etkili bir biçimde yürütmesidir.
Üçüncü olarak da özellikle gençliği, kadınları, emekçileri daha etkili, daha örgütlü, daha güçlü bir mücadeleye çağırmamız lazım. Kadın gücü toplum yaşamında ve anti-faşist demokrasi mücadelesinde en büyük güçlerden birisidir. Unutulmamalı ki anti-faşist demokratik devrim mücadelesi kadın özgürlük devriminin bir mücadelesidir. Onun birinci aşamasıdır. Bir dönemidir. Böyle bir devrimin güçlü bir biçimde başlatılması ve yürütülmesidir. Kesinlikle böyle görmek, böyle ele almak lazım. Bu bakımdan da erkek terörü diye ortaya çıkan faşist teröre, onun taciz, tecavüz ve katliamlarına karşı sadece protestoyla yetinen ya da şikayet eden bir duruş değil, çok yönlü bir biçimde örgütlenerek her türlü mücadeleye aktif katılan bir pozisyonda olmak lazım. Kadının her türlü mücadeleyi yürütebileceği Kürdistan deneyiminden açığa çıkmıştır. Gerilla olup dağa çıkabilir. Şehirde örgütlenip şehir gerillacılığı yapabilir. Serhildancılık yapabilir. Propaganda mücadelesini yapabilir. Siyasi mücadelede de en aktif şekilde yer alabilir ve buna öncülük edebilir. Geçen yakın mücadele süre içerisinde özellikle Kürt kadını bütün bu mücadelelerin yürütücüsü olabileceğini kanıtlamıştır. Dolayısıyla tüm Türkiye kadınları böyle çok yönlü mücadele içerisine girebilirler ve girmeliler de. Kesinlikle kendi özgürlük devrimleri olarak görüp, anti-faşist direnişe sahip çıkarak onun öncüsü konumunda olmalılar. Kadınların Birleşik Devrim Hareketi anti-faşist devrimle başlayarak toplumu mutlak özgürlüğe ulaştıracak, kadın özgürlük devrimini zafere taşıyan büyük bir özgürlük yürüyüşü sürecini başlatabilmelidir. Bu nokta çok önemli.
Diğer yandan tüm işçi ve emekçi kesimler çok daha aktif olabilirler. Sendikalar, dernekler, işçi birlikleri, demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinde anti-faşist direnişte çok daha etkin tutum belirleyebilirler. Bu konuda mevcut duruş biraz zayıf. Tutum iyi de eylemsel duruş zayıf. Daha etkili olabilirler. DİSK, KESK, benzeri diğer sendikalar daha etkin tutum koyabilirler. Emekçileri daha fazla sokağa dökebilirler. Erdoğan-Bahçeli faşizminin koyduğu kurallara daha çok itaat etmeyebilirler. İşten atmalara karşı ortak tutum koyabilirler. Kaldı ki böyle yapsalardı faşizm bu kadar fütursuz davranamazdı. Bu kadar insanı sokağa atamazdı. Şimdi sokağa atılanlar da atılmayanlar da el birliği etseler bir günde Erdoğan-Bahçeli faşizmini boğarlar. Tarihe gömerler. Yeter ki bu tutumu gösterebilsinler. Böyle bir birlik içerisinde olabilsinler. Buna kesinlikle ihtiyaç var. Böyle bir etkinliği işçi örgütleri, işçi kitleleri, emekçi kesimler, memurlar, sendikalar kesinlikle gösterebilmeliler.
Demokratik siyaset alanının da mücadele gücü önemli. HDP, HDK, diğer örgütler önemli bir tutum gösteriyorlar. Biz buradan ÖDP ve Birleşik Haziran Hareketini daha gerçekçi olmaya davet ediyoruz. CHP’yle yaptıkları ittifakın yarısı kadar eylem ittifakını HDP ve HDK’yle yapmıyorlar. Nerde kaldı devrimcilik ve demokratlık? Yani CHP daha devrimci, daha demokrat, daha doğru da HDP, HDK onun gerisinde mi? İnsaflı olmak lazım. Bu kadar tek yanlı olmamak gerekli. Madem biz demokratız, her türlü demokrasi mücadelesi içerisinde yer alırız deniliyor, peki buna göre davranış var mı? Demokrasiden kast edilen sadece CHP arkasında yürüme oluyor. Halbuki HDP ve HDK ile daha güçlü birlik yapabilirlerdi. Bu kadar milletvekilleri tutuklandı, baskı gördüler, bu kadar belediye yakıldı, yıkıldı, kayyum atandı, etkili tepki gösterebilirlerdi. Hani neredeler? Kürdistan’da bu kadar yakma, yıkma, katliam oldu, belediyeler yok oldu. Birisinin kapısında bir açıklama yaptılar mı? Kürdistan’daki teröre karşı bu yapılmasın diye bir söz söylediler mi? Böyle olmaz. Bu bakımdan daha doğru düşünmeye davet ediyoruz bu güçleri. Biz demiyoruz CHP’den kopsunlar, CHP’ye karşı çıksınlar. Tamam, görüşleri böyle, CHP ile de birlikte yürüyeceğiz diyorlarsa eğer en azından CHP ile yaptıkları birlik kadar başka demokratik güçlerle de yapsınlar. HDP’yle de, HDK’yle de, diğer demokratik örgütlerle de yapsınlar. El birliği ederek daha güçlü, daha etkili bir devrimci-demokratik mücadeleyi ortaya çıkartsınlar. İsteğimiz bu, çağrımız bunadır. Ve bu gerçekten yapılabilir, kesinlikle yapılmaz değildir.
Eğer böyle olursa işte o zaman HDP de yürüttüğü demokrasi mücadelesinde daha çok güç alır, daha fazla direnir. Bugün eşbaşkanları tutuklu, milletvekilleri tutuklu, bunlara her gün destek vermesi gerekmiyor mu bir demokratik gücün? Elbette destek olmalı. O halde kendini demokrat sayan tüm kesimler aslında güç birliği, eylem birliği etmeliler. Mümkünse demokrasi cephesini örmeliler. Böyle bir cephede birleşmeliler. Anti-faşist cepheyi yaratmalılar. Bazıları da bunda çok daha öncülük edebilir. Etmeliler de. Gerçekten HDP, HDK, DBP önemli bir sınav verdiler. Faşist saldırılar karşısında boyun eğmediler. Dışarda direndiler, zindanda direniyorlar. Önümüzdeki süreçte çok daha görkemli de direnebilirler. Faşizmin alternatifi olan demokrasiyi kesinlikle bu güçler temsil ediyor. Ve gelecek demokratik siyasetindir. Faşizm yıkıldığında Türkiye’yi yönetecek olan demokratik siyasettir. Demokratik siyasi mücadeleyi yürüten güçler kesinlikle bunu bilmeli. Bu temelde ödedikleri bedelin, yürüttükleri mücadelenin boşa gitmediğini, büyük bir gelecek yaratma mücadelesi olduğunu bilmeliler. Bu temelde de daha kararlı olmalılar, daha örgütlü olmalılar, daha aktif olmalılar. Örneğin AKP mitingler yapıyor, CHP yapıyor. HDP de yapabilir. Yapabildiği yerlerde büyük mitingler yapabilir, moraller verebilir. Sadece dar açıklamalarla kalmayabilir. Bunu engellemeye kalkanlar olursa da elbette onlara karşı da daha aktif tutum göstermek gerekiyor. Bu açıdan da mücadele yöntemlerini çok daha yetkin kılabilirler.
Tüm bu mücadeleler içerisinde en önemlisi gençliğin yürüteceği mücadele. Çünkü faşizm terör uyguluyor, tecavüz ediyor, katlediyor, zulmediyor, topyekûn faşist terörle bunu yapıyor. Faşist teröre karşı da devrimci direniş gerekir. Faşizme anladığı dille cevap vermek lazım. Böyle bir cevabı verecek olan da kuşkusuz gençliktir. Çünkü gençlik bu bilince sahip, gençlik bu dinamizme sahip, gençlik böyle bir eylem gücünü temsil ediyor. O halde başta üniversiteler olmak üzere tüm liselerde okuyan öğrenci gençlik, işli gençlik, işsiz gençlik, mahallelerde, köylerde, sokaklarda faşizm tarafından çürütülmeye, eritilmeye çalışılan gençlik, kendilerine dönük uygulanan bu yok edici faşist politikaları iyi görmeli, doğru bilinçlenmeli, geleceğine sahip çıkmalı, bunun için de faşizme karşı bilinçlenip örgütlenerek direnişe geçmelidir. Bu anlamda gençlerin birleşik devrim hareketi büyük önem taşıyor. Böyle bir hareket temelinde gelişecek gençliğin birleşik devrim güçleri gerçekten de sonuç alıcı bir eylemi ortaya çıkarabilir.
Birleşik Devrimi zafere götürmenin gereği olarak anti-faşist birleşik direniş güçlerini her yerde örgütlemek gerekiyor. Her genç kendisini bundan sorumlu görmeli. İki genç bir araya geldi mi bir tim olarak faşist çetelere, polis terörüne, faşist teröre karşı direnmek, sokağı korumak, halkı korumak, zayıfı korumak, onuru korumaktan sorumlu olduğunu bilmeli. Dört-beş genç bir araya geldi mi olduğu yerin öz savunma gücü olarak kendisini görmeli. Eğitmeli kendisini bir çok mücadele biçimleriyle. İyi, sıkı örgütlenmeli. Donatmalı sopayla, bıçakla, molotofla, ne bulabiliyorsa, neyi kullanabiliyorsa. Onlarla donatmalı, böylece vuruş gücünü artırmalı. Ama şunu iyi bilmeli ki en büyük güç bilinç ve örgütlülüktür. Bunu sağladıktan sonra faşist çetelere, faşist polise, faşist terör güçlerine karşı mücadele edecek araçları bulmak zor olmaz. Hangi araçla karşısındaki faşist çeteyi yok edebiliyorsa o aracı kullanmalı ve böylece parayla örgütlenen polise, faşist çetelerin terörüne karşı kendini, geleceğini, mahallesini, okulunu, kasabasını, şehrini, toplumunu, en önemlisi de onurunu ve özgür geleceğini savunmak üzere mücadele etme. Faşist çeteler de bir araya geliyorlar, parayla donanıyorlar, örgütleniyorlar, güç oluyorlar. Onun karşısında örgütlenir, belli bir donanım sağlarsan sen daha büyük bir güç olursun. O para için yapıyor. Sonuna kadar gidemez. Başta vahşi davranır ama karşısında güç görünce faşizm korkaktır, siner, kaçar. Çünkü bir inancı yok, amacı yok. Çünkü para için yapıyor. Çünkü zulüm yapıyor. Yaptığının insanlık dışı olduğunu, haksızlık olduğunu kendisi de biliyor. O nedenle güçlü olduğunda vahşi saldırır, ama karşısında güç görünce de korkar, siner, kaçar. Bu bakımdan devrimci gençlik daha aktif, daha etkin direnebilir. Örgütlü ve donanımlı olursa bu faşist çetelere göz açtırmayabilir. Her yerde bunu yapmalıyız. Okulda, sokakta, mahallede, her yerde bir öz savunma gücü olarak gençlik birleşik direniş örgütlenmelerini, timlerini, anti-faşist birleşik direniş timlerini her yere yayarak kesinlikle faşist çeteleri ezmeliyiz, sindirmeliyiz, korkutmalıyız, kaçırtmalıyız, caydırmalıyız. Bu temeldeki bir mücadelenin sonuç alacağına, faşizmi yıkıp, demokratik devrimi zafere taşıyacağına kesinlikle inanmalıyız. Bunu her yerde gençler yapabilirler. Tüm gençlik yapabilir. Kürdistan’da, Türkiye’de, dört bir yanda binlerce anti-faşist gençlik timi ortaya çıkabilir. Gençliğin birleşik direniş güçleri biçiminde büyük bir kuvvet örgütlenebilir. Hitler’in SS tugayları gibi örgütlenip halk üzerinde faşist terör uygulamak isteyen bu faşist Erdoğan ve Bahçeli çetelerini ezip geçebilir. En azından Kürdistan’ın, Türkiye’nin çok büyük alanlarından kovabilir. Etkisiz kılabilir. Hedef bu olmalı. Gençlik böyle bir direnişi kesinlikle öngörmeli, göze almalı. Gençlik örgütleri bunu esas almalı. Basit yaklaşma olmamalı. Faşizm karşısında zayıf kalarak, sinerek sonuç alınamaz. Erdoğan-Bahçeli faşizmi çete örgütlenmesi ile ayakta kalıyor. Daha fazla para dağıtıyor, daha çok çete örgütlemeye çalışıyor. Toplumu faşist terörle, çete terörüyle sindirmek istiyor. Bu terörü durdurmamız, ezmemiz lazım. Terör uygulayan faşist çeteleri sindirmemiz gerekli. Faşizm ancak böyle yıkılır. Bu bakımdan da gelecek ancak böyle bir mücadeleyle, faşist çeteleri sindirerek, faşizmi yıkarak yaratılabilir. Özgür ve demokratik geleceğe ancak böyle ulaşabiliriz. Bu bakımdan gençlik dar düşünmemeli, geçici görmemeli içinde bulunduğumuz durumu. Bilmeli ki özgür ve demokratik geleceğe ancak faşizme karşı birleşik, örgütlü ve aktif bir devrimci demokratik direnişi, mücadelesini geliştirerek yaratacak, kazanacak.
Başka türlü özgür, demokratik geleceği kazanmanın yolu yok. Bu ancak büyük ve zorlu bir mücadeleyle olacak. O halde böyle bir mücadeleyi göze almalı. Bu mücadeleyi yürütmenin bilincini, örgütlülüğünü sağlamalı. Bedelini ödemeyi göze almalı. Bunun dışında herhangi bir yaşam ve duruş görmemeli. Diğer yaşamın hepsi haramdır. Hiçbir geleceği yoktur onların. Gençliğe de, halka da kazandıracağı bir şeyi yok. Günümüz gençliğinin tek görevi var; faşizme karşı bilinçlenmek, örgütlenmek ve faşist terörü ezecek bir birleşik direniş mücadelesini aktif bir biçimde her yerde ortaya çıkarmaktır. Tek görev budur. Doğru tutum ve doğru yaşam bu görevi yerine getirmektir. Bütün gençlik özellikle bunu bilmeli. Her yerde böyle bir örgütlülüğü öngörmelidir.
HBDH’nin Genel Konseyi bunların mümkün olduğunu, hızla gelişebileceğini, bu temelde yürütülecek asgari bir mücadelenin faşizmi yıkmaya ve demokratik devrimi zafere götürmeye yeteceğini değerlendirmiş, tespit etmiştir. Çağrısını bir de bu temelde yaptı. Yine sadece topyekûn direniş için seferberlik çağrısı yapmadı. Aynı zamanda böyle bir direnişin zafer çizgisinde yürütülmesi gerektiğini, doğru ve etkili direnilirse gecikmeden zafere ulaşılabileceğini de belirtti, değerlendirdi, kararlaştırdı. Bu temelde zafer çağrısı yaptı. Zafere yürüme çağrısı yaptı. Özgürlük yürüyüşünü daha güçlü geliştirme çağrısı yaptı. Anti-faşist özgürlük ve demokrasi mücadelesi içerisinde tüm halkların, tüm kesimlerin daha fazla kardeşleşmesini, birleşmesini, bu temelde yeni bir toplumu yaratma çağrısı yaptı. Bu çağrılar önemli çağrılardır. Gerçekleşebilir çağrılardır. Hepimizi bağlıyor. Biz bu çağrılar temelinde yaşayacağız. Bu çağrılar temelinde hareket edeceğiz. İnanıyoruz ki faşizmden zarar gören, faşizme karşı olan tüm toplumsal kesimler bunu anlayacaklar, böyle bir tutumu esas alacaklar, güçleri neye yetiyorsa bu temelde anti-faşist mücadeleye girecekler ve yürüttükleri mücadeleyi anti-faşist demokrasi cephesinde daha güçlü ve etkili bir biçimde birleşerek yeni demokratik Türkiye’yi yaratacaklar. Bunu yaratmak için tarihin en büyük anti-faşist direnişini Kürdistan’da, Türkiye kentlerine verecekler. Buna inanıyoruz. Bu temelde herkesi böyle bir tutuma sahip olmaya ve böyle bir büyük mücadeleye etkin bir biçimde katılmaya bir kere daha çağırıyoruz. Daha doğrusu HBDH Genel Konseyi’nin yaptığı çağrıyı yineliyoruz. Doğru buluyoruz. Bu çağrının mutlaka karşılık bulacağını ve önümüzdeki geleceğin yaratıcısı olacağını ifade ediyoruz.
HBDH Genel Konseyi